Bu Blogda Ara

Salı, Şubat 20, 2007

Lethe’ye Borcunu Ödeyen Ecinni - Birgün yazı 98 / 19 Şubat 2006

Lethe’ye Borcunu Ödeyen Ecinni

Birgün yazı 98

19 Şubat 2006

Süreyyya Evren

Ne meşhur ve sinsi bir yanlış anlamadır: bir yazıyı/şiiri/romanı yayınladın demek ki okurların olsun istiyorsun! Madem ki yayınladın öyleyse bize bağlandın! İşte size okuma alışkanlığını kaybetmiş veya henüz hiç okuma yapmamış pusudaki okurun şantajı...

Halbuki bir metnin yayınlanmış olması demek metnin mutlaka bir okur aradığı anlamına gelmez. Hiçbir okur bulmadan bir metin yıllarca bekleyebilir dahası bunu baştan göze alarak kendini kurabilir. Bazen yazarlar mevcut koşullarda yalnızca yanlış anlaşılabileceğini bildikleri bir iletiyi rağmen ve niteliğinden ötürü ipuçsuz yayınlamak durumundadırlar. Yayınlamaktaki amacı, bir şeyi ifade etmeye değmeyecek hale getirmenin örgütlenmesi olarak görmeye alışanların pompaladığının aksine, yayınlamak bir teslim oluş değildir. Hayır bu bir ifade edişdir ve –inanmayacaklar ama- bu ifade kadrolu okur değil okuma yapan muhatap arıyor olabilir. Muhatap okur başka bir şeydir ve şantaj yapmaz.

Ali Karabayram’ın yeni şiir kitabı ‘Oblivion’ (Altıkırkbeş Yayın, 2006) düşündürüyor bana bunları tekrar. Okura hiçbir vaadde bulunmayan, onu eğlendirmeyi, bilgilendirmeyi, zahmet edip de düşünemediği eleştirelliği hazır bir kalıp halinde üstüne deneyip aynaya baksın diye önüne sunmayı, son noktayı koyup okuduğunda ihtiyacın olanı aldığın bir metin vermeyi aklının ucundan dahi geçirmeyen ve böylece ancak yazılarak okunabilen metinlerin yazarı Ali Karabayram şiirini de muhatapları için yazmayı sürdürenlerden gibi geliyor bana. Tahmin edeceğiniz gibi bu tutumu “eyvah kapalılık, eyvah kule vs.” diyerek piyasalaşmaya veya uysallaşmaya zorlayacaklara karşı da bir direniş görürüz burada.

Oblivion’da yazmanın doğası, karşılaşmaları, ve yaşamla geçişliliklerinin istisnai bir anlatımını buluyoruz.

Hemen baştaki kitapla aynı adı taşıyan ‘Oblivion’ bölümü ilk önce bir mukaddime gibi görünüyor. Bütünlüklü bir hikayenin kahramanıyla, çocukluğuyla, gençliğiyle, kentle çarpışmasıyla ve yazıyı/şiiri kuşanmasıyla, bütün bunları derleyişiyle karşılaşacağımızı öğreniyoruz sanki. Bu, tüm yaşamı yazmak tüm yazısı da yaşamak olan biridir. İlerlemek her zaman başa dönmek içindir. Doğumu gerçek bir doğum değil bir doğumun hatırlanmasıdır. Her zaman yanında taşıdığı geçmiş ve hayallerinin yarattığı çatallanma ile hareket etmiştir. Gençliğini anlatır. Hayalkırıklıklarını, yıldırıcı karşılaşmaları ve bir tür kararlılıkla kente karışmasını. Kahramanımız bir ecinni olmakla özdeşleştirir kendini, başlar başlamaz karşılaştığı engellerle çarpışan düşler görecektir. Önce kendi serüvenini aktarır (‘Kayıp Adanın Sürgünü’), sonra, bana Kafka ve Beckett’in ek metinlerini hatırlatan ek metinleri (‘Paralipomena’) okuruz, sonra da tüm engelleri ve yaşayışlarıyla hatta hayvanlaşmalarıyla kentin anlatıldığı ‘Anno Urbis’ bölümü ve son olarak belleğin, doğumun, kırın, hayalkırıklıklarının anlatıldığı ‘Düş Gören Değirmen’ bölümü gelir. Aslında kitaptaki bölümler de yazının kaynağına doğru gerisingeriye bir yürüyüştür –kitabı bitirdiğinizde baştaki mukaddimenin basbayağı bir final bölümü olduğunu, sondaki düşlerin aslında hikayenin başına denk geldiğini ve ekler bölümünün kitabın tam ortasında yer aldığını farkedersiniz.

Oblivion’ şiir üzerinden yaşama tutunmak için değil yaşam üzerinden şiire tutunmak için yazılmış bir şiir kitabı diyebiliriz. Farklı yorumlar olacaktır, ama ‘Oblivion’ şiirin kendisini ciddiye alanların gürültü ortamında gözlerinden kaçırmamaları gereken sahici bir şiir serüveni sunuyor diye düşünüyorum. Özellikle de şair dergilerde şiirlerini yayınlamadığı ve ikidir doğrudan kitap olarak ortaya koyduğu için ve de şiirlerin yayınlandığı yayınevi şiirle birlikte akla gelen bir yayınevi olmadığı için bu gözden kaçma ihtimalini gözetmek gerekiyor sanırım.