Bu Blogda Ara

Pazar, Nisan 10, 2011

SİVİL İTAATSİZLİK 'SINAVI'

KÖŞE İSMİ: DALALET



BU YAZININ BAŞLIĞI:


SİVİL İTAATSİZLİK 'SINAVI'


BirGün gazetesi, 10 Nisan 2011, Dalalet 67/175



Süreyyya Evren


sureyyya@mexico.com


Türkiye'de en gündem olması gereken meselelerin bir başka gündem tarafından saha dışına atılabildiği biliniyor. Bu kadar araştırılacak olay yığılırken araştırmacı gazeteci üretmekteki gönülsüzlüğümüz, mevcutları enterne etmekteki azmimiz ise ayrı bir sorun. BDP'nin önayak olduğu Sivil İtaatsizlik çıkışının sözgelimi yeterince tartışılamadığı açık değil mi? Bir 'sınav şifreleri' rüzgarı geliyor her şeyi dağıtıyor. Sorumlu otoritenin, 'acemiliği' tarifinden kopuyor zaten olay. Acemiliği, kendi erk alanını biz fanilerden başarıyla gizleyememek, bizlerin bilgi ufkumuzu başarıyla yönetememek, bizleri başarıyla manipüle edememek olarak açıktan tanımlaması kadar tam bizi anlatan bir sahne olabilir mi? Hibrid demokrasimizin ustalığı, bu tip halkı ilgilendiren işleri devlet katında kimseyi uyandırmadan ustalıkla yönetmek becerisi belli ki. O açıdan bakınca, haklı, böyle bir sınav skandalı 1000 yıllık Osmanlı iktidarına yakışmadı gerçekten de!


Olayı siyasete çekmeye çalışanlar var diye bir dil ile söz hakkına ket vurma çabası da ne garip. Zaten sadece siyasi bir mesele var. Esas olayın matematiğe çekilmesi tuhaf! Mesela Troya siyasi bir mesele midir, siyaset tarihinin incelenmesiyle anlaşılabilecek bir hadise midir yoksa at heykeli üretimi tarihinin incelenmesiyle anlaşılabilecek bir hadise midir? (Dedim ama şimdi ben de kuşkuya düştüm!)


Kimsenin sorular satılmıştır diye bir şüphesi yok. İlginç değil mi? Sorular satıldı mı? Kime satıldı? Şifreler satıldı mı? Böyle bir çığlık yok. Türkiye için bir ilk! Belli ki yolsuzlukla mücadelede büyük başarı kaydedilmiş. Birilerinin soruları çözmeden cevaplara kavuşabilmesi için arka kapının açık bırakıldığından şüphelenildiğinde, kimsenin aklına milyarları kim cebe indirdi gibi bir fısıltı gelmiyor. Acemilerimizin üstündeki baskıyı hafifletmesi açısından iyi tabii...


Bir de eskiden sınav olan çocuklar mesela tuhaf bahaneler bulmazlar mıydı, işte diyelim elektrikler kesikti çalışamadım gibi. Şimdi elektrikler kesikti cevapları iyi şifreleyemedim, veya bağlantı yetersizdi internete yükleyemedik çağı yaşanıyor...


YETMEZ AMA EVET NEFES ALDI


12 Eylül'ün yargılanması konusundaki kıpırdanma ile Yetmez Ama Evet uzun zaman sonra ilk kez bir puan aldı. Seçim öncesi gözboyamaca olabilir mi çekincesi yersiz. Başladıysa başlamıştır. Puan nizami.

SİVİL İTAATSİZLİK VE TÜRKİYE


BDP'nin önayak olduğu sivil demokrasi girişiminin üzerinde yeterince durulamıyor demiştim. Birincisi yaşanan engellemeler hibrid demokrasimizi çok güzel yansıtıyor; demokrasi olduğu için Mısırlıların yaptığı gibi tek yol korsan diye bir düşünce yok, sivil itaatsizlik yapabilir, her şeyi açıktan ve şeffaf bir şekilde yürütebiliriz düşüncesi var, hibrid olduğu için de çadırlar şeffaf bir şekilde sökülüyor, yerlerde sürüklenmeler yaşanıyor. Erdoğan'ın bu eylemleri olumsuzlamak için (sanırım bir kelime oyununun cazibesine fazla kapılıp) söylediği “sivil itaatsizlik değil sivil iradesizlik” lafı nasıl da tam bir itiraf: evet gerçekten de sivil iradenin yokluğundan doğuyor bu eylemler. Sivil irade kendini geri kazanmak istiyor, sadece iktidarın iradesi mevcut, bu durum artık değişsin diyor. Ancak sivil itaatsizlik eylemlerinin kafasına dan dun indirdiğinizde ülkede tam bir sivil iradesizlik hüküm sürüyor.


Buraya, Türkiye'de sivil itaatsizliğin yakın tarihi açısından bakan küçük bir hatırlatmayı büyük ölçüde daha önceki karalamalarımdan birinden alıntılayarak yapmak ihtiyacı hissediyorum:


Türkiye özelinde sivil itaatsizliğin etkin bir siyasi alan açtığı ve belirleyici roller üstlenebildiği dönem 1990'ların ikinci yarısıdır. En çarpıcıları, sacayağı niteliği taşıyan üç eylemler dizisi oldu: Cumartesi Anneleri, 'Sürekli Aydınlık için Bir Dakika Karanlık' eylemleri ve Bergama köylülerinin siyanürle altın çıkarılmasına karşı direnişleri.

Kaybolan yakınlarının akıbetini sorgulayan ve böylece birilerinin kaybolması/kaybedilmesi olgusunun kendisinin görünmezleştirilmesini önemli ölçüde engelleyen Cumartesi Anneleri eylemleri, baskıyla sona erdirilene kadar en kritik sivil itaatsizlik odaklarından birini oluşturdular. (Bugün Ahmet Şık'ın olayları takibi üzerinden ve Ahmet Şık'a verdikleri destek üzerinden anımsanıyorlar.) Düzenli ritimleriyle uzun süre hafta sonlarını politize eden Cumartesi Anneleri, Arjantin'in darbede kaybedilen çocuklarını anan Plaza de Mayo anneleriyle irtibatı sürdürerek Türkiye'deki henüz yargılanmamış darbenin faillerini ve mirasçılarını da bir şekilde tedirgin ediyorlardı. 'Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık' eylemleri ise kayıplarla/kaybedilmelerle gene bir şekilde bağlantılıydı. İnsanların kaybedilmesi ve bu kaybetmenin kendisinin de gözden kaybedilmesine uzanan mekanizmalarda bir Susurluk çatlağı açılınca uç veren 'Sürekli Aydınlık için Bir Dakika Karanlık' eylemi her akşam 21:00'de ışıkların bir dakikalığına kapatılmasıyla başladıktan sonra ışıkların açılıp kapatılmasından sesli protestolara evrilmiş, tencere tava gibi ev aletlerinin pencerelerden sarkıtılarak şehirlerin sesine (ve siyasi sessizliğine) müdahale etmesine ve böylece yeniden işlevlendirilmesine imkân vermiş, düdüklere, davullara ve marakaslara kadar her şeyi kullanan tümden şenlikli bir tabanın kendini ifadesi zeminine dönüşmüştü. Cumartesi Anneleri İstanbul'da gerçekleştirilir, Bir Dakika Karanlık eylemleri pek çok şehre yayılırken, Bergama direnişi doğrudan köyden gelmişti. 'Hopdediks' Bayram Kuzu ile akıllarda kalan Bergama köylüleri hukuk mücadelesini ısrarla sürdürdüler ama her zaman doğrudan eylemi, sivil itaatsizlik eylemlerini gündemlerine ekleyecek şekilde sürdürdüler. Sonra 2000'lere geldiğimizde tüm bu eylemlerde gerileme dönemine girildi. Örneğin Bir Dakika Karanlık eylemleri zaman zaman yeniden canlandırılmaya çalışıldıysa da başarılı olunamadı. Kimileri güçle bastırıldı, kimileri normalleşerek etkisizleşti, veya tavsayanlar, aktörlerine yeterli motivasyonu sağlayamayanlar oldu. Türkiye'de bu süreçte diri kalan sivil itaatsizlik eylemleri olarak da 2003-2006 döneminde 'gelenekselleşen' Militurizm festivalleri, gözetleme kamerası uygulamalarının Türkiye'ye de MOBESE adıyla gelmesiyle 1996'da New York'da kurulan Güvenlik Kamerası Oyuncuları'nın (Surveillance Camera Players) ruhunu 2005'den sonra Türkiye'de yaşatan NOBESE eylemleri, gene meydanlarda gerçekleştirilen Bomba Değil Yemek 'ziyafetleri' akla geliyor.


Bugün gelinen noktayı ise en iyi Erdoğan üzerinden dillendirebiliriz muhtemelen: sivil iradesizliğin hakim kılındığı yerlerde sivil itaatsizlik de yeşermez..