Bu Blogda Ara

Pazar, Aralık 19, 2010

BİR EYLEM BAŞLATMAK

KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

BİR EYLEM BAŞLATMAK

BirGün gazetesi, 19 Aralık 2010, Dalalet 51/159

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Öğrenci eylemlerinin Avrupa’da estirdiği rüzgarı takip ediyoruz hep birlikte. Her ülkenin kendine özgü şartları, alışkanlıkları, yapısı var elbette. Bakıyorsunuz bizde bir ODTÜ protestosu sözde ‘ortak irade’ tarafından iktidarla pazarlık masasına oturabilme başarısına indirgeniveriyor mesela (olayın biraz karamsar ama keyifli bir anlatımını A-infos haber portalının Türkçe sayfalarında bulabilirsiniz; http://www.ainfos.ca/tr/ainfos04031.html). Gene de genel bir canlanma ve genel bir umut duygusunun öğrenci eylemlerinin harekete geçtiği her momentte topluma yayıldığı açık. Toplumu politize etmede özel bir rol ve başarısı var öğrenci eylemliliğinin her zaman.

Her ülkenin kendi koşulları var dedik, İngiltere’nin de kendine özgü sorunları var. İktidara gelen muhafazakar-liberal koalisyon sosyal devleti müthiş bir süratle parçalamaya girişmiş durumda. Liberal partiden medet ummuş gençler eylemlerdeki hayal kırıklığı içindeki öfkenin belirli bir kısmını oluşturuyorlar. Liberallerin başkanı Nick Clegg, seçimlerden önce özellikle “artık tutulmayan vaadler devri kapansın, bir daha yerine getirilmeyen söz olmayacak” gibi sloganlarla iktidara geldi ama ilk yaptığı icraatlardan biri söz verdiğinin aksine öğrenci harçlarının yükseltilmesi lehine savaşmak oldu. Eylemlerdeki pankartlardan biri şakayla karışık şöyle diyordu: “Nick Clegg Neden Karşıdan Karşıya Geçer? / Geçmeyeceğine Söz Verdiği İçin!”

Öğrenci harçlarına yapılan büyük zam ve diğer sosyal devlet kesintileri, İşçi Partisi’nin iktidardayken ekonomiyi mahvetmiş olmasına, ekonomik krize, ve ülkenin bir bütün olarak hep birlikte, bir aile gibi bu zor günleri atlatması (Cameron’ın şimdiden meşhur deyişiyle tek bir ‘geniş toplum’un/’big society’ üyeleri olarak) gereğine bağlanıyor.

İşte bu duruma karşı nasıl bir protesto geliştirmeleri gerektiğini düşünen 5-6 genç, bir gün bir pubda oturup içerken ve konuyu tartışırken, yani (‘içki masasında Türkiye’yi kurtarma’nın bir versiyonu olarak) içki masasında İngiltere’yi nasıl kurtarabileceklerini konuşurken, yaşanan bu kesintilere hayır demenin toplumdaki karşılığının sınırlı olduğuna ve bunun yerine, iktidarın aslında varolan alternatifleri reddedip siyasi motivasyonlarla sözkonusu kesintileri uyguladığını gösterecek bir eyleme ihtiyaç olduğuna karar veriyorlar. Yürüttükleri mantık kolay takip edilebiliyor: devlet kasa tamtakır, para lazım, bu hepimizin parası diyor, pekala, peki devlet bütün gelir kaynaklarını kullanıyor mu, yoksa neye vergi koyacağını (bizdeki içkiyi yasaklayamıyorsan zamlandır tavrı gibi), kimden vergi alacağını, paranın hareketlerini neye göre belirleyeceğini ideolojik olarak mı kararlaştırıyor? Yani aslında ‘geniş toplum’ cebinden parası ve önünden hayatı alınıp ‘küçük bir toplum’a sunulanların adı mı? Söylemesi kolay, doğru, ama kanıtlaması daha kolay oldu bu gençler için.

Gazetelerde zaman zaman gözümüze çarpan ama kimsenin fazla üzerinde durmadığı bir haberler dizisini merkez almaya karar verdiler. Bol sıfırlı rakamlarda gezinen, hayal etmesi bile güç vergi borçlarını binbir numarayla veya basit bir iki işbirliğiyle ödemeyen dev şirketlere dair haberlerden bahsediyorum.

Bu durumu görünürleştirmeye karar verdiler. Örgütlenmelerinin ismini UKUNCUT koydular. Hemen Twitter ve Facebook üzerinden örgütlenme kanallarını açtılar. İlk eylemler için seçtikleri hedef şirket mesela Vodafone’du. Aynı anda Vodafone’un onlarca şubesini işgal ettiler. Vergi ödemeyen büyük grupların perakende satış yapan mağazalarını tespit ettiler, o mağazaların önünde toplanıp eylemler yaptılar, içeri girmeye hazırlanan müşterileri caydıracak konuşmalar yapmaya koyuldular, bu kuruluşların ve markalarının medyada iyice afişe olmasını sağladılar. Kapıların önüne oturdular, gelen geçene bilgilendirici çıktılar dağıttılar. Ve en önemlisi ilk hedeflerine, yani dolaylı olarak öğrenci harçlarına yapılan zamlara karşı çıkmanın elini güçlendirdiler. Geniş toplumun darlaştığı yerin altını çizdiler.

Eylemlerin içinde anarşistler de vardı ve denebilir ki “ne yani şimdi anarşistler devlete vergi verilmesi için eylem mi yapacak?”

Kağıt üstünde böyle görünüyor olabilir, ama ana siyasi etkisi iktidarın toplumu iktidardakilerle özdeşleşmeye çağıran diline etkili bir saldırı yapmak oldu. İktidarla özdeşleşme sorunuyla biz de çok karşılaşıyoruz Türkiye’de, bilindiği gibi.

İnternetin lidersiz ve merkezsiz yeni eylem biçimleri için kullanılması fikrinin başarılı örneklerinden biri olması üzerinden de çokça konuşuluyor bu eylemler zinciri. 5-6 arkadaşın pubdan eve dönünce yaptıkları ilk iş Twitter ve Facebook’da sayfalar açmak çünkü. Ve kontrol etmesi güç bir destek o kanaldan geliştiriliyor.

Twitter gibi platformların faydaları, zararları, kullanışlılıkları gerçekten de ayrı bir konu. İran’daki son seçimlerin ardından yaşanan isyanın en iyi Twitter’dan takip edilebildiği söylentisi üzerine kendine Twitter hesabı açanlardan biri olarak, bu söylentinin büyük ölçüde bir mit olduğunu, AL-Jazeera’nin yaptığı araştırmaya göre olaylar sırasında İran’da aktif sadece 60 Twitter hesabı olduğunu, onların da olaylar sırasında 6’ya indiğini, söylentinin daha çok eylemleri takip etmesi sınırlanan Amerikalı gazetecilerin otelden Twitter takip ederek sürgündeki İranlılarla yazışmalarından çıktığını, İranlı göstericilerin eylemlere cep telefonları bile götürmemeye çalıştıklarını, eylemler devam edebilsin diye Twitter’ın rutin bakımının ertelenmesi fikrinin doğrudan Beyaz Saray’ın genç danışmanlarından birinden geldiğini duyduğumda çok geçti.

Gerçekten de, internetin ne ölçüde isyanın önünü açtığı, ne ölçüde kırılganlaştırdığı tartışması ayrı bir tartışma diye bakıyorum. Ama başka bir şey açık: bugün aşağıdan örgütlenmek, küçük bir grup olarak doğru bir fikirle yola çıkıp ağ gibi yayılmak, merkezsizliği sonuna kadar korumak ve ülke çapında etkili eylemler düzenlemek mümkün ve internet kanalları bunun için kullanılabilir durumda.