Bu Blogda Ara

Pazar, Ekim 17, 2010

AYÇEKİRDEKLERİNİN ÜÇ GÜNDE YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ


KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

AYÇEKİRDEKLERİNİN ÜÇ GÜNDE YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ

BirGün gazetesi, 17 Ekim 2010, Dalalet 42/150

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Şans eseri, Ai Weiwei’nin “Sunflower Seeds” (‘Ayçiçekleri’ diye değil de Günebakan Çekirdekleri diye çevirmenin daha yakışık alacağı da söylenebilir) sergisinin açıldığı gün Tate Modern’deydim. Serginin içerimleri ve deneyimlenişleri üzerine konuşmadan önce basitçe neden oluştuğunu söyleyelim: tam yüz milyon (rakamla 100.000.000) porselen ayçekirdeğinden oluşuyor. Weiwei, ayçekirdeği şeklinde döktürdüğü yüz milyon porseleni meşhur Çin vazolarını ve Çin’in simgesi porselenleri boyamasıyla ünlü bir kasabada tek tek el emeğiyle 1600 kadına ayçiçeği görüntüsü vermek üzere yaptırıp boyatmış. Sonra bu yüz milyon çekirdeği alıp sanat galerisine taşımış ve yerlere dökmüş. Tam 1000 metrekareye yaymış. Üzerinde dolaşan insanlarda plaj hissi uyandırıyor. Zemin tamamen bunlarla kaplı. Çekirdeğe gerçekten benziyorlar. Hani dolgun tipte olanlara. Plaj hissi veriyorlar çünkü batıp çıkıyorsunuz yürürken. İşin üzerinden geçenler geçip gitmek istemiyor. Çoğu izleyici yerlere oturuyorlar, hatta yatıyorlar. Avuçlayıp havaya atanlar, içine elini kolunu daldıranlar oluyor. Çok sayıda çocuk, hatta bebek var. Bebek dahil hepsi bir oyun parkına gelmiş gibi davranıyor, oyun parkı hissi ediniyorlar. Porselen sert bir madde olmasına karşın ortaya çıkan doku hamurumsu, yumuşak bir his de veriyor. Dalgalanıyor insan yürürken. Sırtüstü yatıp bütün vücudunu uzun uzun bu işe bırakan izleyiciler çok. Bir kenarda oturup galerinin genel yorgunluğunu atanlar da. Sonuçta Tate Modern’deki tek sergi salonu bu değil ve kimileri buraya çıkarken uğruyor da olabilir. Genel olarak dinlenmeye çağırıyor insanları, gerek plaja benzemesiyle, gerek yumuşaklık sunmasıyla.

Şahsen benim için ayrıca etkileyiciydi çünkü en unutamadığım çocukluk anılarım arasında İpsala’da bir ayçiçek yağı fabrikasının deposundaki ayçekirdeği yığınlarının en tepesine çıkıp aşağı yuvarlanmak, o ayçiçek yığınında uzun saatler geçirmek vardır. Çorabının içine kadar her yerin ayçiçeğine batmış olarak çıkarsın dışarı. Tozu da az değildir. Müthiş eğlenceli bir yer, istisnai bir oyun parkıydı benim için. Şimdi birden Ai Weiwei’nin ayçekirdeklerinin arasına kendimi atınca, doğrusu plaj benzetmesi yapanlara, etrafımdan “aynen plaj gibi di mi” diyerek geçenlere katılamadım. Benim için bu porselen ayçekirdekleri ayçekirdeği gibiydiler tam da. Zayıf belleğimi böylesi deneyimler bazen uyandırabiliyor, ve küçük sürprizler yapabiliyor. Ayrıca küçük çocuklar ve bebekler, aynen benim gibi, hiç plaj duygusu edinmeden, ayçekirdeklerini yaşadılar gibi geliyor bana. Üstelik porselen ayçekirdekleri de, neden olduğunu tam anlamadıysam da, toz çıkartıyordu.

İşte tam da bu toz yüzünden, açıldıktan birkaç gün sonra, ayçekirdekleri seyirci ziyaretine kapatıldı! Sağlığa zararlı olduğuna karar verildi. Bu açıklama gerçeği mi yansıtıyordu yoksa işin arkasında başka bir iş mi vardır doğrusu bilemiyorum. Weiwei Çin hükümetiyle başı dertte sanatçılardan biri, kafasına yediği darbeler yüzünden daha yeni beyin kanaması geçirmiş. Dolayısıyla Çin hükümetinin baskısı dedikoduları dolaşıyor. Bu nokta aslında biraz karmaşık.

Ai Weiwei tam bir Çin metaforu gibi. Çin hükümetiyle sansür sorunları yaşaması, Çin’in bir yanını temsil ediyor. Sürekli devasalığı, kalabalıkla kovalaması Çin kalabalığına dair dünyanın geri kalanındaki imgeyle örtüşüyor. Çin’deki emek gücünü, zanaatkarlığı aynı zamanda yoksulluğu göze sokması ucuz Çin emeğine ve aynı zamanda Çinli ustalara dair imgelerimizi karşılıyor. Babası Kültür Devrimi kurbanı bir ressam. New York’ta 10 yıldan fazla yaşamış. Vazolar, porselenler, Çinli işçiler ve hacim derken elimizde patlamak üzere bir temsil için seçilmiş bir figür kalıyor.

2007 yılındaki Documenta’da yer alan işi doğrusu beni rahatsız etmişti. Documenta Dünya Bağımsız Kültür Dergileri projesi dolayısıyla Kassel’deki sergiye katılan dergilerden biriydi Siyahi. Ve orada birden Weiwei’nin işiyle karşılaşmıştım: Weiwei’nin uçaklara doldurup Çin’den Kassel’a getirdiği, sergi süresince Kassel’da kalıp köylerine geri dönecek 1001 Çinli. Weiwei bu Çinlileri seçerken hayatı boyunca hiç yurtdışına çıkmamış, ve yurtdışına çıkmayı çok büyük bir olay gibi gören Çinlileri seçmeye çalıştığını söylüyordu. Piyango isabet etmezse çıkma şansı da pek olmayanlar bir bakıma. Volkswagen tesislerine kurulmuş dev ve kışlamsı mekanlarda kalıp, dev mutfaklarda pişen yemekleri birlikte yiyip, şehirde dolaşıyorlardı, Weiwei’nin “Peri Masalı” adlı işi olarak. Zaten küratörlerinin hayli kolonyalist bir dünya sanatı algısına sahip olduklarını düşündüğüm 12. Documenta’daki bu işin de Çinlileri aşağıladığı hissine kapılmadan edememiştim.

Sonra Weiwei’nin başını derde sokan projesine gelmiş sıra. 2008 Siçuan depreminde ölen bütün çocukların tek tek isimlerini toplayıp yayınlama projesi. Bu proje yüzünden hükümetle arası bozulmuş ve iç kanama yüzünden ameliyata kadar giden süreç yaşanmış.

Weiwei’yi nereye koymak gerektiğini bilmiyorum. Hani “benim tadım değil” diyesi geliyor insanın normalde. Ama itiraf etmek gerekirse, ayçekirdeklerinin üzerinde, içinde mutluydum. Etraftaki bebelere bakarak çocukluğuma dönüyordum. Porselen çekirdekleri elime alıp incelerken iyice içlerine gömülmek keyifliydi. Şimdiyse sadece karşıya geçip bakmaya izin veriyorlarmış. Tate Modern 2 milyon ziyaretçi bekliyor diyorlardı. Bakalım karşısına geçip bakmak için de bu kadar insan gelecek mi...