Bu Blogda Ara

Pazar, Aralık 26, 2010

ISLAK YOLDAN KURTULUŞ

KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

ISLAK YOLDAN KURTULUŞ

BirGün gazetesi, 26 Aralık 2010, Dalalet 52/160

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Lisa Cholodenko’nun filmi The Kids Are Allright (2010), lezbiyenleri haklı olarak kızdıran bir film. Muhafazakar stereotipleri yeniden üretiyor. Lezbiyenlerin aslında asla cinsel olarak tatmin olamadıkları ve bir erkek (bir penis) eksikliğiyle yanıp tutuştukları, gizli kapılar ardında gay pornosu seyrederek sevişmelerinin de bu duruma işaret ettiği, vs gibi bir sürü ortalama muhafazakarlık. Öte yandan, biz Türkiye’de her tür meslek odasının “bu filmde bilmemne mesleği kötü gösterildi” diye itiraz etmesinden bıktığımızdan, lezbiyenler tarafından temsili bir ses itiraz edince de bir rahatsızlık duyabiliyoruz. Tepkinin aslında başka yerden (temsili olmayan aşağıdan) gelmesi ve bütün tepkileri dengelemesi gerekiyor bu tip durumlarda. Başka bir bakışla filmde çifte muhafazakarlık var da diyebiliriz, önce lezbiyenlere dair stereotipler şişiriliyor, sonra da lezbiyen de olsa esas olan ailedir mesajı ile film kapatılıyor. Ben bütün bu kargaşa içinde arada parlayan başka bir temaya bakmak istiyorum: cinsellikle kurtuluş!

Lezbiyen gerçek bir penisle kurtulurken sahnesini alalım. Ümitsiz bir lezbiyen vardır karşımızda, cinsel mutsuzluktan (penissizlikten) iş hayatı dahi kuramamaktadır, sonra birden cinsellikle nefes alır, kendini bulur, özgüven kazanır, karakterinde bir genişleme, bir erklenme görülür, kendi açtığı sorunları da kendi başarıyla kapatır bu sayede. Şimdi baktığımızda cinselliğin bu şekilde aletleştirilmesine muhafazakar diyoruz, ters taraftan araçsallaştırıldı mı ise özgürlükçü diyoruz. Kantar bu gibi görünüyor böyle olunca. Ve burada enteresan bir ısrar göze çarpıyor.

Ters taraftan araçsallaştırma ile ne kastediyorum: mesela Pasolini’nin Teorema’ından kalma bir ruhun mutlaklaştırılması, ailenin içine giren bir biseksüelin herkesle sevişerek herkese yeni bir hayat sunması. Mesela Ali Smith’in The Accidental romanındaki gibi, iki çocuklu bir ailenin ortasına giren biseksüel bir yabancının herkesin hayatını yenilemesi ve bunun bir şekilde cinsellik üzerinden işlemesi. The Accidental’daki yabancı kadın, tam bir sınıraşmacıdır; kilisede sevişir, marketteki düzeni amaçsızca bozar, her tür bekçiye, kolluk kuvvetine sorun çıkartır, insanların hayatlarına teklifsizce girer, fotoğraf makinelerini parçalar, mallarını mülklerini yok edip sıfırdan başlamalarını sağlar, korktukları şeylerin başlarına gelmesini ve başka bir hayata geçmelerini sağlar, otoriteye yalan söylemez, şövalyevari bir şekilde her sınıraşma eylemini açıktan itiraf eder (ama etmemiş gibi anlaşılmasına göz yumarak) veya deklare eder (ama deklare etmemiş gibi anlaşılacak şekilde).

John Cameron Mitchell’in Shortbus (2006) filmini düşünüyorum bununla birlikte: kurtuluşun orgazmda olduğu fikrine dayanıyordu bu çalışma da. Kendisi orgazm olamayan seks terapisti bir kadın bir tür biseksüel/gay ütopyası veya geçici otonom bölgesi gibi işleyen bir kulüpte yepyeni sınırlar aşıyor ve en nihayetinde gerçekten orgazm olabiliyor ve yenileniyor. Onun mutsuz kocası da aynı mekan aracılığıyla özgürlüğü –seks üzerinden– buluyor. Mekansal bir yığılma, yoğunlaşma vardı gerçekte Shortbus’ta. Sözgelimi Ferzan Özpetek’in daha eski Cahil Periler’i (2001) aynı formülden beslenen kurtuluşu bir kaçış mekanına sığıştırmamış, daha fazla yaşama yaymıştı, ancak gene bir mekansal iskele, bir korunak odaktaydı.

Christian Molina’nın Bir Nemfomanyağın Günlüğü (2008) adlı filmi geliyor aklıma; çok ağır özgürlükçü mesaj kaygısı taşıyan bir filmdi bu da. Bu mesaj, feminist bir yerden kurulmuştu diyebiliriz. Başkahramanımız sekse hayli düşkün bir genç kız olarak karşımıza çıkıyordu. Olaylar öyle gelişiyor ki serbest aşk yerini evliliği bıraktığında sonu iğrenç bitiyor, gönüllü olarak fahişeliğe geçtiğinde, gene berbat bitiyor, ve gerçeği böylece buluyor: nemfomanyaklık bir suçlama değil asıl olması gereken durumdur, evlilik ve fuhuş Stalin ile Hitler gibi zıt gibi gözüken aynı şeydirler. Tabii Nemfomanyağın Günlüğü’nden çok daha üst seviyede bir film olarak İtalyan sinemasının yeni sürprizi çıkıyor karşımıza: Luca Guadagnino’nun I Am Love’ı (2009). Sinema dili, estetiği sürekli geri sardırma isteği uyandırıyor teybi. Çok daha sofistike bir biçimde de olsa, aynı kalıbı görüyoruz: tutsak olan cinsellikle, ve de biseksüelliğe açık bir cinsellikle, sadece cinsel hayatını değil, bütün hayatını özgürleştirecektir kişi... Sürpriz demişken, esas benim için sürpriz Yunan sinemasından geldi: Giorgos Lanthimos’un Dogtooth’u (2009) son derece akılda kalıcı, üzerinde konuşulası bir iş. Ancak konumuza bağlarsak, Dogtooth’da fantastik bir kontrol delisi aile babasının doğdukları andan itibaren kendi yarattığı alternatif bir evrene hapsettiği çocuklarından ilk dışarı çıkan da ilk eşcinsel deneyimi yaşayan olmadı mı?

Charlotte Roche’un Almanya’yı sarstıktan sonra İngilizceye de çevrilen romanı Wetlands (2009) ile birlikte düşünüyorum bunları. Wetlands’in (Türkçesi Islak Bölgeler, çev. Bülent Özçelik, Phoenix, Ankara) özellikle ilk bölümleri çarpıcı bir cinsellik deneyi, uçuk bir dil, sayısız sınıraşma ile açılıyor. Etkisinin esas sebebi de burası muhtemelen. Ama sonra sınıraşmalar genelde iğrençliğin sınırlarının aşılmasına, iğrenç olana dair normların sarsılmasına çekiliyor büyük ölçüde. Duygusal temalar ağır basıyor. (Wetlands’deki yoğun anne-kız çekişmesini ve kızın kendi cinsel hayatını annenin negatifi üzerine kurmasını ve temelden suçlayışlarını okurken aklıma Hatice Meryem’in Aklımdaki Yılan’ı (2010) geldi, iki kitabin iç içe geçtiğini hayal ettim.) Roche’un Wetlands’inde de işlenen ana dert şu soruya dayanıyor gibi: hangi seks yaşantısı beni kurtarır?

İşin garibi, bu günlerde ucundan Gandhi çalışıyorum, ve Gandhi de durmadan kurtuluşu cinsellikten kopmaya oturtuyor! Bir aseksüelliğe yaslıyor çıkışı..!

Bu tür bir film var mıdır bilmem, mesela başkahramanın artık orgazm olmamaya başladığı ‘kurtuluş’ sahnesiyle biten bir film?!?

Dönüp dolaşıp gene Lady Chatterley’in Sevgilisi’ne mi şapka çıkartsak acaba? Cinselliğin araç maraç olmadığı, bizzat cinselliğin kurtuluşunun merkeze alındığı, cinselliğin kendisinin sorunsal edildiği, kahramanın sevişerek kurtulmadığı, ama seviştiği bir film, ve sevişmesinin kurtulduğu, hem de daha sahici sözcüklerle...

Hiç yorum yok: