Bu Blogda Ara

Çarşamba, Aralık 07, 2005

DOKUNMATİK EKRAN - Birgün yazı 38 / 6 Aralık 2005

Birgün yazı 38 -- 6 Aralık 2005

DOKUNMATİK EKRAN

Türkiyeli sanatçıların yurtdışında Türkiye’yi temsil etmeye zorlanmaktan şikayet ettikleri sahneler o kadar da az değil. Sanatçı buradayken belki hiç temas etmediği veya ilgilenmediği ya da hatta çarpıştığı niteliklerin temsilcisi olarak kaşrılanmayı yadırgar. Hele ki kendisine belirli bir gündemin, izleğin ve çerçevenin ayrılmış olduğunu farkederse. Geçenlerde Londra’da eğitimine devam etmeye başlayan genç bir arkadaşımız, “manga” çalışmalarının hocası tarafından sorgulanmasından yakınıyordu –tam da bu nedenle, yani Türkiye’den gelen biri neden Manga yapsın Türkiye için ayrılmış mesele ve mecralara girmesi beklenirken sorusu dolayısıyla. Yeni birşey değil sözettiğimiz, Aras Özgün 2003 yılında Viyana’da yayımlanan ‘Springerin’ dergisi için (sayı 3/03) interaktif dijital medya işleri de yapan ‘xurban’ grubuyla yaptığı söyleşinin girişinde Türkiyeli bir antropoloğun bir Anadolu köyündeki hayata yaklaşımıyla paralellikler kuruyordu. Sanatçının köktenci, patriarkal bir toplumda bir kadın veya bir gey olmasının sorunları, İstanbul sokaklarındaki yoksul insanlar veya göçmenlerin yaşadığı kültürel zorluklar gibi konulardı beklenenler.

Biliyorsunuz bir süre önce bu temsil sorunsalı küçük çaplı da olsa bir ‘kriz’ doğurmuştu. Christopher Tannert’in küratörlüğünü üstlendiği, konseptini İstanbul’a odaklanma diye çevirebileceğimiz “Focus İstanbul” sergisi 9 Temmuz – 3 Ekim arasında Berlin’de, Martin-Gropius-Bau’da gerçekleştirdi. Fakat sergiden önce, kimi Türkiyeli sanatçılar, küratörler ve yazarlar bir ‘Açık Mektup’ yazarak sergi ve katalog çalışmalarına katkılarını çektiklerini belirtmişlerdi. Can Altay, Huseyin Alptekin, Halil Altindere, Memed Erdener, Gulsun Karamustafa, Ahmet Ogut, Neriman Polat, Canan Senol, Hale Tenger ve Vahit Tuna sergiden, Erden Kosova, Vasif Kortun ve Fulya Erdemci de katalogdan çekilmişlerdi. Açık Mektup’ta “bu kararın arkasındaki nedenler” arasında, “ulus sergilerine dair genel bıkkınlık. Türkiyeli sanatçılar aynı sergide yer almaları için aynı yerden geliyor olmaları dışında bir neden olduğunu düşünmüyorlar” maddesi de yer alıyordu. (Garip bir şekilde bu geri çekilme bazı muhafazakar gazetelerde milliyetçi bir karşı duruş gibi sunuldu, ve mektubu imzalayan bazı sanatçıların da destekler sözlerine yer verildi. Tabii, yorum yapmadan önce, bu sözlerin teyit edilmesi gerekmekte.)

Ezbere kategorilere sıkıştırılmalara itirazlarda dikkat çeken bir nokta da ‘Batılı göz’ün buradan pek teknoloji bağlantılı sanat beklememesi, teknoloji tabanlı işleri deyim yerindeyse buralara pek yakıştıramamasıydı. Aynı şekilde kent yaşamının sofistike tezahürleri veya detaylanmış ilgileri de öncelikler arasında tutulmaktan uzaktı.

Böylesi itirazlarda çok makul bir talebin dile getirildiği söylenebilir. “Egzotizm” veya “oryantalizm” gibi daha geniş suçlamalarla da birleşebilen seslerdir bunlar.

Fakat ben şunu soracağım: peki biz burada teknoloji-sanat ilişkisine nasıl bakıyoruz? Dijital performansların izini süren, yeni medya denilen teknoloji ile yakından bağlantılı sanat alanlarına eğilim gösteren sanatçılar buradan nasıl bir göz tarafından izleniyorlar? ‘Yerli göz’, eğer varsa ve bakıyorsa, ne diyor? Teknoloji kökenli sanatı başka coğrafyalara adresleyip yereldeki çabaları “zoraki” veya daha ileri gidenlerin yaygın kullandığı bir formülle “özenti” olarak adlandırmıyor mu?

Konu döndü dolaştı. Şunu söylemek istiyordum: 1-2 Aralık tarihlerinde, Sabancı Üniversitesi’nde Plymouth Üniversitesi merkezli Planetary Collegium ile bir ortak etkinlik olarak “Transmodalities: Mind, art, new media” (kendi çevirileriyle: Mecraötesi: zihin, sanat, sanal ortamlar) başlıklı bir sempozyum düzenlendi. Ben sadece ikinci gününe katılabildim ve bu sahada ne çok esin olduğunu bir kez daha gördüm. Pek çok kavramı yeniden düşünmeye yol açabilecek sayısız imkan karşıma çıktı. Akşam eve döndüğümde, sempozyum için Türkiye’ye gelmiş olan ve dijital kültür sahasında önemli çalışmalar yapmış sanatçılarla teorisyenlerin çeperine internet arama taramalarıyla sızmaya çalışırken, işte o sırada aklıma takıldı, dijital performansının Türkiye’de realizasyonuna karşı içerde de bir direnç olduğu...

Sempozyumla ilgili detaylara yer kalmadı, ama bir müjde (veya burun kıvırma sebebi) ve iki adres verebilirim. Müjdem, ‘Heideggerci’ Techne Dijital Performans Platformunun (http://www.techne-net.org) 2006 yılında Uluslararası İstanbul Dijital Performans Platformu adı altında genel bir etkinlik organize edecek olması. İkinci adresim de www.i-dat.org(ya da daha spesifik www.arch-os.com).

Benim izlenimim, teknoloji ile içiçe geçmiş bir sanatın burada da güçlendiği (http://www.nomad-tv.net ve http://www.nomad-tv.net/upgrade). Hem de dijitalin bilim kurgu yayıncılığında bile kenarda tutulmasının ardından...