Bu Blogda Ara

Pazar, Eylül 19, 2010

REFERANDUMMANIA SONRASI ÖZGÜRLÜKÇÜ SOL –I-

KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

REFERANDUMMANIA SONRASI ÖZGÜRLÜKÇÜ SOL –I-

BirGün gazetesi, 19 Eylül 2010, Dalalet 38/146

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Sonunda referandummania bitti. Nihayet. Yaralarımızı aldık, sol genel olarak yaralarını aldı, radikal sol daha da yaralandı, evlere dönüldü. Şimdi mesele şu: bizi öldürmeyen bizi güçlendirir mi, yoksa bu bir martaval mı, ve geçirilen her hastalık, alınan her yara, bizi daha da güçsüz mü kılar, izleri bedenimizde, bünyemizde sinsice bekleyerek her nemde azar mı?

Her ne kadar solun genel hali üzerinde düşünmeyi de bırakmıyorsam da özgürlükçü solun Türkiye’deki gelişimi (ve tabii gerilemeleri) beni daha fazla ilgilendiriyor. Bir yazıya sığmayacak bir Türkiye’de özgürlükçü solun talihsiz dönemeci, zayıflatılması, belirtiler ve olası çıkış yolları araştırması yaparak bu noktadan sonra yol almak istiyorum. Dolayısıyla belirtilere önce sıçramalı bir yordamla bakalım ve sonra görünmez ipleri görünürleştirmeye çalışalım.

İÇ SAVAŞTA TEORİ

Kültürel iç savaş günlerinde teori geliştirmek çok zor. Düşünmek dahi güç. Kavramlar sürekli tarafını seçmeye zorlanıyor. Taraf ol yoksa bertaraf olursun tehdidinden kavramlar da nasiplerini alıyorlar. Artık söylenecek her cümle arkasından üç cümlelik neleri kastetmediğinize dair açıklama gerektiriyor. Bir konuda bir görüş dile getiriyorsunuz, ve hop bu görüşün kültürel iç savaş dilinde ne anlamlara gelebileceğini, hangi cephelere sürülebileceğini hissediyorsunuz, hemen başlıyorsunuz açıklamalar döşenmeye: ben bunu dedim ama bunu derken şunu kastetmedim, bunu da kastetmedim, şunu kastetmediğimi herhalde okurlar biliyorlardır (di mi, di mi?), vs vs.

Sola dair tartışmalarda durum daha da karmaşıklaştı. Ben düne kadar Deniz Gezmiş hakkında bir dolu eleştirel düşünceye sahiptim (bakın ben de açıklamalara başlıyorum bu parantezle: hala da sahibim, ama...) ve konu denk gelmediği için bir şey yazmamıştım (hatta belki de bir yerlerde yazmışımdır ama çok üstünde durmamışımdır, aklımdan çıkmıştır), fakat şimdi yazacak olsam bir araba açıklama eşliğinde yazmam gerekir. “Bunu diyorum ama şu pozisyonla beni ilişkilendirmeyin ben o pozisyona da karşıyım, aman bu pozisyonla da ilişkilendirmeyin bu pozisyona da karşıyım,” diye diye gidiyor. İş bir Tristram Shandy estetiğine doğru uzanıyor. Veya Camilo Jose Cela’nın Arı Kovanı romanındaki gibi, ondan ona ondan ona geçiyor hikaye...

İşin ilginci yüksek perdeden Deniz Gezmiş eleştirisi yapanları da eleştirmek istiyorum ama gene çantamdaki açıklamaları vakit kaybetmeden çıkarıp masaya koymam gerekiyor. (hayır ben şu pozisyondan sizi mahkum etmiyorum, hayır öteki pozisyondan da etmiyorum, efendim benim pozisyonum, vs vs.)

Öte yandan Deniz Gezmişlerle ilgili tartışma aslında kritik. Tarihyazımı bugünü belirler. Türkiye solunun tarihini nasıl yazarsanız yarının Türkiye solu da ona göre şekillenecektir. Tarihyazımı tarihçileri ilgilendiren bir uzmanlık müessesesi değildir. Açıklamalara boğmadan konuşmak gerekiyor. O yüzden (mümkün olduğu ölçüde elbet) pozisyonel açıklamaları metnin belirli bölümlerine yığıştırıp teorinin gelişimini serbest bırakmak gerekiyor.

HALA DAHA TEORİ YERİNE KURAM DİYENLER

Teori sözcüğünü kuram ile karşılamanın ne kadar sorunlu olduğu üzerine çok yazdık. Ve bu sorunlu olma hali bir dilbilim hatası ya da teknik bir konu değil ideolojik bir sorunlu olma hali. Bugünlerde herkes çat kalem birilerini birşeyler ilan ediyor ya, sola bakan darbeci sağa bakan akıldan noksan, yukarı bakan liberal, aşağı bakan neo-liberal sayılıyor ya, ben de “teori” sözcüğü yerine “kuram” kullananları “kemalist, devletçi, hiyerarşi aşığı ve yukarıdan inmeci” ilan ediyorum!

Benim tahammülsüz yorumlarıma bir anlam veremiyor ve konuyla ilgili daha sabırlı ve ikna edici üslupla yazılmış bir ince eleyip sıkı dokuma metnini okumak mı istiyorsunuz, buyrun Savaş Kılıç’ın Siyahi dergisinin 5. Sayısında yayımlanan “Teorik bir Kazı Denemesi: Teori, Nazariye, Kuram” başlıklı denemesine: http://kitabe.blogcu.com/teorik-bir-kazi-denemesi-teori-nazariye-kuram/3821322. Gerçi deneyimlerim gazetede görülen bir web sitesi adresini kimsenin not edip de internete girmek için kullanmadığını, internet linklerinin gene online görüldüklerinde tıklandıklarını söylüyor ama araştırın dergiyi bulun demek de daha güç bir yolu işaret etmek olacak. Ayrıca, bu yazıyı şu anda internetten okuyor olmanız da imkan dahilinde elbet...

SOL NASIL BÖLÜNMELİ

Sol, biliniyor, kişisel sebeplerle dahi bölünebilir, ama kişisel sebeplerle bölünen bir sol hareket bile en azından kendi iç dinamikleri çerçevesinde bölünmüştür. İsterse bu iç sebepler doğrudan politik olmasın. İnsani bir ahlaksızlık bazen uzun politik argümantasyonlardan daha fazlasını açık eder. Hem kişisel olan politiktir demiyor muyduk? Fakat bölünme egemenlerin bölünmesinin gölgelerini kapışmaktan kaynaklandığında durum tatsızlaşıyor. Kendisine dair sebeplerle bölünemeyen, saflaşamayan bir sol ciddi kan kaybetmiş durumdadır. Referandummania yenilgisinin tüm taraflara eklemlenen sol öğelere verdiği zararın arkasında bir de bu var.

REFERANDUMMANIA’DAN SAĞ ÇIKAN VAR MI?

Referandum sonuçları açıklandığında, ister evet çıksın ister hayır, hiç bir radikal sol öğe şapkasını sevinçle havalara fırlatıp sokaklarda zafer konvoyları oluşturamaz diyordum. Hiçbir sosyalist/anarşist sorunsalın referandum ile çözülemeyeceğinden değil yalnız, sosyalist/anarşist davaların toplumdaki aciliyetleri, hayatiyetleri ve geçerliliklerine dair algıların toptan gerilemesine müsaade edildiği için de havaya şapka fırlatacak bir yüzümüz olamaz ve olamazdı. Toplumsal taban yoksunluğu bulunduğu için, radikal sol kendisini kanaat etkileme savaşında kanaat önderleri üzerinde baskı silahı olarak gördüğünde en güçlü momentlerinden birisini yaşadığı yanılsamasına kapılabiliyor. Karşılaştıralım, evet veya hayır’ın defansı için harıl harıl argüman üretip yaymak ve evet’i ya da hayır’ı berkitme çabalarına entelektüel mühimmat sağlamak mı solun özneleştiği, güçlendiği, kendi sözünü yaydığı ve meşrulaştırdığı bir momentti, yoksa, en basitinden, Tekel Direnişi mi, veya Hrant Dink cenaze nümayişi mi?

TEORİK PANİK

Radikal solun bu süreçteki en büyük sıkıntısı teorik paniktir. Yenilgi, zayıflık, dışarda kalma duyguları köşeye sıkışma hissi oluşturuyor. Radikal solu güçlü olduğu yerlerde aslında güçsüz olduğuna inandırmayı başarıyorlar. Teorik panik de beraberinde panik kararlar getiriyor. Burada aslında, nasıl Kürtler, Kürtleri temsil mevkiinden dışlanmaya, yerlerinden edilmeye çalışıldılarsa, sol da solu ve sol değerleri temsil mevkiinden dışlanmaya, yerinden edilmeye çalışılıyor. Ve korkarım bu ikinci cephede egemenler şimdilik daha başarılılar. Ama futbolun en güzel tarafı 90 dakika olması, hatta uzatmaların da oynanması, ve uzatmalar dahi bittiğinde ve herşeyi kaybettiğinizde, bir sonraki maça bakıcaz diyebilmeniz...