Bu Blogda Ara

Pazar, Nisan 18, 2010

ENDÜSTRİYEL KÜLTÜRE KARŞI III: KÜLTÜR A. Ş.

KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

ENDÜSTRİYEL KÜLTÜRE KARŞI III:

KÜLTÜR A. Ş.

BirGün gazetesi, 18 Nisan 2010, Dalalet 16/124

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Endüstriyel futbolun gerçek futbol sevgisini öldürmesine karşı gösterilen direnişin endüstriyel kültüre karşı neden gösterilmediğini sorarak başlamıştık analize.

Endüstriyel kültür ‘hadise’lerle işler. Marka değerleriyle çalışır. Kültürün de ‘şampiyonlar ligi’ vardır, ‘elit kulüpleri’ vardır. Çekilen her film bir hadise haline getirilmez, yazılan her roman bir hadise olarak lanse edilmez, açılan her sergi bir ‘hadise’ muamelesi görmez. Ama bazıları görür, bazıları getirilir, bazıları lanse edilir. Bu bazıların seçimi pazarın seçimi olarak işlediğinde endüstriyel kültür akışa damgasını vurmuş olur. Ticari kaygılar renk değiştirerek devreye girer, ‘prestij’, ‘marka değeri’ gibi kavramlar isimlerini söylemeden, elinizi sıkmadan yönetime el koyarlar.

Endüstriyel futbola karşı geliştirilen muhalefetin önemli bir bileşeni alternatifi aramak, alternatife dair arayışları diri tutmak, desteklemek oldu son süreçte. Yani endüstriyel futbol karşıtları Fenerbahçe – Galatasaray derbisini izledikten sonra ‘en soldan derbi eleştirisi yapan gibi ben gözükeyim’ kurnazlığıyla kalemi ellerine alanlar olmadılar, aksine, yavaş yavaş bakışın yönünü değiştirmeye koyuldular, önce Sivasspor ile Antalyaspor arasında oynananın da maç olduğuna ve kendine has bir geçmişe dayanabileceğine, kendine has bir bugünü üretebildiğine dikkatimizi çektiler, sonra bununla yetinmediler, İkinci Lige baktırttılar, insanın İkinci ligde mücadele eden bir takımın taraftarı olabileceğini anlattılar, hatta kendileri bizzat örneklediler, giderek amatör mahalli liglere kadar bakışımızı esnettiler ve bununla da yetinmeyip buralara dair haberleri ulusal basına sızdırdılar; öte yandan, mevcut takımların, kimin daha çok taraftarı var, kimin reytingi daha yüksek, kim daha çok kupa almış gibisinden sayılabilir başarı kriterleriyle ölçülmesini aksatacak şekilde şehirle-takım ilişkisini, taraftarla-takım ilişkisini başlı başına bir esaslı kriter olarak masaya getirdiler. Artık bir takım sadece temsil ettiği bir değer, tarihindeki bir an, sergilediği bir ahlaki tutumla ‘büyük takım’ oluveriyordu. Örnekleri arttırmadan hemen kültüre bağlayalım. Bugün kültür sahasında buna benzer bir çabanın güçlenişinden bahsedebilecek olan var mı?

Endüstriyel Kültür’ün en olmazsa olmaz destekçileri kuşkusuz dibinden ayrılmayan, mış-gibi-yapma’nın üstadı ‘muhalifleri’, gölgesinden uzak düşmemek için çırpınan ‘eleştirmenleri’dir. (Aynı kategori futbolda da mevcut; sürekli şu ya da o büyüğün başkanını, başkanlık sistemini, yönetimini, orasını burasını eleştiren ‘gösteri yazarları’ var. Dertleri ülkedeki futbol algısının değişmesi değil, kendilerine dair algının değişmesi olan ‘eleştirel’ yazıların kompetanıdır ‘gösteri yazarları.’)

Endüstriyel Kültür’ün bunca rakipsiz işlemesinin arkasında muhalif seslerin en cazgırlarının işte bu tip ‘gösteri entelektüelleri’nden, ‘gösteri yazarları’ndan oluşması yatıyor. Bir ‘gösteri entelektüeli’ hep Endüstriyel Kültür’ün hadise haline getirdiği birşeyler hakkında kalem oynatır. Aslında uzun zamandır siyaset çalışmadığı için siyasi bir tartışmaya giremeyecek durumdadır ama burun kıvırır gözükmeye dikkat ettiği Endüstriyel Kültür hadiselerine hep geçmişten kalma tekdüze (olabildiğince yeni tartışmalara uzak, merkezi, mümkünse ortodoks) siyasi perspektiflerle eleştiri getiriyormuş gibi görünür. Bazı futbol ulemalarının alışkanlık haline getirdiği gibi, bir büyük takımın teknik direktörü (gişe yapan bir film diye okuyun) horgörülürken gösteri entelektüeli onu kategorik bir burjuvaziyi ötekileştirerek savunur, sonra bir başka büyük takımın santroforu (öne çıkarılan bir romancı diye okuyun) göklere çıkarılırken, birden onu yeren tek (veya en azından ilk) kişi olma yarışına katılır. Gösteri yazarları bakışı asla esnetmeye çalışmazlar, aksine, hep merkeze bakarlar ve herkesin de merkeze bakmasını isterler. Ama, tabii, çabaları başarılı olursa, merkeze baktığımızda artık onları da göreceğizdir: merkezin dibindeki/gölgesindeki ‘eleştirel gösteri yazarı’ olarak göreve hazırdırlar. En hadiseleştirilmiş, en popüler filmlerin, en hadiseleştirilmiş, en mega sergilerin, en pompalanmış, en hadise değeri taşıyan romanların eleştirmeni olarak bilinmek, tanınmaktır temel dertleri. Alternatif bir kültürün yokluğundan da ilk onlar yakınabilir, ama alternatif bir kültürü kurma çabasına asla emek harcamayacaklardır. Benim Kültür A. Ş.’m işini bilir: kuşkusuz kendi kendini pazarlama konusunda da çok iyidirler. Tek bir teoriyi yirmi yerde yirmi yıl satabilirler, tek bir çalışmayı binbir kalıba sokarak dolaşımda tutabilirler. Tabii hep, ama hep, merkezden kopmamaya dikkat ederek. Kültür dünyasını hep siyasi terimlerle hizaya sokarmış gibi yapan, genel olarak kültüre yukarıdan bakan, siyasetle yıkanmış biri süsü verirler kendilerine –ama gerçekte elle tutulur siyasi hiçbir şey yazmayıp hep kültür üzerine ‘kariyer bina etmektedirler’. Tutarlılık gibi bir dertleri de yoktur çünkü zaten hep merkeze bakan göz parıldayan ‘hadise’lerin ışıkları altında sersemlemiş bir gözdür. Hiçbir şey adamakıllı tartışılmaz. Bugün kolejleri yakalım deyip yarın bir özel üniversitede çalışmaya başlayabilirler. Su başlarını tutmanın gösteriye giden yolda çok mühim olduğuna kanaat getirdiklerinden hep buna oynarlar. Bunlardan birinin, her an dinlemede olmakla övünen bir yazarına verdiği tavsiye şöyleydi: “aman sen de benim gibi Bienali eleştir, eleştirince Vakıf’tan açılışa davetiye ve bedava bilet gönderiyorlar!”

Alternatif kültür alternatif emek ister diye bu köşede yıllar önce de yazmıştım. O zamanlar henüz futboldaki etkili çıkış bu kadar sonuca ulaşmamıştı. Bugün işte futbola bakın diyebiliyorum. Bir dolu adam alternatif emek harcadılar, başka yere baktılar başka yere baktırdılar ve bir dolu farklı sonuç alınmakta bugün.

Alternatif emek şu temel, vazgeçilmez ilkenin ısrarla uygulanmasına dayanır: hadise diye karşına çıkartılanın dışında neler yapıldığını kendin emek harcayarak arayacaksın! Önce kendi bakışını merkezden çekecek, esnetecek, çok daha geniş bir alanı alıcı gözle süzmeye başlayacaksın, sonra başkalarının bakışlarını çevirmeye yöneleceksin. Alternatif emek ürkütür, çünkü değerlerin yeniden değerlendirilmesini içerir. Alternatif emek risk almak demektir: hadiseye dönüştürülmüş bir fenomene ayrılan her dakika gösteri yazarının kariyer sofrasına altın tepside dönebilir, ama alternatif sahalarda üretilmiş, kültür hegemonyasının periferisinde kalan her üretim risklidir. Birincisi oraya ayıracağınız zaman kariyerinize hiçbir şey katmayabilir, ikincisi yereyim deseniz yermek bir işinize yaramaz, öveyim deseniz kendinize ait bir değerlendirme ölçütüne ihtiyaç duyarsınız ki o konuyu hiç açmasak daha iyi.

Endüstriyel kültürün önünün kesilmesini engelleyen bir başka öğe kaldı değinmediğimiz: güvensiz okur... Kimsenin muhatap almadığı, varlık içinde yokluk yaşayan, güvensiz okurdan devam edeceğiz...