Bu Blogda Ara

Pazar, Nisan 04, 2010

ENDÜSTRİYEL KÜLTÜRE KARŞI!

KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

ENDÜSTRİYEL KÜLTÜRE KARŞI!

BirGün gazetesi, 4 Nisan 2010, Dalalet 14/122

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Bugün şunu ifade edebilir durumdayız: futbol entelijansiyası kültür entelijansiyasından daha solda! İlginç ama durum bu. 90lı yıllarda başlayan, futbolla ünsiyetini dile getiren solcuların futbol kültürünü de hem çeperden hem merkezden değiştirme ve dönüştürme hamleleri 2010lara geldiğimizde pek çok meyve vermiş durumda. Endüstriyel futbola karşı olmak bugün soldan futbola bakmanın doğal bir refleksi haline geldi. Öyle ki endüstriyel futbol ifadesi taraftar forumlarına, taraftar jargonuna dahi yerleşti. Dünyanın farklı yerlerindeki futbol kulüplerinin siyasi arkaplanlarının sürekli gündemde tutulması ve sol eğilimlilerin hafiften efsaneleştirilmesinden Adana Demir – Livorno şenliğine kadar işlerin ilerlemesine, en alt liglerden takımlarla ilgili haberlerin ulusal medyaya taşınabilir hale gelmesinden Anadolu taraftarlarının taraftardan sayılmasının pekiştirilip üç büyüklerin ülke çapındaki hegemonyalarının uzun vadede altının oyulmasına kadar geniş bir yelpazede futbol entelijansiyasının çok etkili ve olumlu işler yaptığını söylemek mümkün. (Neden bunca enerji futbola ayrılıyor sorusunu her futbola uzak kişi ilk ağızda soruyor biliyorum. Bu konuyu şimdilik bir kenara bırakalım.) 80lerde, ben futbol aşkıyla ilk dolduğumda, İslam Çupi’nin olağanüstü performansını bir kenara koyarsak, günümüzde rahatlıkla ve yaygın bir biçimde futbol ulemaları denilerek ötekileştirilebilen zihniyetin temsilcileri futbol kültürünün tek sahipleriydiler. Bugün futbol entelijansiyası sahneyi çok değiştirmiş durumda. Futbolla ilgili onlarca kitap yayınladılar, özel kitaplar, çalışmalar hazırladılar. Futbol eleştirisine sosyal eleştiriyi ve ahlak eleştirisini soktular. Daha merkezdeki temsilcileri bile, “ben Türkiye’nin Avrupa Futbol şampiyonası’na evsahipliği kazanma kampanyasını desteklemiyorum eğer Güneydoğuda maç yapılmayacaksa” diyebiliyor. Bunun arkasında durabiliyor. Federasyon cevabi açıklama yapmak zorunda kalıyor. Futbol ulemasının günümüzde artık bir söylemsel gücü yok. Onlara işin şov kısmını bir elde bikini diğerinde tuvalet kağıdı üstlenerek yayın hakkını elinde bulundurmayan kanallara ekstra reyting imkanı hazırlamak görevi verildi. Ve bu görevde dahi marka değerini düşürücü sayıldılar, lümpenlik için ayrılan sınırlı kontenjana buyur edildiler. Öte yandan futbol entelijansiyasının akıllı çocukları harıl harıl teori üretti, gündem değiştirdi, istatistik kartını attı, yaklaşımları yeniledi, farklı duyarlılıkları işin içine soktu, yabancı yayınları yakından takip etti, her zaman haberdar oldu ve haberdar etti. İçe kapalı futbol uleması dünyasını buradan da kırdılar. Dünya futbolunu televizyondan takip etme imkanının artması değildi mesele sadece, buna dünya futbolu hakkında enformasyonun da çok daha erişilebilir hale gelmesi eşlik etti. Futbol uleması bu enformasyona kapalı bir yerelliği temsil eder oldu. Anelka’nın Fenerbahçe’ye transfer edildiği günleri hatırlıyorum. “Fenerbahçe ile Galatasaray dışında takım yok, çok zevksiz bir lig” dediği Türkiye liginden kurtulduktan sonra kısa zamanda dünya futbolunun tepesindeki yerine geri dönen ve zaten olağandışı bir yetenek olmasına karşın uyum sorunları ve belki de Müslüman olması dolayısıyla emekli olmadan Türkiye Ligi’nde boy göstermiş olacağını düşünebileceğimiz Anelka’nın bomba transfer haberi kanaldan kanala dolaşırken ulemalardan biri şöyle demişti: “ben birşey diyemem, bir gelsin oynasın görelim nasıl futbolcuymuş, ondan sonra konuşalım!” Futbol entelijansiyasının beslediği ‘dünyalı’ genç futbol seyircileri böyle anekdaotları fıkra olarak anıyorlar sadece. Futbolda futbolcuların sendikalaşmasına, örgütlenmesine, direnmesine yönelik çağrılar, hem de son derece açık ve sosyalizan bir dille yapılan çağrılar, sendikalaşmasına izin verilmeyen gazetecilerin çalıştığı ve hazırladığı gazetelerde yayınlanmakta. Futbol entelijansiyası milliyetçiliğe karşı pozisyonunu çok güçlendirdi, üstelik futbolun uluslararası ve yerel sermayelerin elinde manipülasyonuna karşı da her tür direncin özenle altı çiziliyor.

Futbol gibi döner bıçaklarının, tribünden adam atmanın, PKK dışarıların, devlet ve şirket hakimiyetlerinin, para babalarının, oy avcısı partilerin, soyguncu belediye başkanlarının, maçoluğun, faşizmin, her tür mafyanın, şikenin ve bahisin cirit attığı bir ortamda durum bu iken, bu kazanımlar elde edilebilmişken, bizim nezih kültür ortamımızda durum ne diye bir soralım diyorum. En ana soru da şudur: Endüstriyel futbola karşı olmak bu kadar meşru da endüstriyel kültüre karşı olmak neden benzer bir meşruiyetten bunca uzak? Bu nasıl olabiliyor, nasıl oluyor da kültür endüstriyel kültüre teslim edilmişken kimse ses çıkarmıyor da profesyonel futbol gibi bir alanda daha fazla ve daha donanımlı direnişler görülebiliyor?

Normalde daha fazla solun kalesi gibi görülebilecek kültür alanında endüstriyel kültür gün be gün gücünü arttırmakta ama buna karşı direnme eğilimi çok zayıf. Futbol ulemaları var da kültür ulemaları yok mu? Ama işin garibi kültür ulemaları futbol ulemalarından çok daha fazla ciddiye alınıyor. “Babadır o herşeyi bilir,” derken yüzlere yayılan gülümseme mesele kültür ulemalarına gelince taşınmıyor, gerçekten hiza alınıyorlar. Dahası futbol piyasasındaki vahşi kapitalizmi her fırsatta teşhir ederek mesafe belirtmek futbol entelijansiyasında meşru iken kültür entelijansiyasında meşru değil.

Endüstriyel kültürün 2000lerde egemenliğini arttırmasından başlayıp kendini muhalif gibi pazarlayan gösteri entelektüellerine getirmek gerekiyor sözü. 2000’ler daha önce de vurguladığım gibi 80 sonrasının en apolitik onyılı oldu. 90lardaki gelişmeler, bastırılanın geri dönüşü hamlelerini yapacakları günü beklemek üzere geri çekildiler. Kültür alanında solun ve genel olarak sol değerlerin geriye çekilmesinin en yoğun hissedildiği dönem idi 2000ler. Şöyle bir hatırlayalım. Radikal Kitap Eki’nin 1 Ocak 2010 sayısında geçen on yılı değerlendiren imzalar üç aşağı beş yukarı aynı olguya dikkat çekiyorlardı: “Piyasa hakim oldu, kartlar yeniden dağıtıldı...” Söylenenlerden küçük bir derleme ile 2000ler manzarası verelim: “toplumsal sorunlardan uzaklaşan ve vicdanını yitiren edebiyat”, “tam bir roman patlaması, tüm cumhuriyet tarihinde üretilen romanın yarısı 2000lerde üretildi (7115’de 3040’ı)”, “çok satarlıkla iyi edebiyat arasında ayrım yapılamayan dönem”, “edebiyat eleştirisinin yerini kitap tanıtım yazılarının alması”, “üretimin çok eleştirinin az olduğu bir ortam”, “Türk romanı ve edebiyatı yolunu sözden çok kurguya çevirdi”, “Anadolu’da kitapçılar kapanmakta, baskı adedi ortalaması on yılda 2000den 1000e geriledi”, “Yapıt, ürün, iş geriye çekildi geniş çapta, yerini kişi, figür, efsane almaya yüz tuttu.”, “Hiçbir dönemde bu denli görünme hevesine kapılmamıştı yazı, sanat, düşünce adamları, kadınları. Her an, her türlü kameranın, objektifin karşısına dikilmekte, işlerini bırakıp kendilerini sergilemekteler.”

Bütün bu söylenenler, söylenmemiş ama gözle görülür başka olgularla da birleştirilince, apaçık bir biçimde Endüstriyel Kültür’ün büyük harfle Kültür haline gelmekte ve sahayı domine etmekte olduğunu göstermiyor mu? Artık adını daha net koymalıyız. En azından futbol entelijansiyasından biraz ilham ve cesaret alabiliriz. Endüstriyel Kültüre karşı meşruiyetimizi arttırmanın yollarını araştırmamız, bulmamız, ve alternatif kültürlerin varoluş imkanlarını deşmemiz, alternatif kültürünü çatmamız gerekiyor. Ama önce duruma yönelik biraz daha analize ihtiyaç var gibi. Bu konuya devam edeceğiz...