Bu Blogda Ara

Pazar, Haziran 26, 2011

ÖCALAN'IN SÖZÜNDEN ÇIKMAM ABİ

KÖŞE İSMİ: DALALET




BU YAZININ BAŞLIĞI:


ÖCALAN'IN SÖZÜNDEN ÇIKMAM ABİ


BirGün gazetesi, 26 Haziran 2011, Dalalet 78/186




Süreyyya Evren


sureyyya@mexico.com



Türkiye'de, malum, hayli yukarıdan bakan garip bir 'Öcalan tapıncı' eleştirisi var Kürt hareketine getirilen. Hoş, Öcalan'ın sözünün dinlenmediği bir durum olunca da üstünü örtüyorlar ama o kısmını karıştırmayalım işin. Diğer taraftan bakalım. Diyorlar ki, Kürtler öyle geri bir halkmış ki, öyle ilkel bir örgüte sahiplermişler ki, Stalin tapıncını falan da geçmişler; bir başka ilkel adamın, bıyıklı ve kara cahil bir adamın (kara kuru bir halka yakışır şekilde) sorgusuz sualsiz kölesiymişler, o adam ne derse onu yapıyorlarmış, bu adamın falsolarının, noksanlarının, yenilgilerinin, bayağılıklarının hiçbirinin farkında değillermiş, adam hapiste dahi olsa ruhani liderden öte bir fiili lider gibi onu izliyorlarmış, aralarında hata yapan olursa bu adam üstten bir tonla azarlarca ayar verince nasıl da sus pus oluyorlarmış, her biri birey olarak ne kadar erksizmişler, çocuk gibi pısıyorlarmış bu adamın karşısında, bu taptıkları adam da bir şey olsa bariymiş, göbeğini kaşımasıyla, düzensiz atıp tutma seviyesindeki konuşmalarıyla belagati Kaddafi'yi andırıyormuş, sözde modern bir parti kuran sözde solculukla flört halinde olan hareketse bu en temel özgürleşmeyi gerçekleştiremiyor, belki de eski bir korkunun devamı olarak, liderin manevi otoritesinden çıkamıyormuş, bu nedenle de gerçekten sol veya modern bir hareket bir türlü olamadığı gibi Kürt halkının genel geriliğini de bu itaatkarlik yansıtıyormuş.


Bu tuhaf 'eleştiri' kategorik bir yukarıdan bakma sevdalısı merkezden doğuyor ama sola doğru da sanki makul bir eleştiriymiş gibi yayılabiliyor. Dolayısıyla burada, bu ifadelerle aslında ne diyorlar ve neyi tersten okuyorlara bir bakalım.


Öncelikle hareketin Öcalan'ı bu denli ciddiye alması çok somut bir sonuç doğuruyor: iktidar da Öcalan'ı ciddiye almak zorunda kalıyor. 'Sayın Öcalan' geleneğini bile kişi tapıncıyla okumaya kalkanlar var, halbuki orada resmi tarihin ve devlet siyasasının bir ters giydirilmesi çıkıyor karşımıza. İktidarın Öcalan'ı ciddiye almak zorunda kalması Öcalan üzerinden kurduğu büyük aşağılama şebekesinin de paça parça sökülmesine yol açıyor. Elebaşı, bebek katili şu bu dedikleri figür sayınlaştıkça onun simgelediği hareket de sayınlaşıyor. Hareketin Öcalan'a abartılı gözüken saygısı dolaylı olarak her bir Kürt bireyi erklendiriyor. Öcalan geri saygınlık edindikçe o güne kadar anlatılmış resmi tarihin saygınlığı çöküyor. Kürtlerin bağımlılığının üzerine dayandırıldığı büyük anlatının kilit bir öğesi 'çirkin Öcalan' figürü. Ya da öyleydi diyelim. Çünkü Kürtler, kendi başlarına, tam da bu horgörüleni yücelterek, kişisel bir yücelme yaşadılar, her bir öğenin tek tek erklenmesini düştüğü yerden kaldırdılar, kaldırıyorlar. Öcalan'a devlet bir projeksiyon yapmıştı. O projeksiyonu kabul edip devletin veya liberallerin memnun kalacağı başka bir Kürt, veya 'bir başka Kürt', yaratmak yerine projeksiyonun içine girdiler, tersine çevirdiler. Kürtlerin bilinçsizce liderlerinin, hatta 'devrik' liderlerinin sözünü dinleyen bir kitle olduğu fantezisi, iktidarın kendi kendini kandırmasına veya kamuoyunu milliyetçi çizgilerde tutmasına katkı sağlıyor elbet, ama daha önemlisi hareketin resmi perspektifi doğduğu noktaya geri sokarak dağıtmasına karşı bir önlem görünümünde. Siyasi olarak bilinçsiz olmaktan en uzak öğelerin bugünkü Türkiye'de kimler olduğunu biliyoruz ama bilmiyormuş gibi yapıyoruz. Yoksa bilmiyor muyuz? Bilmeyenler mi var? Lider tapıncı dedikleri yaklaşım hareketin bütün tarihinin saygınlığını geri tesis ediyor, sayınlaşma siyasetin de dışardan legalizasyonu demektir; beraberinde de başkaları (yani iktidar) tarafından kurtarılmayı veya bazı haklar ihsan edilmesini beklemesi gerekmeyen, haklarını kendi başına alma geleneğini kendisi yaratmış bir hattın takipçisi oldukları hissi ve bunun tek tek herkesi erklendirmesi geliyor. Bu tabloya bakıp da 'lider tapıncı' analizi yapmak için Stalin'i epey bir unutmuş olmak da bir gerek şart kuşkusuz.


Aslında giderek hareket de sadece hareket olmaktan çıkıyor, hareketin geçmiş sekterlik günahlarını kendi pratiğinde taşımıyor, yeni bir yataylık ediniyor. İşte hareketin sadece hareket olmaktan çıktığı yerlerde hem Kürt toplumunu tüm siyasetleriyle, eğilimleriyle birbirine bağlayan bir organizmaya dönüşme adımları ortaya çıkıyor hem de bu organizmanın dönüştürücü perspektifini kimlik siyasetinden taşırarak yaşatmasını garanti altına almak üzere tümüyle tabansız radikal Türk soluna jestler yaptığını görüyoruz. Borç ödeme mi? Belki. Ama bence daha fazlası. Hareket kendi kendini hareket-sonrasına hazırlıyor. Bugündeki gelecekler araştırılıyor. Şimdi bu araştırmanın bir yandan da iktidarla göğüs göğüse bir çarpışma şeklinde geçmesi kritiktir. Hareket için son 'Dicle darbesi'nin istisnai bir yanı yok. Tümüyle antremanlılar. İktidarın kuralı bu. İktidarın aklı aslında pek öğrenen bir akıl değil bu örnekte. Fazla gelişmiyor. Sürekli aynı taktikten başarı umuyor. Kendine hayranlıktan da olabilir tabii. Mübarek dönemi Mısır iktidarını bu açıdan, Muhammed Bamyeh'in analizini takip edecek olursak, anımsatıyor: iktidar Kürtlere bakıyor ama göremiyor.


Çünkü bu ülkede iktidar tapıncı lider tapıncından büyük.