Bu Blogda Ara

Pazartesi, Nisan 26, 2010

YA OKUR!

KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

YA OKUR!

BirGün gazetesi, 25 Nisan 2010, Dalalet 17/125

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Profesyonel yazarların bizim özlediğimiz endüstriyel kültüre karşı duruş geliştirme arayışını kaldırabilecek özneler durumunda olmadıklarını konuşmuştuk. Yazarlardaki bu geriye çekilmenin sebeplerinden biri de 2000 sonrasında iyice teslim alınan okur pozisyonunun güvenilir bir platform sunmaması.

Dünya kültür tarihindeki hiçbir yenilikçi, devrimci, dönüştürücü kültür hareketi izlerçevresiz, alımlayıcılarsız, okurlarsız düşünülemez, okurlarsız gerçekleşmemiştir. Her atılım için bir ortam gereklidir. Yankı yapacak, cevap verecek bir dinamizm. Endüstriyel kültürün tıkır tıkır işlemesi için gerekli olan iki sacayağından biri kariyerizme odaklanmış kültür üreticileriyse diğeri de tüketim vizyonuna sıkışmış kültür tüketicileridir. Okur bir metni, daha eline almadan önce ona bir değer biçiyor ve bu değer günümüzde sıklıkla bir büyük yayın grubundan çıkma, pahalı bir prodüksiyon gibi durma, ‘kaliteli gözükme’ (bunun ‘kaliteli olma’dan farkı zannedilenden daha derin), ve en önemlisi, önceden prodüktör ve satıcılar tarafından icad edilmiş değeriyle birlikte pazarlanmış olma gibi kriterlerle belirleniyor. Bu, ürünler arasında yolumuzu bulmak için başvurduğumuz yayınların okurlara değil prodüktörlere endeksli kurgulanıyor (kurgulanmak zorunda kalınıyor) olmasının da doğal bir sonucudur. Bütün bu oyunu tersine çevirme gücünü elinde en fazla bulunduran güç yazarlardan, sanatçılardan çok okurlar, alımlayıcılardır aslında. İşte okurun elinden bu güç 2000lerde çok ciddi biçimde alındı. Kafasına vura vura güçten düşürüldü okur. Şimdi üzerine doğru yağan prodüksiyonlar arasında cebinin elverdiğince doğru tercihi yapmaya çalışırken kan ter içinde kalmakla meşgul. Kendisinin özneliği eline alıp metinlerin, ürünlerin izini sürdüğü, üretimlerini ve bir değere dönüşmelerini dolaysızca etkilediği günler giderek flulaşmakta.

Endüstriyel kültür, tercihlerin piyasa kriterlerine göre şekillendiği, değerlerin sayılabilir türden değerlere bitiştirildiği, değerlerin kültürün kendi değerlerinden hareketle yeniden şekillendirilemediği, tıkanık, ama durmaksızın akan bir sistemdir. Televizyon kanalı gibidir. Ne gösterildiği değil, akıştır farkeden.

Güvensiz okur bu döngüde varlık içinde yokluk yaşayan, kendi parasıyla rezil olan öğe olarak karşımıza çıkar...

Okurun kendine inancı dikkatlice yıkılır bu sistemde. Güvensizleştirilir.

Ülkede entelektüel zeminde, entelijansiya içinde, üniversitelerde, bilginin üretildiği, dolaşıma sokulduğu, denetlendiği, çerçevelendiği, süzüldüğü tüm kurumlarda, birimlerde, yerlerde, solun gücü geriye çekildikçe, sol geriledikçe, geriletildikçe, okurun güvensizliğine oynayan bir yaklaşım da o ölçüde hakim oldu. Okura bir pasiflik lanse ediliyor. Geride kalma hali.

Halbuki bizim bildiğimiz okura bir kitabı yetiştirmek heyecan vericidir. Sanki elinden kapacakmış gibi hissedersin. Okur kitaba pençelerini geçirmeye hazır bekleyen bir sözoburdur. Okur şunu sağlayandır ki genç bir yazar ilk güzel yazısını yayınladığında dünyayı değiştirmek üzere olduğunu düşünür.

Endüstriyel futbol izleyicisinden ne bekliyorsa endüstriyel kültür de alıcısından onu bekliyor: sürekli sunulanlar içinden seçim yapmaya odaklanmasını. Erk alanını bu seçime sunulmuş şıklardan ibaret olarak görmesini.

Okur olmak aslında muhatap olmaktır, ama endüstriyel kültür muhataplar aramaz, alıcılar arar. Hem şu alıcınızın ayarıyla oynamayınız denilen türden alıcılar, hem de saf satın alıcılar. Okur giderek kendi kendisinin ayarlarıyla oynamaya çekinir hale gelir. Kendi gündemini kovalayacak takati kalmamıştır. Endüstriyel kültür alıcıyı/okuyucuyu yorar. Ona başedemeyeceği bir gürültü sunar önce, sonra da o gürültüyü başedilebilir hale getirmenin şifrelerini sattığını iddia eder. Bu şifreleri alır, soluklanır, ve yolumuzu bulmaya çalışırız. Çok az riski göze alabilir hale gelmişizdir. İnisiyatif almamız ise haşa sözkonusu değildir.

Okur, aslında okuma yapandır, okuma yaptırılan değil. Ya da öyleydi...

Güvensiz okur dolaylı olarak endüstriyel kültüre karşı muhalefet kıvılcımlarını soldurur. Alternatif bir kültüre yönelen her girişim karşılığını bulabileceği okurlar/alımlayıcılar gereksinir. Bulamazsa, solar. İzlerçevresiz sanat devrimi yoktur.

KENDİNİ ONAYLAYAN OKUMA

İşin biraz da hafif kısmından bakıp okura bir iki şakalı dokundurma yapalım. Malum, şiirimizin en sevilen dizelerinden biri Turgut Uyar’dandır: “herşey naylondandı o kadar”. Acaba bu dize “ben naylondandım o kadar” olsa bunca sevilir miydi? Halbuki herşeyin naylondan olmasında bu dizenin okurlarının ve alıntılayanlarının da azımsanamayacak payı olduğu aşikar. Gel gör ki okur ‘ben iyi ve temizken etraf nasıl da fenaydı’ ana temasını hiçbir şeye değişmiyor.

Bir diğer örnek de Gülten Akın’dan, tüm zamanların en çok alıntılanan Gülten Akın dizesi: “ah kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya”.

Mesela bu dize de “ah hiç vaktim yok, durup ince şeyleri anlamaya” olsaydı acaba bunca alıntılanır mıydı? İnce şeyleri anlamaya vakit ayır(a)mayanlar, ‘beni ne güzel anlatmış’ diyerek sarılırlar mıydı?

Okurun kendi ‘yüceliğini’ temelsizce onaylamak için şiiri alet ettiği bu durumlar hiç de az değil.

Devam edelim. Sözgelimi sevilen, artık gündelik dile karıştı diyebileceğimiz bir Cemal Süreya dizesi: “kan var bütün kelimelerin altında”. Acaba bu dize “kan var bütün kelimelerimin altında” olsaydı bu kadar sevilecek miydi?

Herkes başkasının kelimelerinin altındaki kanı arıyor sonuçta.

Demek ki güçlü bir şiir, güçlü bir dize, bazen hakikati en güçlü şekilde yakalayan dize değil de, tersine, hakikatten en güçlü şekilde kaçmamıza yarayan, yarayabilen, bu amaçla araçsallaştırılabilen dize oluyor.

Nefis bir dize –çünkü beni masum gösteriyor!

‘Ortak duyarlılığa’ seslenen şöyle bir şiir de fena olmazdı halbuki alıntılamak için memlekette çokça:

“Ah hiç vaktim yok

Durup ince şeyleri anlamaya

Naylondanım o kadar

Kan var bütün kelimelerimin altında!”

KARDEŞ METAFORLAR

Kardeş halklar gibi metaforlar da herhangi bir kardeşlik elde etmekten çok mevcut durumu onaylaması beklentisiyle sürekli kullanılmakta.

-Biz kardeş halklarız!

-E peki ne yapalım o halde?

-Siz bize kardeş gibi davranın!

-Biz kardeş halklarız!

-E o zaman niye bok yedirdin?

-Nankör!