Bu Blogda Ara

Pazar, Şubat 13, 2011

MISIR MISIR'LA GURUR DUYUYOR


KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

MISIR MISIR'LA GURUR DUYUYOR

BirGün gazetesi, 13 Şubat 2011, Dalalet 59/167

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Devrimcili devrimlerin ‘mekan’ı başkanlık sarayıdır. Devlet sarayıdır. İdari merkezdir. Devrimin yapıldığını anladığımız ‘yer’, başkanlık sarayında iktidarın hiyerarşik tepesindeki küçük yer değişikliğinin mekanı olur. Piramid bozulmaz, ama piramidin tepesi değiştirilir. Olay piramidin tepesinde değişir ve tepeden aşağıya doğru dalga dalga bir değişim yaşanır –artık en alttakiler başka bir sıfatla anılırak en altta tutulacaklardır. Buna, yapının aslında değişmemesi anlamında ‘yapısal devrim’ denir.

Devrimcisiz devrimlerin ise mekanları yaygın, yatay, çoklu mekanlar olarak beliriyor. Devrimin yeni mekanbilimi sokağa taşıyor. Mısır devriminin görüntülendiği yer bir başkanlık sarayı olmadı. Mübarek iktidardan indiği anda bir kırılma noktası yaşandı ve bu kırılmayı gözleyebilmek için hepimiz Tahrir Meydanı’na, İskenderiye caddelerindeki trafik sıkışıklığını devrimci trafik sıkışıklığına dönüştürmüş ve sokağa taşarak fiilen danseden Mısırlılara bakmaya başladık. Devrimin yapılıp yapılmadığını anlamak için bakılacak yer orasıydı.

“Türkiye seninle gurur duyuyor” sözünün Türkiye’deki her tür özgür iradeyi yoksayan bir geçmişe sahip olduğu, özgürleşmeye değil tersine insanlık suçlarına bitişebildiği biliniyor. Şimdi Mısır’a bakarken bir halkın kendi kendisiyle gurur duyması anlarının neye benzediğini görebiliyoruz. Mısır, Mısır’la gurur duyuyor. Mısırlı olmak bugün bu gece –Mübarek’in fiilen indiği günün gecesi– gurur duyulacak bir özellik. Bu aşağıdan gurur bir faşistin faşistliklerine duyulan hayranlıktan değil bir halkın kendi özgürleşmesine duyduğu saygıdan kaynaklanıyor.

Tunus’tan başını gösteren aşağıdan, yatay, merkezsiz Arap Baharı, Mısır iktidarı gibi polisiye aygıtı son derece güçlü, deneyimli ve arkasında küresel güçler bulunan bir iktidarla karşılaştığında çoğu kimse umutsuzdu. “Koskoca Mübarek yer bunları,” deniyordu. “Yazık olacak Facebook kuşağına,” deniyordu. Peki nasıl oldu da eti ne budu ne isyancıların yürüttüğü bir eylem bir türlü ezilemedi? Özgür basının sözkonusu olmadığı bu yerlerde bir iki internet işareti ile biraraya gelen insanları güçlü yapan en temel noktayı unutmamamız gerek: meşruiyet... Sokağa çıkan bu insanların sokağa çıkışı meşruydu, öfkesi meşruydu, ve bu meşruiyetin tanınmasının önüne geçilemedi. Kaba kuvvetle, ayakoyunlarıyla meşruiyet bastırılamadı. Bu arada bu tür nümayişlerde cam çerçeve indirenlerin eleştirilmesinden hoşlanmam genelde; şu ‘tek iyi nümayiş barışçıl nümayiş’ kalıbının tehlikeli bir kalıp olduğunu hissederim. Ancak Arap Baharı nümayişleri Gandhivari bir şekilde yıkıldıkça kalkmadan ibaret ‘meşru olan benim’ duruşuyla kendilerinden çok daha güçlü silahlı kuvvetleri bükebileceklerini gösterdiler. Tahrir Meydanı’ndaki KFC çerçevelerini indirip indirmemenin bu mücadelede fasa fiso bir gündem tipine denk geleceğini de kabul etmek zorunda kaldık. Fiziki direnç içeriye atlarıyla develeriyle salınan ve üstelik de çok çirkin bir kaypaklıkla ‘Mübarek yanlısı halk’ diye yutturulmaya çalışılan devlet çetelerine meydanı kaptırmama noktasında karşımıza çıktı ve bu kez de Fanoncu bir meşruiyeti kullandı. Her zamanki gibi, Gandhici şiddetsiz devrim ve Fanoncu karşı-şiddete dayanan devrim birbirlerinin zıddı değil devamı olduklarını gösterdiler. Mübarek elinde ulus çapında bir copla problemin kaynağının neresi olduğuna ikna olursa oraya vuruyordu: internetse bela ülkenin internetini keselim dedi, halkı bastıranın kolluk kuvvetleri olduğu görüntüsüyse sivilleri salalım üstlerine, meydandan konuşabilmeleriyse meydanı işgal edelim, yabancı basın mensuplarıysa onları pataklayalım, parasızlıksa bütün memurlara anında zam yapalım, Cemal’den nefretse Cemal’i aradan çektiğimizi açıklayalım, vs vs. Ancak meşruiyet bütün bu cop darbelerine dayanıklı çıktı. Ve de Mısır halkı kendi meşruiyetini yalnız bırakmadı, onu korudu, risk aldı. Risk alarak canla başla meşruiyetine sahip çıktı.

Mübarek’in arkasındaki onca gücün de Mısır halkı tarafından yavaş yavaş burkulduğunu gördük bu süreçte. ‘Stabilite’ yanlısı bütün pozisyonlarını bir kaç gün içinde bütün destekçi devletler ‘halktan yana’ bir pozisyonla değiştirmiş gözükmek zorunda kaldılar. Çünkü kaybedenlerin birbirleriyle yan yana durarak aldıkları riski, kaybedenle aynı safta yer alma riskini egemenlerin bir an bile almaya cesaretleri yoktu. Dolayısıyla pes etmeyen bir meşruiyet daha fazlasını yapmak zorunda kalmadan küresel iktidarları da büküp kendi destekçisi haline getirebileceğini gösterdi.

Türkiye’ye çalakalem devrim analizi tercümeleri yapılmasını da hoş karşılamak gerekir. Böyle bir yanı var bu tür dönüşümlerin, fazla zaman yok, hemen dolaşmak ister sözler.

Ama bu acele söz almaların, Türkiye siyasi iklimine durumu acele tarafından tercüme etmelerin, meşruiyetin nerede durup nasıl mücadele ettiğine değil de meşruiyete nasıl el konulabileceğine odaklanması çarpıcı. Mısır’da devrimci bir ayaklanma olur olmaz “biz bunu Türkiye’deki mevcut pozisyonumuzu haklı göstermekte acaba nasıl kullanırız” telaşına düşmek, veya ayaklanma yeni bir Mısır halkı yaratma yolunda zorlu bir mücadele verirken “ya başarırlarsa ve bu bizim Türkiye’deki pozisyonumuzu zora sokarsa, en iyisi baştan horgörelim” kaygısı yaşamak (biri Mısır devrimini öven diğeri yeren gibi dursa da) Mısır’a bakarken Mısır’ı görmek istemeyen iki bakış olarak karşımıza çıktılar.

Halbuki soru, şimdi Mısır iktidarına ne olacak sorusu değildir. Soru, biraz önce Mısır halkına ne oldu sorusudur.