Bu Blogda Ara

Pazar, Ağustos 15, 2010

KAMPLAŞMANIN ŞİŞİRİLMESİ: REFERANDUMMANİA

KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

KAMPLAŞMANIN ŞİŞİRİLMESİ: REFERANDUMMANİA

BirGün gazetesi, 15 Ağustos 2010, Dalalet 33/141

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Referandum, güç yitirmekte olan kamplaşma atmosferini şişirmenin, pompalamanın en ideal formu olduğunu gördüğünüz gibi çok kısa sürede ispatladı. Bırakınız bizim gibi mikro siyaset, aşağıdan siyaset, her an her yerde yatay siyaset ağları yanlılarını, parlamenter pozisyonların takipçileri bile referandum gibi bir ‘siyah mı beyaz mı sürahisi’ içinde eriyip gidiyorlar. Referandumda gri yok. Ya sev ya terket siyaseti referandum. Ya sev ya terket seçimi. Hele çeşitli sol duruşlar için önerilen, yetmezamaevet veya milliyetçideğilimamahayır gibisinden tavır alternatifleri ya sev ya terket sorusuna şu tip cevaplar durumunda: terkediyorumamakalbimburdakalacak veya layıkdeğilsinamaseveceğim...

Referandumun sağlıklı bir siyasi tartışma zemini doğurduğunu kimse söylemesin. Zaten kimse de söyleyemez sanırım. Bu iş bir mania kıvamında işliyor: referandummania. Her türlü siyasi olguyu, niyeti, detayı, ayrışmayı, hepsini tek bir siyah/beyaz’a tercüme etmek zorundayız. İşi daha da kompleks bir hale sokan manevra da şu: gerçekte oylanması beklenen paket siyah/beyaz bir netlikte değil. Paketi tefsir etmemiz gerekiyor. Herkes birer Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır olmak baskısı altında. Ayrıca niyet çözümlemesi ve ‘aslında referandum sonrasına sonuçlar nasıl etki edecek’ spekülasyonlarına çağırılıyoruz. Dolayısıyla referandum form olarak zaten karmaşık siyasi temsilleri tek bir siyah/beyaz’a tıkıştırmanın damardan cisimleşmesi iken bir de üstüne referanduma konu edilen sorunun dahi indirgenmesi gerekiyor. Sözgelimi 12 Eylül anayasasına evet mi hayır mı referandumu gibi net değil seçenekler.

Siyasetin askıya alındığı bir sürece sokulduğumuzdan da o yüzden dem vuruyorum. Siyaset bir ölüm kalım meselesidir diye duyunca yanlış anlamak gibi önümüze konulan: hayır, bir sıkıyım mı sıkmayayım mı meselesi değil siyaset...

Referandum yutuyor. Daha da yutacak. Yüzde 50 civarında evet hayırlarla bölünmüş bir Türkiye farklılıkların birlikte siyasallaştığı bir Türkiye’nin tam tersine farklılıkların birlikte sıvılaştığı bir Türkiye sunuyor.

Ben bir kez daha konumları itibarıyla Kürtlerin en doğru arayışı yakaladıklarını düşünüyorum. İdmanlı olduklarından belki de. Ama yalnız kalınca yaptıklarının gücü zayıfladı ve etnisize oldu. Halbuki BDP ile birlikte CHP’sinden DSİP’ine ÖDP’sine TKP’sine sendikasına bütün sol yelpaze boykota girip referandum gündemini reddetseydi, islamcılarla faşistler kaleleri seçip kendi aralarında top çevirselerdi boykot siyasi bir kuvvet olarak belirir ve bir sonraki adıma doğru siyasi sol tazyikin –herkesin kendi anlayışı çerçevesinden– daha güçlü ses vermesi garanti altına alınmış olmaz mıydı? Şimdi terket de çıksa sev de çıksa solun öznelik talebi zedelenmiş durumda olacak. Öznelik mücadelesinin siyasi mücadeledeki hayati yerini teninde hisseden Kürt konumunun böylesi momentlerde daha diri olması normal belki de.

Tabii denecek ki, birincisi Geçti Çarşamba Pazarı Sür Eşeğini Perşembe Pazarına... İkincisi bana denebilir ki, sana ne, sen anarşistsin, zaten bu şekilde siyasi bir sonuç çıkamayacağını savunmaktan geliyorsun. İki itiraza da eyvallah.

Öyleyse, süreci etkileyecek mevkilerden söz almadığımıza göre, kendi sol floramızdaki etkileri üzerine üç beş noktanın altını çizerek toparlayalım.

Üçüncü yolculuğun ve solun özne konumunu güçlendirmesinin artılar elde ettiği bir kanyonda yukarıdan birileri referandum kayaları yuvarladı diye özetleyebiliriz başımıza gelenleri. Geri çekilip kayalardan zarar görmemeye, sonra da kayaları kenara çekip kanyondan çıkmaya çalışmak gerekiyor.

Bununla az çok bağlantılı olarak, referandum gibi kamplaşma şişirici formların baskısı altında daralmış sol ufkun geri canlandırılması her şey bir yana şu basit sorun için de çok gerekli: şirket-devletin giderek büyüdüğü, neo-Özalizmin neo-liberalizmi küresel bir son durum olarak dayatmaktan çekinmediği bir ortamda direniş gerekiyor. (Garip bir şekilde son ekonomik krizin kapitalizmi uğrattığı prestij kaybı Türkiye’deki zihniyetleri ‘teğet geçti’. Yani esas teğet geçen bu oldu. Kriz dan dun vurdu, ama krizin yol açtığı tek imparator kapitalizm her şeyi tek başına çözemiyormuş meğerse dalgası teğet geçti. Ne iktidar ne onun söylemleri ne de kamuoyu bu sorgulamayı ciddiye aldı, dikkate aldı.)

Referandummania çok güçlü. Bir parçası olmamaya kalkmak, geri durmak, otomatikman bir tarafın hizmetinde yutulmaya onay anlamı taşır diyenlere söyleyecek fazla söz kalmıyor. Çünkü bu tip çekilmelerin kendi kendini azizleştirme olmaması için hakiki bir siyaset eşliğinde kotarılması gerekir. Bunu da yapamadık diye görüyorum. Hiçbir solcunun, referandumun ertesi sabahı, yaşasın hayır çıktı veya yaşasın evet çıktı diye havalara uçabileceğini sanmıyorum. Bence her iki kamptaki solcular için bir kaybet-kaybet anlaşması var imzalanmak için masaya sürülen. Ve büyük oranda, imzaladık bile.

Bu kanyonu genel olarak Sol, Türkiye Solu kaybetmiştir diye bakıyorum. Dolayısıyla en kısa sürede referandum sonrasına odaklanmaya başlamak gerek. Kalınan yerden özneliği geri alma mücadelesine dönmek için hiçbir şey için değilse...

Referandum bir siyasi form olarak bizim kutup sevdalılarımızın en aradığı deva imiş meğerse. Bir değil iki değil daha fazla referandum olsa, bütün sorunlar, karmaşık referandum paketleri halinde çözülse, her zaman birileri yetmezamaevet veya azamahayır cepheleri kurmak zorunda bırakılsa son derece mutlu olacaklar belli ki. Siyasetin; sorunların farklılaşan perspektiflerle ele alınması olarak değil de iki büyük bloğun ince bir referandum köprüsünde biri düşene dek boynuzlarını birbirlerine geçirecekleri bir performans olarak algılanması ilk başta şirket-devlet anlayışının, neo-Özalizmin hoşuna gidiyor. Siyasetteki kutupların erimeye yüz tuttuğu, siyasi meselelerin solun Taksim’de 1 Mayıs, Tekel direnişi gibi hamleleri ve DTP/BDP’nin kendimizi biz temsil ederiz teşekkürler direnci gibi adımlar sayesinde gündemdeki ağırlığını arttırdığı, dolayısıyla üçüncü yolculuğun hem güçlendiği hem kalabalıklaştığı hem de çeşitlendiği bir evreye girmiştik. Referandum ve referandum zihniyeti bizi oradan çıkartmaya, tekrar mantığın geriye gittiği, kutupların arasında tercih yapmanın ya da boykot ile siyasetin dışında kalmanın dayatıldığı bir eli kolu bağlılık noktasına oturtmaya çalışıyor. Şirket devlet, kutuplaşmayla işleyen iki karşıt kamp (globalist-islamist kamp ile nasyonalist-laik kamp) resminde huzur buluyor. Solun gündeme getirip özneliği geri almaya kalkıştığı bütün alanlar anayasa tartışmasının ya evet ya hayır atmosferinde teferruat olarak damgalanıyor. Aslolan ne: ya herru ya merru. Teferruat olan ne: ekonomik adaletsizlikler, siyasi adaletsizlikler, sosyal adaletsizlikler, kültürel adaletsizlikler, vdleri.

İktidara aslında seri referandumlar gerek; kutupların erimesi, şirket-devlet anlayışını bir üst iktidar kademesine taşımak isteyen AKP’nin aleyhine. Bu iç savaş mantığından, dondurucu kutuplardan memnunlar. Referandumda sonuç her durumda lehlerine çünkü ülke tekrar apolitize oldu. Referandumda evet mi hayır mı çıkacaktan önemli olan referandum sonrasında siyasete hızla dönüş yapılabilecek mi yapılamayacak mı?

Şöyle bir iyimser yorum da yapılabilir: sıcak yaz aylarını apolitize bir şezlongda YAŞ-toto oynayarak geçirmek herkesin kolayına geliyor olabilir. Eylül gelsin, fanatiklerin referandum köprüsündeki karşılaşması neticelensin, okullar açılsın, siyaset geri gelecektir...