Bu Blogda Ara

Pazartesi, Aralık 24, 2007

Tezkere kuşatmasını yarmak

Tezkere kuşatmasını yarmak-S.Evren
22-10-2007 Benim de söyleyecek sözüm var! İlgili diğer dökümanlar

birgun.net
SUREYYYA EVREN
20/10/2007

Milliyetçilik gaz bombası gibi yayılıyor tüm kültürel ve siyasi mekânlarımızda. Durup dururken bazı şeyler 'düşünülemez' ilan edildi. Düşünülemez diye bir şey yok, bunu önce bir geri hatırlayalım dese birisi, ciddi bir çıkış yapmış sayılıyor. Sihirli lambalar organize bir şekilde ovuşturuldu ve akıl almaz bir şey olmuş gibi oldu, çok, çok büyük bir şey. Olağandışı başka şeylerin olmasını gerektiren büyüklükte ve itiraz kaldırmaz bir şey.

Ülke çapındaki bu politik tinsel manip ülasyonun nasıl gerçekleştirildiğini, hangi faktörlerin daha büyük rol oynadığını, sebeplerinin neler olduğunu, hangi yollarla işleme konduğunu ve kitle çapında kanaat üretiminin günümüz Türkiye'sinde ne şekilde işletildiğini ayrıca incelememiz gerekir, doğru. Hepimizin bu konuda farklı yaklaşımları, ayrı açılardan kurulmuş teorileri olacaktır ve bunlar hakkında konuşmayı süreklileştirmek lüzumlu görünüyor. Türkiye ve dünya siyasi gündeminin hangi maddelerinin kolaylaştırıcı ilacı uzattığını da araştırmakta fayda var. Ama şu anda acil olan mesele bu değil. Acil olan mesele şu: Kuşatmayı yarmak! Savaş-karşıtlığı savaş görünce eriyen bir buz değildir. Barıştan yana olmak "ama evladım sen de babana cevap vermemeliydin, olmaz böyle" demek değildir. Savaş karşıtlarına şantaj yapılamaz -"onu lanetle, bunu lanetle, yoksa lanetlenirsin," denemez. Savaş karşıtlığının meşruiyetine dil uzatılmasına izin verilmemeli...

Ayrıca, anti-militarizm politik bir pozisyonken birden daraltılıp duygusal bir haccın ihramına indirgenemez. Anti-militarizm siyaset yapmanın bir biçimidir, siyaseti geçersiz ilan etmenin değil. İnsanlığı kültürden, bağlamdan, siyasetten bağışık köşesiz bir beyaz oda olarak tahayyül etmez. İnsan günahlarıyla sevilir, sevilecekse. Yoksa sadece henüz tabularasa görünümündeki masum bebekleri sevmek kabul edilebilir olurdu. Barıştan yana olmak, adalet nosyonunu tümüyle kaybetmiş, günahsız bebeklerin toplumunu öngören bir idealist sloganla kendi kendini felç etmek değildir.

Kavramların yerleriyle oynayarak arabalarını gene aynı yoldan geçiriyorlar. Emperyal özlemlerini saklamak için anti-emperyalizm sömürüsü yapanlardan bıktık artık. 'Türk Solu'ndan temel beklentimiz, Türkiye devletinin çıkarlarını bir de soldan hesaplaması değil, dünyanın her yerinde soldan bekleneceği gibi, insanlığın iyiliğini, eşitliğini, özgürlüğünü öne alarak düşünmesidir.

Ve sol entelijansiyadan temel beklentimiz medya manipülasyonun parmağına yön değiştirtebilmesidir. "Doğru ya, siz niye babamızın sözünden çıktınız, çıkmasaydınız bunların hiçbiri başımıza gelmezdi" demesi değildir. Tersine, "baba iyi güzel de, sen niye benim öyle bir oğlum yok, görüşmem onunla diye tutturuyorsun, hangi çağda yaşıyoruz" diyerek babaya dönmektir. "Beş yıl kadar süren 'cumhuriyete inanma' odaklı çatışmasızlık döneminde neden bir çözüm üretemedin, bayramlaşmaya gelmişti niye yüzünü çevirdin" diye sorgulamaktır. Generaller 20 yılda sürekli katılım olmasını önleyemedik, bu konuda başarısız olduk diyor, öte yandan konforlu hayadan içinde ulusal hırslara kapılmış şair, yazar, ressam takımı, bir de bakıyorsunuz, hâlâ, 'kardeş halkları birbirine düşüren eli kanlı çeteleri' temizlemekten bahsediyor.

Kardeş halkın kalabalıklarıyla kardeş halkın 'aile içinde adı dahi ağza alınmaz' öğeleri arasında bir yakınlaşma görüldüğünde, aralarındaki mesafenin iyice azaldığı izlenimleri kamusal alana taşınır taşınmaz, medya aracılığıyla bütün babalar kalabalıklara ateş püskürüyorlar, çeşitli tehditler ve şantajlar havada uçuşuyor. Böylesi anlarda soldan beklediğimiz "aman güzel kardeş halk, babamızı dinleyin, o kötü çocuklardan uzak durun" telkinleri vermek midir, babaya bakışları çevirip "iyi de aradaki mesafe azaldıysa o zaman bu bahsettiğimiz şey başka bir kategoriye giriyor, ona göre muamele et" demek midir? İktidar bakandır, görendir, gözleyendir, kodlayandır; peki bizim işimiz iktidarın bakışını tersine çevirip onu görünür kılmak, tahakkümün işleyişini gözler önüne sermek mi, yoksa "barışçıl biçimde çık koltuğun arkasından, babamız seni arıyor" demek mi? 'Hırlı'nın hiç mi kabahati yok?

Yurtseverlik nasıl bir konjonktürel kavramdır ki herkesin yurdu için geçerli değil. Hangi insanlık değeri, sevilecek yurtları doğal bir hiyerarşiye tabi kılıyor bir söyleseler... Kan isteyenlere "sizin gibi yazarları cephelerde görmek isteriz" demek gerek. Edebiyatçının, sanatçının hele, ayrı bir duruşu, bazı yurtseverlerüstü, ülkelerüstü değerleri gözeten yanı olmalıdır. "Ülkemizi yıkmak istiyorlar, canlarına okuyalım haydi" diyen edebiyatçı olmaz. Olursa da bundan utanç duymamız gerekir. Sanat uzun hayat kısa demişler, uzun bir ömre ne haritalar sığar, kılıç kimdeye bakan çok, insan ne durumda biz ona bakmak durumundayız, bizim için soru budur. Barış, barış, ama herkes için, Batı Avrupa'daki steril ortamlar veya Kuzey Amerika'daki steril ortamlar veya İstanbul'daki steril ortamlar için değil. Her yerdeki herkes için.