Bu Blogda Ara

Pazar, Şubat 20, 2011

PERWER’DEN TUNUSA

KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

PERWER’DEN TUNUSA

BirGün gazetesi, 20 Şubat 2011, Dalalet 60/168

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Her konuda bir iktidar ikiyüzlülüğüdür almış yürümüş durumda. Şimdi bakıyorum, “Şiwan Perwer türküsünü özgürce söylemesi gereken ve sırf türküsüyle sevilmesi gereken biriyken nasıl olur da politikası dolayısıyla yerilir, vay bu ne faşistliktir” diyorlar. Bir dakika, daha dün Kusturica ile Naipaul’u siyasetleri kötü diye bütün devlet nezdinde ve devlet sanatçıları nezdinde ve İslam aydınları aurası altında aforoz etmediniz mi? Peki nasıl oluyor da Naipaul ve Kusturica sanatçı yanlarıyla değil de siyasetlerindeki beğenmediğiniz öğelerle kolayca nitelenebiliyorlar ve suçlanabiliyorlar, ama Perwer’e iş gelince sanatçının dokunulmaz üst katından bahsedilmeye başlanıyor!?!.. Bundan ne öğreniyoruz: bir sanatçı siyaseten yanlış bir pozisyonda durursa sanatçılığı da siyasetiyle birlikte yıkanır atılır, geriye bir şey bırakılmaz. Ama aynı sanatçı devleti ve İslamı değil de muhalefeti karşısına alan bir pozisyona girerse o zaman sözkonusu sanatçı ansızın dokunulmaz yüce sanatçı ilan edilir! Kimse “Kusturica filmleriyle sevilmelidir, siyasetinden bahsetmek faşistliktir” demez veya “Naipaul romanlarıyla büyük Naipaul’dur, kimse siyasetinden dolayı yazarımızı yargılayamaz, yargılayan da faşisttir” demez. Ama birden “Perwer sanatıyla Perwer’dir, müziğiyle yargılamamak faşistliktir” deniverir. Yanlış anlaşılmasın, Perwer tartışmasına girmiyorum ben bu paragrafla, baktığım yer orası değil. Baktığım yer nasıl bir kültür ikliminde yaşadığımız. Hangi değerlerin hakimiyeti altında olduğumuz. Hangi ikiyüzlülükler tarafından yönlendirildiğimiz...

TUNUS’A YUNANİSTAN’A BİR İKİ

Türkiye solunun neden Tunus’a, Yunanistan’a, Mısır’a tam huzurla kanı kaynamıyor? Neden huzursuz? Neden istediği bu değil? Bu soruların cevapları sol iklimimiz hakkında bize pek çok şey söyleyecek ipuçlarıyla dolu.

İlk önce fraksiyonel bir huzursuzlukla başladı, niteliksel bir huzursuzlukla devam etti. Yunanistan’da 2008’de patlak veren isyanın anarşizan karakterini örtbas etme, ‘gençlik ayaklanması bu aslında’ deme telaşına düşenler olmuştu hatırlarsanız. Hani sanki anarşizmin ayaklanmadaki asal rolünden bahsedilirse bir şey kaybedilecekmiş gibi. Çok da yersiz bir korku aslında. Birincisi korkanların burada herhangi biri tarafından tehdit edilebilecek bir siyasi hareketleri yok; ikincisi öyle bir hareketleri olmuş olsaydı da onu yerinden edecek bir anarşist hareket henüz Türkiye’de yok. Mesele daha çok belirli bir sol enetelektüel pozisyonun haklılığını korumaya odaklanırken sokakta ne olduğunu da manipüle etmeye dönüyor. Sonra bir bakıyorsunuz Tunus hakkında yazarken merkezsiz ayaklanma fikrinin kendisinin kavramsallaşmasını engellemek üzere ayaklananların sınıfsal özelliklerine odaklanmaya çalışıyorlar.

Mısır ve Tunus’taki ayaklanmanın işsizlik, güvensizlik, sınıf aşınmaları gibi kavramlarla okunması da aynı hesaptan doğuyor –böylece Tunus’ta, Mısır’da, tüm Arap Baharı’nda parti sistemini sürklase eden bir devrimcilik tipinin çiçek açtığını düşünme ihtimalini boğmaya çalışıyorlar. Kendiliğindenci isyanların nasıl tu kaka bir şey olduğunu söylemeye çalışıyorlar canhıraş. ‘Arapların aşağıdan partisiz devrimi kesin sonradan başka birinin eline geçer’ argümanının da inandırıcılıktan hayli uzak olduğunun altını çizmiştim: bütün yirminci yüzyıldaki partili devrimler başka birinin eline geçti, geçiyor. Hepsi yanlış mıydı? (Yanlış olduğunu savunabileceklerimizin hiçbirini de bu sebeple yanlış olarak anmamak gerekir öte yandan. Hiçbir devrim bir sonu var diye kötü devrim değil. Niteliği yüzünden iyi veya kötü olabilir. Ve dahası, içine girdiği topluluğa ve hatta dışarısına kattıkları dolayısıyla yargılanmayı hak eder.)

68 tartışmasına geri dönüyoruz böylece. 68 Mayısı’ndaki Fransız Komunist Partisi diliyle konuşulmuş oluyor bu durumda Mısır, Tunus vs hakkında konuşulurken de. Evet öğrenciler Fransa’da devrim yapıp iktidarı alamadılar gerçekten de. Ama bütün iktidarların altını oydular. Özgürlükçü solu sol denize yaydılar ve oradan bütün hayatı etkilediler. 68 Mayısı’ndan sonra felsefe başka türlü yapıldı, şiir başka türlü yazıldı, kadına, eşcinsele, iktidarın yerine başka türlü bakıldı, başka türlü sevişildi, başka türlü oturulup kalkıldı, başka türlü nümayişler nümayişten sayıldı. Hala daha orada ne olduğu üzerinde binlerce yeni çalışma yapıyoruz. Neden? Devrimlerini başkalarına kaptırmalarına mı aşığız? Hayır, dönüştürücü güçlerinden öğreneceğimiz hala çok şey olduğu için oraya dönüp duruyoruz.

Galiba Tunus-Mısır meselesinin Türkiye’de doğurduğu tedirginliklerin arkasında bu 68 tartışması da büyük yer tutuyor. Arap Baharı 68 etkisini Arap dünyasına taşısın da varsın günümüz FKP’lileri “liderleri olmadığından öğrenciler Fransa’ya devrim getiremediler” diye konuşup dursunlar tarihte...

Bunda işte Türkiye solunun 68’sizliğinin payı yok mu? 68’i mevcut radikal solun özgürlükçüleşmesi olarak değil de olmayan radikal solun fundamental değerleriyle ilk inşası olarak yaşamış olmamızın payı yok mu? Bizde 68’e en yaklaşan dönem 90’lardı aslında. Hala bugün kıpırdanan birşeyler varsa 90’lar sayesinde kıpırdanıyor.

Mısır’da Tunus’da ayaklananlar arasındaki güvencesizlerin rolünden bahsedilmesi değil mesele elbet, güvencesizlerin yeni liberal düzendeki konumu önemini koruyor; mesele nereye baktıgımız...

Tunus’un, Mısır’ın, Yunanistan’ın nasıl örgütlendiğine, nasıl bir örgütlenme, nasıl bir hayat, nasıl bir politiklik, nasıl bir öznellik, nasıl bir sol, nasıl bir kendiliğindenlik, nasıl bir internet-kullanımı, sınıflarötesilik, katmansızlık, yataylık vs vs önerdiğine değil de salt eylemlere katılanların gelir durumlarına, ekonomik pozisyonlarına, sınıflarına bakmak istiyorlar. Salt oraya bakılsın ki gerçekte ne önerildiği görülmesin istiyorlar. Çünkü böyle bakınca Mısır’dan, Yunanistan’dan özgürlükçü tek bir damla sana sıçramıyor, okuru da bu tip sıçramalara karşı aşılıyorsun. Güvenli bir sol balkondan sokağa bakarak şu caddeden gelenler gelecek garantisi olmayan öğrencilerdi, bu köşede vuruşanlar orta sınıftı, bakın şu köşede ölenler alt sınıftı diye çetele tutuyorsun. Ve bu kodlama perdesiyle sokaktaki çatışmanın, öğrencilerin gelecek garantisi hakkındaki tartışmalar sayesinde değil, bize dayatageldiğiniz çatışma tipinden farklı önerisi sayesinde bir yerlere geldiğini görünmezleştirmeye çalışıyorsun.

Arap Baharı’na buradan bakmanın tek yolunun balkondan bakmak olmadığını geçmişte bir 68 olmayınca ve bugün bir 68 de istenmeyince kolay kolay hissedemiyoruz anlaşılan...