Bu Blogda Ara

Pazartesi, Mayıs 17, 2010

ERDEM KEKEMELİĞİN NERESİNDE? -II-

KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

ERDEM KEKEMELİĞİN NERESİNDE? -II-

BirGün gazetesi, 16 Mayıs 2010, Dalalet 20/128

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Enis Akın’n “kekeme şiir” kavramlaştırmasına bakmaya kaldığımız yerden devam ederken, tabii, ister gür sesle diyelim ister tökezleyen sesle, Akın’ın başarısızlığın önemine yaptığı vurgu çok değerli, başarı ahlakının körelttiği durumları kateden birer ‘machete’ bu tür kavramlar. Kesinlikle önemsenmesi gerekiyor. Ama birkaç soru işareti de düşelim. Bir erdem olarak kekeme şiirdeki erdemi, kekemeliğin artiküle edememe, bir artikülasyon bozukluğu olarak erdemliğine, yapamamadaki erdeme yüklersek hem bütün muhalif zeminini güçsüzleştirmiş oluruz hem de kavramın teorik gücü yıkıcılığından birşeyler kaybeder. Benim, Akın’ın kitabını okumadan önce, “erdem olarak kekeme Türk şiiri” başlığını görünce hemen düşündüğüm şey, Deleuze’lerin minör edebiyat kavrayışlarına yakın bir kekemelik kavramlaştırmasıydı. Burada yapamama ululanmaz, ortada bir dizi ‘yapmama-ve-yapma’ vardır ama bunlar farklı şekilde, minör frekansta işlendiğinden merkezden bakınca kekemelik gibi görünebilirler –merkezdeki dile göre kekemedirler. Ancak bu bir yapamama durumu değildir. Kekemelik bir kaçış çizgisidir. Kendi dilini yabancı gibi konuşmadır. Sözcüklerin düzenine gürültüyü sokar kekelemek...

Buradan bakınca, sözgelimi Necatigil’in, deyim yerindeyse, ‘konuşamadığını söylemesi’nde bir kekemelik göremiyorum ben. Artiküle edememe ve artiküle edememeyi şeffaflaştırmak için kekelemeyi andıran kırıklı kesikli bir form yakalama var ustada, ama ‘konuşulabilir olan’ın bütünlüğünü bozmuyor veya bu bütünlüğe bir müdahalesi yok. Deleuzeyen rizomu oluşturan yaratıcı kekelemeye bir örnek oluşturmaya aday değil. Yaratıcı kekelemeler, konuşamamaların itirafları veya yapamamaların itirafları değildir; aksine, konuşamamalar birer konuşmadır kekemelikte –yaratıcı (yapan) ve dili destabilize edici (yapmayan).

Dolayısıyla Enis Akın’ın Kekeme Türk Şiiri kitabındaki kritik bir dipnotta, Eski Türk edebiyatı araştırmaları sırasında kekemeliği andıran ses tekniklerini kullanmış şairleri araştıran bir yazarı, veya aynı tekniğin bir deneysellik imkanı olarak kullanılmasına gene divan şiirinden örnekler veren bir çalışmayı, Türk şiirinde kekemeliğin ilk örneklerini ararken anması, kekemeliğin Deleuzeyen erdeminin yerini biraz kaybetmesine yol açıyor gibi. Bunların ‘bir erdem olarak kekemelik’ ile ilişkilendirilmesi nasıl açıklanabilir? Abdülhak Hamid’in “Yazdıkça mürekkebi kuruttum/Bir şey diyecektim ah unuttum!” dizelerinde has kekemelik örneği bulması da aynı şekilde sorunlu. Kekemelik buralarda bütün erdemini yitiriyor –ne dili yaratıcı şekilde destabilize ettiği var, ne kendi dilini yabancı gibi kurma var, ne de başka bir yıkıcı/yaratıcı erdem görüyoruz burda. Hamid mürekkep kuruyunca mürekkebi tekrar doldurmaya gidiyor fakat tekrar doldurduğunda ne yazacağını unutmuş oluyor, o da bu hali yazıyor kafiyeyi denk getirince. Hani belki gündelik hayatı şiire sokmak diye bir olumlu değer atfedilebilirdi, kimbilir, ama daha fazlası göze batacaktır. Zaten burada Hamid de ne dili umursuyor ne de farklı bir artikülasyona kekelemeyi göze alarak gitmeyi.

Öte yandan şiir dünyamızdaki iktidar savaşçılarının en deneycileri, en iyileri elediği tespitini son derece doğru bir şekilde yapıyor Akın. Bunun altını çizmek istiyorum. Ben özellikle 90larda düzyazıda da benzer bir sürecin işlediğini ve o yüzden bugün suyun üstündeki Türk öykücülüğünün mesela en kötülerle dolu bir yığından ibaret olmasını, Türkçeyi doğru kullanmakla ölçülmeye ve biat etmeye endekslenmiş etkisiz bir toplam olarak karşımıza çıkmasını aynı sürece bağlı görüyorum. En iyiler ve en deneyciler maalesef aynı zamanda en kalın derililer, en inatçılar ve en mücadeleciler olmayabiliyor. Yılabiliyorlar ve vazgeçebiliyorlar sıklıkla. Enis Akın bunu hayat karşısında kekeme olanların büyük balığın küçük balığı yuttuğu ortamlarda kalması olarak anlatmış. Mesela kekemeliğin bu kullanımı çok daha isabetli değil mi? Çünkü buradaki en iyiler, en deneyciler, kendi dilinde yabancı dilde olanlar tam da anadil kodlarını dışladıkları, zorladıkları için dışarda bırakılıyorlardı.

Buradan bakarsak “şiirde kekemelik” kavramının kendisinin yeni yeni sokağa çıktığını, henüz arayış halinde olduğunu, (yukarıda işaret ettiğim gibi) savrulmalarla da olsa Türk şiir algısındaki belirli bir “dikişsizliği” kırıklarla destabilize etmeye aday olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda ‘kekeme şiir’ kavramını tam da tökezlediği yerde sahiplenerek çoğaltmak gerekiyor. Türkiye şiir ortamının (ve kendi tarihine dair kavrayışının) yaratıcı destabilizasyonlara çok ihtiyacı var.

BEYAZ MANTO

Enis Akın, geçtiğimiz günlerde, isteyene mektupla postalanan bir dergi olan Beyaz Manto’nun yıllar sonra yeni bir sayısını çıkardı. Bahsettiğimiz Mayıs 2010 tarihli 14. sayıyı pdf formatında internetten indirip çıktı almak da mümkün: http://www.enisakin.com/bm/bm14.pdf.

Türkiye’de alternatif bir şiirimiz yok mu diyorsunuz? Alternatif şiir Beyaz Manto’nun yeni sayısının yeni bir şiir yıllığından daha fazla ciddiye alındığı bir iklime ait bir konudur diyeyim şimdilik sadece...

KEKEME ŞİİRİN DETAYLARI

Kekeme Türk Şiiri kitabına geri dönecek olursak; Enis Akın, amacının ”Türk Şiirinde kekeme şiir olarak gördüğü ‘başarısızlığın başarılı anlatımlarını’ aramak” olduğunu söylediği yerlerde kekemelik nosyonunu (muhtemelen geçici de olsa) bir daralmaya terkediyor gibi görünebilir.

Öyle ya, derdimiz, büyük bir aile olan ‘başarılı anlatımlar ailesi’ içinden konusu başarısızlık olanları ayıklayıp onlara özel bir değer atfetmek olacak değil. Sonuçta sorular açık: Bunlar başarıyı oluşturan mantığı mı zedelemişlerdir? Başarıyı var kılan ve sürekli ve hakim kılan zihniyeti mi teşhir etmiş, parçalamışlardır? O zihniyetten dışarı kaçan yeni bir zihniyet mi kurmuşlardır? Yoksa başarısızlığı ‘başarıyla’ bir tıkanmışlık, bir yapamama olarak anlatırken, başarının saltanatını mı onaylamışlar, yeniden pekiştirmişlerdir?

Başarısızlığın başarılı anlatımı değil başarısızlığın bir değer olarak başarının karşısına çıkartılmasıdır kekeme şiir –bu anlamda tam da Can Yücel’in rezil olmak daha iyisi’ndeki üslup var gibi görünür ama aslında yakın olmakla birlikte birebir aynı değil iki yaklaşım. Çünkü Can Yücel bir tersinleme ile çalışıyor, onların rezil dediğine biz vezir diyelim mantığı ile. Halbuki kekemelikte bir kaydırma var tersinlemeden çok. Tersi iyidir değil de “iyi başka birşeydir”, “başka bir yer olabilir ve bu başkalığı kekeleye kekeleye öyle bir bulur ki sizin düzgün konuşmalarınız yerinden olur”, sizin iyiniz kekeletilerek, ondan kayarak başkaya ulaşılır. Etcetera adlı sanatçı kolektifinin WHW Bienali’ndeki işleri “errorism”de olduğu gibi. Errorism (Hatacılık) yani bir nevi terörizm haline gelmiş ‘hatacılık’. Hatadan doğan değere gider. Veya hata sayılanın kendisindeki değer hatasızın değerine karşı gelir. Yeni bir yer açmaya yönelir.

Şu notla kapatalım şimdilik: arşivlere bakınca görüyoruz ki Enis Akın’ın kekemelik dediğine 1978’in Birikim’de yazan Ahmet Güntan’ı yöntemsizlik demiş: “Orhan Veli yöntemsiz olduğu için ‘anlatamıyorum’ diyordu” (İyot., Ahmet Güntan, YKY, İstanbul 2006, s.14). Hangisi haklıdan ziyade şu noktaya geri geliyorum: kekemeliği yapamama etrafında kavramlaştırmaktaki sorun bence karşımıza çıkıyor tekrar. Ama tabii şu tehlikeyi de kendi yorumumda sezmiş oluyorum: yapamamanın kötülenmesi ve direk yöntemsizliğe endekslenmesi eğer bir 1978 refleksi ise bugün bunu yeniden üretirken iki kere düşünmek gerekir.

Türkiye şiir algısındaki homojen kalıpları yaratıcı bir şekilde destabilize etmek için kekeme şiir gibi ufuk açıcı kavramlaştırmaları özenle dikkate almak gerekiyor. Konuyu toparlamamıza, sanırım, bir kadeh daha kaldı...