Bu Blogda Ara

Pazar, Haziran 19, 2011

12 EYLÜL OTURDU

KÖŞE İSMİ: DALALET




BU YAZININ BAŞLIĞI:


12 EYLÜL OTURDU


BirGün gazetesi, 19 Haziran 2011, Dalalet 77/185




Süreyyya Evren


sureyyya@mexico.com


Türkiye'ye hiç bakmadan yapılan ama bir üç beş yıl önce dominant hale getirilen kimi analizlerin son kırıntıları da bu seçimle silindi gitti. Halkın mağdurdan yana olduğunu, mağduru kolladığını, mağdurun yanındaki yerini almak için yüzde 46 verdiğini söylüyorlardı, bunu bir bilgi statüsüne getirmişlerdi. Nedir halkın yukarıdan bakan muzafferi daha da çok sevdiği ve yüzde 50 veriverdiği bir kaç yıl içinde görüldü. Referandumdaki eveti kimi özgürlüklerden yana bir yüzde 52 gibi yutturmaya çalıştılar, halbuki görülüyordu ki tümüyle tepeden inme bir siyaset kültürümüz var ve sağ merkezden aşağıya ne dikte edilirse tartışmasız o gerçekleşiyor. Muktedirler daha da muktedir hala getiriliyor. Halkın da bununla en ufak bir sorunu yok. Olmaması için de bir sebep yok. Düne kadar en güvenilen kurum dendi mi yüzde yüz ordu cevabı geliyordu aynı halktan. Neden? Kaşı gözü için mi? Ordu çok mu özgürlükçüydü o günlerde? Sakın güçlü olan o olduğu için olmasın? AKP mağdur olduğu, ordu-bürokrat laiklerince ezildiği için mağdura kıyamayan şefkatli Türk seçmeninden oy aldığını; CHP'nin de aşırı ulusalcı, projesiz, sosyal demokrasiden uzaklaşıp, özgürlükleri takip etmeyi bırakıp laikliğin ve cumhuriyetin korunmasına kendini hapsettiği için tıkanıp kaldığını, sosyal demokrasi açlığı içindeki Türk seçmeninden oy alamadığını söylüyorlardı. Çok geçmeden gördük ki CHP'nin proje geliştirmesinin, sosyal demokrasiye dönmesinin ulusalcılığa kapanmaktan çıkıp açılmasının bir karşılığı yokmuş. Zaten bu kadar sosyal demokrasi açlığı çeken bir toplum dedikleri gibi burada olsaydı sokağa çıktığınızda başka bir yerde yürürdünüz. Ayrıca şu da unutulmasın: yeni CHP'ye oy veren büyük eski CHP seçmeni kitle bu yeni yüzü eskisine yeğlediği için CHP'ye oy vermedi; bu yeni yüz ile başarı belki gelir diye düşünerek ses etmediler sadece.


SAĞ-SOL


Türkiye'deki ana bir problem de sağ-sol kategorilerinin ekonomik adaletsizlikleri içeren bir ekonomik düzenleme olarak solda/sağda anlayışını hiç içermemesi ve salt kültürel olarak sağda/soldaya oturmuş olması. Başbakan Alevi'ye oy mu verilir demeye getirdiği zaman Başbakan'a kaş kaldırılmıyor, Alevi'ye kaş kaldırılıyor Türkiye'de. Kimlik siyaseti siyasetin en ana öğesi olarak oturmuş durumda. Sınıf terimleri tamamen iptal. Sınıf terimlerinin görece diri kaldığı tek yer BDP ve Kürt siyaseti olarak görülüyor. Yani en ana varlık sebebi kimlik siyaseti olan bir yapılanmada sınıf siyasetine dair ne kaldıysa kalmış durumda. Türkiye'deki vaziyetimiz bu.


Türkiye'de bu son seçime giden süreçte, referandum zaferinden itibaren, iktidarın hızla radikalleşmesine tanık olduk. İktidar güç salvolarına oturttu siyasetini. Akıl almaz işler olmaya başladı, hukuk acımasız bir alet olarak yerini aldı avuçlarda. Mantıksızlıktan çekinmeyen iktidarın ne demek olduğunu bu memleket biliyor. Tekrar hatırladı. İktidar radikalleşirken muhalefet de radikalleşiyor aslında. İyice azınlıkta kalma ve yok edilme psikolojisi yaşayan bir kütle geriliyor. İsim vermeyelim ülkenin birinde bir protesto gösterisi sırasında biri öldü geçtiğimiz sene. Kalp krizi. Ölen kişinin ölmeden kısa bir süre önce bir polis tarafından itildiği (evet sadece itildiği) ve yere düştüğü kameralarca tespit edildiğinden o polis memuru o gün bugündür yargılanıyor. Büyük bir hadiseye dönüşmüş durumda. Öte yandan bizde bakıyoruz Hopa'da bir emekli öğretmen ölüyor, tık yoku bırakın bir de üstüne hor görme, hakir görme, ölüyü suçlama var. Ruşen Çakır, bir programda, akrabamızdı, saygın bir kişiydi, hadi öldü arkasından neden öyle konuştunuz, bir tamir edin o durumu dediğinde, başbakan o sizin şehidinizse benim de polis gazim var, herkes kendi gazisine/şehidine baksın modunda bir cevap verebiliyor. Ki aslında Hopa'da gazisi olanların oyları toplanırken 50 ile yetinmemek MHP'yi de katmak gerekir. MHP'nin bu seçimde elimine edilip baraj dışına atılması büyük Türk Sağı için çok mantıklı bir projeydi düşünecek olursak. Aynı kimliğin etrafında büyürken bu ayrılık niye? MHP'nin varlık sebebi solu frenlemek değil miydi? E öyle frenlenmesi gereken bir sol yok. Ha amaç o çekirdekten bir merkez parti oluşturmaktıysa o işi de AKP yapıyor işte ayrılık gayrılık çıkarmanın manası ne? Katılırsın havuza bir sonraki seçimde alırsın yüzde 70. Ama bu seçim böyle geçip gidince MHP'nin tekrar toparlanması ihtimali de belirdi. Bir kere Hopa'da şehidi olanlar şehitlerini unutmayacaklar. Önümüzdeki süreçte siyaset yapılacak. MHP ekolünün yedekte tutulmasına ihtiyaç var denebilir. Hoş Erdoğan o ekole de göz kırpmış ve ben de şu kadar genci üzerinize salarım demişti ama o kadar kolay el değiştirmeyeceğini öngörebiliriz baltanın. Ayrıca MHP merkezde bir kriz anında merkezi ele geçiren sağ ekol olma hayalini de alttan büyütme evresine girebilir. Fazla iyimser bir yanı olsa da bu planın.


MHP'yi yersizleştiren bir nokta da Kürtlerle dan dun ederek mücadelenin artık imkansızlaşmış olması. Kürtler mantalite olarak koptu. Söktüler kendi kendilerini ana Türkiye mantalitesinden.


Peki Kürtlerin koptuğu ana mantalitede durum nedir? Orada, o çalkantısız ülkede 12 Eylül sonunda tam anlamıyla oturdu. 12 Eylül yapıldığından beri bir türlü tamamlanamıyordu. O yüzden 80ler uzamış ve bir onyıl olmayı aşarak hayatımızı kaplamıştı. Ama şimdi artık bütün 12 Eylül hedeflerine varılmış görünüyor. Sınıf bilincinin tamamen silinmesi, İslamcı-milliyetçi muhafazakar toplum ve siyasetin koşulsuz hakimiyeti. İdeali Kürtleri de bu sobada yakmaktı onlar için ama Kürtler kopup gidince yapacak fazla birşeyleri kalmadı. 12 Eylül tamamlanırken kendi çocuklarını mı yiyecek onu da göreceğiz.


Liberaller iktidar danışmanı olarak iktidara gelmek istediler, çeşitli arazları dolayısıyla Türkiye sosyalist sol geleneğine karşı bir savaş da başlattılar bu süreçte. Bu savaş yanlış anlaşıldı: belirli değerlerin başka değerlerle değiştirilmesini istemiyorlardı. Özellikle hedef aldıklarıyla yer değiştirmek istiyorlardı. Yani darbe destekleyip askerlerle birlikte iktidarı ele geçirmeyi hayal etmiş bir sosyalist özneyi gözlerine kestiriyorlardı çünkü o geleneği devralmak istiyorlardı, iktidara darbeler yaptırıp iktidara gelecek tabanı olmayan radikal Türk aydını geleneğini.


Şimdi Ahmet Altan canavara canavar olduğunu unutturamamış olmanın yenilgisini yaşıyorsa bir Avcıoğlu kaderinin Türk aydınında ne şekiller alabileceğini, ne dayanıklı, ne bitimsiz, ne karakteristik olduğunu da göstermiyor mu?