Bu Blogda Ara

Cumartesi, Nisan 23, 2011

CİDDİ BASINI İNTERNETTE DE GÖRMEK İSTİYORUZ!

KÖŞE İSMİ: DALALET



BU YAZININ BAŞLIĞI:


CİDDİ BASINI İNTERNETTE DE GÖRMEK İSTİYORUZ!


BirGün gazetesi, 24 Nisan 2011, Dalalet 69/177



Süreyyya Evren


sureyyya@mexico.com




Tabloidle ciddi gazeteler arasında bir fark var değil mi, gözle görülür bir fark. Bir gazetenin Milliyet mi, Radikal mi, Cumhuriyet mi, Taraf mı, Birgün mü yoksa (hadi havai örneği memleketten vermeyelim) The Sun mı olduğunu anlamak için fazla zaman geçirmeniz gerekmez. Daha ilk bakışta anlarsınız. Pek çok ilkeleri birbirinden o denli farklıdır ki aynı kulvarda bile değillerdir. İdeolojik farklılıklar olabilir, ama bir ciddiyet, yaklaşım, okurdan beklentinin görece yüksekliği konusunda ortaklık vardır. Bunlar biliniyor. Örneklerle bulandırmaya da gerek yok. Üzerinde durulmayan nokta şu: iş internete gelince neden çoğunluk cıvıtabileceğini düşünüyor? Neden gazetenin salt internete aktarılması tek ciddi seçenektir de onun dışına çıkıldığı anda dengeleri yitirmek gerekir, bu internet işi böyledir havası hakim?


İnternet gazeteciliğinde standartların bunca düşük olması neden normal karşılanıyor? İnternet böyle bir yer diye mi bakılıyor acaba? Hiç de böyle bir yer değil halbuki. İnternete dair bu yanlış algı Türkiye internet gazeteciliği ortalamasını düşük tutmamıza yol açıyor. Çok banal ucuz numaralar bakıyorsunuz ana sahne olmuş: nedir o öyle içerideki haberi merak ettirmeye, en esas olayın ne olduğunu söylememeye ve böylece tık almaya çalışan fotoğraf-teaser'lar kuzum? Böyle bir şey kaldı mı artık? Nedense hala bu tuhaflığa prim veriliyor.


Sonra gazetede yerini aynen koruyabilen kimi etik ilkeler de internet sanki etikten bağışıkmış gibi, ne olsa gidebiliyorsa gider mottosuna bağlı hepten uçucu bir platform zannedildiğinden olsa gerek, internet gazeteciliğinde kayıp gidiyor.


Saçma sapan bir 'dikizle ve sızdır' dilinin bir habercilik dili sayılmasına da artık bir son verilmesi gerek. Her türlü alakasız sitede yer alabilecek anlamsız geyikler veya etik açıdan çok sorunlu videolar, linkler vs bakıyorsunuz gazetesinde yer bulamayacağı kimi yayın organlarının web sitesinden bizlere sırıtıyor. Gazetede nasıl kendi yaptığınız haberleri koymanız esassa internette de durum bu olmalı değil mi?


Hem aslında fiilen de pek çok son derece başarılı dünya örneğinde bu değil mi?


Ortada bir 'tık' hesabı olduğunu biliyorum ama 'tık' illa ki bu ilkesizlikten gelir mantığı çok ezbere. Kendisi haber üreten gazetenin bir devamı olan, fiili gazeteden daha da geniş haber sunma seçeneklerine sahip, ayrıca anı yakalayabilen ve bu dinamizmiyle de vazgeçilmez olan bir platformun güçlü ama ciddi sahnelere ihtiyaç duymadığı fikri nereden geliyor?


İçimden sürekli dünya örnekleriyle karşılaştırıyorum ve bizdeki bu eğilimin çok gereksiz olduğunu ve bir gün düzgün bir haber sitesinden korkmamak gerektiğini düşünecek ciddi bir gazete ile birlikte tümden değişeceğini varsayıyorum. Bazen pencereleri tek tek açıp karşılaştırıyorum, uçurum bana tek bir şey söylüyor: bizde bir varsayım var, bu düzeyden yukarı çıkılırsa 'tık' kaybedileceği, internetin böyle bir karaktere sahip olduğu, internet haberciliğinin muhtemelen böyle bir seviyede işlemeye yazgılı olduğu, böyle gelip böyle gideceği varsayımı. Biri bir gün bu varsayımı bir kenara attığında birden hepsinin birden değişeceğini hayal ediyorum ama zaman da geçiyor... Ve internetten haber ihtiyacı bu sahnelerce giderek daha az karşılanabilir oluyor...


OKUYUCU YORUMLARI


Ancak bir nokta var ki sanırım dünya basınındaki kimi uygulamaları burada karşılamamızı güçleştirecektir. Buna itirazım yok. Okuyucu yorumlarından bahsediyorum. Okuyucu yorumlarının, kimi kritik konularda birer foruma dönüşebildiğini, sayfalarca süren yorumlar köşesini takip etmenin kimi olumsuzluklara rağmen epey sosyal veri içerebildiğini biliyoruz. Ancak bizde okuyucu yorumları günün otosansür gereksinmesi karşısında iyice içe çekildi. Artık fazla bir anlamı kalmadı. Bence toptan iptal edilse daha demokratik bir iş yapılmış olunur. En azından 'gibi-yapılmış' olmaz. Kritik konularda kimse sakıncalı görülebileceğini düşündüğü fikirlerini yazmıyor eskisi gibi. Eskiden neler okurduk! İnternetin geçirgenliğinden artık herkes emin, hiçbir takma isim güvenli duygusu vermiyor. Zaten yaşanan kimi olaylar da bunu destekler yöndeydi. Hani böyle yoldan geçenlere devlet televizyonu kamerayı uzatmış da isminiz nedir dedikten sonra fikrini sormuş gibi: bütün yarışmacılara başarılar dilerim, iyi olan kazansın tarzı bir yorum kalabalığı çıkıyor bundan. Utangaçça partisini tutanlar, kimi 'marjinal' perspektiflerin tümden görünmezleşmesi, aleyhine kullanılmayacak şekilde laf sokmaya çalışanlar... Okuyucu yorumu yaparken bile Ezop dilini kullananlar görünce dikkatimi çekti bu. Esprili, hoş bir dokundurma yapmaya çalışıyor çuğu yorumcu, çaktırmadan eleştirisini de araya sıkıştırmaya gayret ederek. Eskiden daha büyük bir kullanım sahası sayılıyordu bu okuyucu yorumu alanları -ve çok daha da sertti. Şimdi daha sorunsuz. Tabii dolayısıyla giderek de varoluş gerekçesinden uzaklaşmış. Türkiye için son derece kritik bir haberin önemli haber platformlarından birindeki haberini tıklıyorum. Okuyucu yorumu sayısına bakıyorum: 19... Okurların bu haberi nasıl karşıladıklarına dair hiçbir fikir edinemiyorum. Yarısından fazlası da espri yapmışlar. Böyle giderse okuyucu yorumları sadece fıkralardan oluşacak galiba! İnternet haberleri de kolajlar, videolar, linkler ve fotoğraflardan!


HER 23 NİSAN'DA EN AZ BİR ÇOCUK ÖLDÜRÜLECEKTİR


Anlaşılan son karar bu: her 23 Nisan'da en az bir çocuk öldürülecektir. Ya boğulacaktır ya da vurulacaktır. Abdulsemat, sonra İbrahim...


Ulusal bir geleneğe dönüşmekte.


Dünya'dan kısa kısa haberleri okurken 'şu şu kentte gösteriler, ateş açıldı, şu kadar ölü var' tarzı cümleler ne felaket bir toplumsallık hayal ettiriyor; vay diyoruz ülkeye bak, birileri gösteri yapmış hop üzerlerine ateş açılmış, ölen gençler, çocuklar varmış, ne biçim bir yer olmalı, ne biçim bir hayat olmalı orada, vs. Sonra aynı hadise bizde yaşanıyor, bir yerde protesto gösterisi, halka ateş açmalardan bahis, kurşunla vurularak öldürülen bir liseli.


Böylesi bir haberin bu denli normalize olabilmesine bakarak o dünyadan kısa kısa köşesinde okuduğumuz dehşet haberlerinin de oralarda nasıl normallize edildiğini de hayal edebiliriz.


İnsanlar cenazenin şaşkınlığı, korkunçluğu içinde, tüm ülkede tam bir şok yaşanması gerek. Hele ki insan haklarına vs bağlı gazeteciler açısından. Ama ne yapıyorlar, taşkınlıkları cemaat liderlerinin dizginlemesi gerektiğine dair çok ılımlı yorumlarmış gibi sundukları öğütler sunuyorlar. Herhalde mırıl mırıl konuşarak ve sürekli şiddet karşıtlığından bahsederek bu kadar kışkırtıcı olunabilir! Bu kadar şiddet normalize edilebilir!


Can çıkmış gitmiş; postalarımız geç mi gelecek yoksa, şehir hatları da aksar mı söylemindeler.


Çanakkale Savaşı'nda ölen liselilerden bahsedilirken acaba kurşunun illa ki dışarıdan gelmesinin gerekmediğine dair bir acı olarak Cahit Sıtkı Tarancı Lisesi'nin kayıplarından da bahsedilecek mi?



Pazar, Nisan 17, 2011

TÜRKİYE DUBAİ OLUR MU?

KÖŞE İSMİ: DALALET



BU YAZININ BAŞLIĞI:


TÜRKİYE DUBAİ OLUR MU?


BirGün gazetesi, 17 Nisan 2011, Dalalet 68/176



Süreyyya Evren


sureyyya@mexico.com


Eskiden Türkiye İran olur mu denirdi, şimdi Türkiye Dubai olur mu deniyor. İkili bir sistem, para akışı, şatafat, dünya destinasyonları, baskı, gerilik, yasaklar, ve bolca turist.


Başka ülkeler de Türkiye olmaktan korkuyor mudur acaba?.. Biz aslında en çok ondan korkuyoruz... Beni dehşete düşürüyor açıkçası Türkiye'nin Türkiye olması...


PORNO TARTIŞMASINA BİR TASHİH


Bilgi Üniversitesi'ndeki porno skandalı sırasında bir filmin ancak porno olmak için üretildiğinde ve o çerçevede dolaşıma sokulduğunda porno olabileceğinin, onun dışında bir içerik kıstası olmadığının altını çizmiştik. Tek bir içerik özelliği yoktu ki, pornoyu nitelediğini iddia ettikleri ama sanat işlerinde sanat filmlerinde edebi eserlerde (hatta teknik eserlerde) de varolduğu gösterilemesin. Ama eksik bırakmışız...


Hem de (en azından şimdilik görebildiğim) bir kaç açıdan.


Bir aktivizm olarak porno kategorisini atlamışız mesela. Pat(rick) Califia'ya yolum düşünce farkettim bunu.


Pat Califia'ya yolumun düşmesinin sebebi de şu : 68'lerden kalma bir özgürlük sloganı var, 'savaşma seviş'in bir devamı. Cinsel edimi doğrudan özgürlüğe bağlayan bir bakış.


Linda Williams çok güzel anlatır bu ruh halini, Screening Sex'de, her seviştiğimizde Vietnam savaşını durdurmak için bir şey yapıyormuşuz gibi hissederdik diyerek...


Cinselliğe böyle bir kurtarıcı misyon yüklemenin kökeninde güçlü bir rolü Otto Gross tutuyor tabii. Hans Gross'un radikal psikanalist oğlu. (Otto Gross'un Jung'a analize giderken bir noktadan sonra Jung'u çok etkileyip Jung'a analiz yapmaya başladığını okuyana dek Zelig filmindeki Woody Allen'ın tarihte bir olaya gönderme yapıyor olabileceğinden habersizdim). Otto Gross'u ama ağır Freudyen ekol görünmezleştirmiş. İzine rastlamayı zorlaştırmışlar.


Tabii takip eden ediyor. Max Weber tarihi de D. H. Lawrence tarihi de Gross'a ve Ascona'ya bağlanabiliyor.


Günümüz queer radikalizmi içinde de yankılandığı olabiliyor. Queeruption etkinliklerinden birinden (2003) bahsederken G. Brown'un etkinlik sonrası verilen seks partilerinden 'arındırıcı' diye bahsetmesi gibi.


Bu sınıraşmacı ekolün klasik bir sözü “we will fuck our way to freedom” olarak biliniyor ('özgürlüğe sevişerek gideceğiz' diye çevirelim).


Pat Califia ile böyle tanıştım, tam tersini söyleyen bir queer ekol temsilcisi gibi gözüme çarptı ve beden politikasına öbür taraftan yaklaşanları da araştırırken merak ettim çünkü şöyle dediğini duymuştum: “I do not believe we can fuck our way to freedom” ('Sevişerek özgürlüğe kavuşabileceğimize inanmıyorum', diye çevirelim).


Pat Califia'nın 1988'de ilk baskısı yapılmış ve bir yakın dönem klasiğine dönmüş olduğunu öğrendiğim Macho Sluts kitabının yeni baskısında bu sözü aramaya, nasıl bir bağlamda geçtiğini araştırmaya koyuldum.


Neye niyet neye kısmet, başka şeyler öğrendim bile.


Pat Califia kendisi her vesileyle bir aktivist olarak tanımlıyor. Aynı zamanda da lezbiyen S/M (sadomazoşist) pornografi yazarı.


Macho Sluts'ın yeni baskısına yazdığı uzun önsöz, feminist hareketin içinde kuşaklar geçirmiş, çok farklı noktalarda mücadeleler vermiş birinin içerden anıları, aktivizm tarihi ve bugününe denk geliyor. (Bu arada kitapta pornografiyi erkek iktidarının kalesi olarak gören feministlerden “kimi radikal sağ-kanat feministler” diye bahsediliyor. Bu konuda gene Linda Williams ve onun da katkı yaptığı Dirty Looks daha teorik bir arkaplan veriyorlardı gerçi.)


Pat Califia'nın önsözü Türkçeye çevrilse keşke diye düşündüm okurken, pornografik öyküleri çevrilmeyecekse de.


Califia bir lezbiyen S/M aktivisti olarak kadın hareketi içindeki mücadelesini, kurdukları inisiyatifleri, daha sonra yazdığı lezbiyen S/M pornografinin 'tanınırlıklarına,' hareket içinde birliktelikliklerine, açıkça aktivizmlerine yaptığı katkıyı anlatıyor. Son dönemde ise 70lerde sırf queer olduğu için yaşadığı baskıyı FTM (Erkeğe Dönüşen Kadın diye çevirmek bilmem doğru mu bu transeksüalizm kategorisini) olmaya başladığı andan itibaren bu kez de lezbiyenlerden gördüğünü anlatıyor ve uzun bir savunma veriyor. (Lezbiyen S/M olduğu için de daha önce zaten feministlerle mücadele tarihi var).


Buradan çıkan yeni sonucun benim için iki yönü oldu: birincisi, demek ki bir eser (kısa öykü) tamamen porno olması amacıyla üretilip porno olarak dolaşıma sokulmuş olsa dahi, 'salt' porno olmayabiliyor. Aynı zamanda bir 'aktivizm' olabiliyor. Üstelik de bu 'sınıraşmacı' bir perspektiften değil bir tanınırlık perspektifinden yapılıyorsa daha da dikkat çekici. İkincisi de şu: kitabın tam dört önsözü var, tam bir klasiğin yeniden basımı vakası, ve bu önsözlerde Califia'nın pornografisinin bir sanat eseri olarak da tanınması gereğinin üzerinde duruluyor!


Düşünüyorum Elmer Batters fotoğrafları, Irwin Klaw fotoğrafları bugün sanat sayılabiliyor evet de, o zaman da mı sanattılar?


Kategoriler karışıyor....