Bu Blogda Ara

Pazar, Ekim 22, 2006

EVET, “AMA” - Birgün 23 Ekim 2006 / Birgün yazı 83

EVET, “AMA”

Birgün 23 Ekim 2006

Birgün yazı 83

Süreyyya Evren

En başından beri “düşmanım düşmanı dostumdur” siyasetine ısınamadım. Radikal gazetesinin kültür sanat sayfalarından Pamuk’un nobel aldığı gün telefonla görüş istediklerinde, kabaca, en başından beri Pamuk’un konumunda özgürlükçü bir misyon hayal etmektense Pamuk’u Pamuk’a rağmen savunmayı desteklediğimi ve liberal-millici çekişmesinin ötesine çıkacak bir siyaset bulmamız gerektiğini söylemiştim. Zannedersem Pamuk lehine totaliter bir korumacılığın milliyetçi hezeyana karşı takınılması gereken bir tavır olduğu kanısı Radikal’de hegemonik olduğundan yanıtım ufak çaplı bir sansüre kurban gitti ve ertesi gün yayınlanmadı. Büyük bir mesele değil elbet, hayat uzun, söz çok. Ancak birkaç angaje Kemalist dışında aklıbaşında herkesin Pamuk’un da olması gerektiğini söylediği gibi olayı sevinç ve kutlama coşkusunda karşılamasının siyasi bir tercihi de yansıttığı anıştırmasının geri tepmekte olduğunu görmek gerek. O yüzden “ama”ları büyütmenin, mevcut “ama”larla yetinmeyip yeni “ama”lar açmanın radikal bir demokrasi veya demokrasiyi radikalleştirme talebini koruyan herkes için hayati önemde olduğu bir başka dönemeçte olduğumuzu vurgulayacağım yalnızca.

Liberal bir ‘tartıştırmama kültürü’nün hegemonyasından sözedilebilecek bir dönemdeyiz. Türkiye’de solun hemen tüm tonlarının geri çekilme halinde olduğunu ifade etmekte bir beis yok. ‘90 sonrasını şöyle bir gözümüzün önüne getirip bugünlerle karşılaştırırsak, merkez soldan sosyalist partilere parlamenter soldaki gerilemenin silahlı mücadele yürüten örgütlerde, doğrudan eylemlerde, öğrenci hareketlerinde, sivil itaatsizlik eylemlerinde ve kitle hareketlerinde de açıkça görüldüğünü, ayrıca aydınların kamusal etkilerinin kültür sahası üzerindeki piyasa kontrolünün artmasıyla hayli renk değiştirdiğini gözlemleyebiliriz. Bugün bir yandan solcu denilince enikonu milliyetçi birinin anlaşıldığı, milliyetçilikleri kuşkuda olanların liberalliklerinin derecesini tartışmak gerektiğini ima eden bir dil var Türkiye’de. Öte yandan da toplumsal, ekonomik ve siyasal dönüşümün bir yanlısından, bir aktöründen çok kültürel hoşgörünün bir savunucusu olarak solcu figüründe radikal bir mücadele alanı görmemizi isteyen bir zorlama var. Günümüzde toplumsal, ekonomik ve siyasal dönüşümün bir taraftarı olup aynı zamanda da milliyetçi dalgalardan uzak biri nasıl siyaset yapabilir sorusunun cevabı muallakta. Bu belirsizlik alanının yaratttığı tedirginlik, keskinleşen milliyetçi cephe karşısındaki flu muhalefet, ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ benzeri stratejilerle aşılabilir mi? Sanmıyorum.

Nitelik değil başarı önemli bugün; içeriğin en belirleyici olması gereken kültürel konularda dahi “haticeye değil neticeye bak” söylemi ile çit çekilebiliyor. Amerikan filmlerinde ‘loser’ (‘kaybeden’) sözünün bir hakaret olarak kullanıldığını ilk duyduğumda çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Bize böyle öğretilmemişti. Biz öldürülmüş, sürülmüş, sessizlik komplolarıyla kenara itilmiş, sömürülmüş, ezilmiş, susturulmuş, dağıtılmış, geriye adı bile bırakılmamış nicelerinin ürettikleri değerlere göre hizamızı bulmaya alışkındık. Şimdilerdeyse, ‘kazananlar ve kaybedenler olarak dünya’ tasavvuru yürürlükte. Bu da tam piyasa kültürü bana kalırsa. İçerik tartışması yok. Tanıtımlar, uzlaşmalar, kariyerler, başarılar, başarısızlıklar ve kişisel çekişmeler var. Hemen hiçbir şey gerçek bir sorgulamaya tabi tutulamıyor, görüşlerin ve argümanların birbirini bulduğu, yeni tarafların belirdiği ve bozulduğu, velhasıl bir içeriğin yürüyüp gittiği bir seyir izlemiyor. Bir eleştiri belirirse bu ya hınç ya haset işareti olmalıdır, çünkü farklı yaklaşımların dünyasında değiliz, paralel olmayan hatlara sahip bir alanda değiliz artık. Apolitik çölde tek bir başarı hedefi var ve o hat üzerinde ileride ya da geride olmak var. Kazanmak ya da kazanmamak var. Bu piyasa kültürü içinde tartışma yapmak için de sürekli bu zihniyetin kendisiyle boğuşmak gerekiyor.

‘Entelijansiya’, anti-emperyalizm maskesiyle millici-ırkçı, kültürcü temsiliyetlere saplanmamış ama öte yandan toplumsal, ekonomik, sınıfsal sorunların çözümünü arama zihniyetinden de kopmamış bir aktivizme, sol taleplerin ufkunu liberal demokrasi talepleriyle sınırlandırmaya çalışmayacak, 1915’i gündeme getirdiği zaman sözü çok geçmeden patronlara, sisteme, direnişlere vdlerine de getirmeye müsaade edecek bir muhalif dile ihtiyaç duyuyor..