Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 20, 2006

Kara Bayrağın Türkiye’de Yirmi Yılı / Birgün yazı 86 - 20 Kasım 2006

Kara Bayrağın Türkiye’de Yirmi Yılı

Birgün yazı 86

20 Kasım 2006

Süreyyya Evren

Bugün Türkiye olan topraklardaki ilk anarşistler muhtemelen Ermeni anarşistleriydi. Büyük Osmanlı imparatorluğunun dağılma zamanlarıydı ve Ermeniler önde gelen figürü Alexander Atabekyan olan bir anarşist hareket ile katkıda bulundular. Atabekyan o dönemde kitapçıklar yayınladı ve muhtemelen Istanbul ve İzmir’de Ermeni cemaatleri içinde anarşizm propagandası yaptı.

Kimi benzerliklere karşın, erken devrimci Türk idealistleri ve milliyetçi hareketleri (‘Genç Türkler’) anarşist bir etki altında gibi gözükmediler. Az sayıda istisnadan biri Fransız anarşisti Jean Grave’den etkilenen İttihat Terakki içindeki küçük bir gruptu. (Bknz. The Young Turks in Opposition, M. Şükrü Hanioğlu, Oxford University Press, 1995, s.171.) Tabii merkez komitenin her zaman açıkça anarşizmi eleştirdiğini, ve aynı komitenin 1915’teki rolünü unutmadan.

Bununla beraber, öyle görünüyor ki Atabekyan’ın da içinde aktif olduğu devrimci Ermeni hareketleri anarşizm ile milliyetçiliği bir şekilde biraraya getirmişlerdi. Osmanlılarda milliyetçi ve modernist hareketlerin ilişkileri çerçevesinde anarşizmin sahneye dahil olması ayrıca ele alınması gereken bir konudur.

Bilebildiğimiz kadarıyla, Türkçe’de yayınlanan ilk anarşist kitap Peter Kropotkin’in Etika’sının Ahmet Ağaoğlu çevirisiyle 1935’de gerçekleştirilen edisyonuydu. Maalesef bu kitap 1960’lara kadar yalnız kaldı. 60’lar ve hatta 70’ler, tüm dünyada siyasi olarak aktif ve heyecan verici bir dönemdi ve Türkiye de bir istisna oluşturmadı. Tek tük de olsa anarşist klasiklerin o dönemde Türkçe’ye çevrildiğini gördük. Bu kitapların varlığı, sol yükselişinin coşkulu atmosferinde, Türkiyeli devrimcilerin anarşist stratejileri ve taktikleri incelediklerini (ve muhtemelen kısmen kullandıklarını) gösteriyor. Ama kendini anarşist olarak tarif edenlere, onca Marksist-Leninist-Maocu grup arasında bir anarşist grup kuranlara rastlanmamıştı.

Anarşistlerin Türkiye’nin siyasi ve kültürel sahnesinde yerlerini almaları için 1980’leri beklememiz gerekti. 1970’lerle karşılaştırınca sıkıcı ve apolitik bir ortamda doğmuştu modern Türkiye anarşizmi. Ama ülke hâlâ siyasi ortama müdahale üzerine kafa yopran komünist entelektüellerle doluydu ve yeni siyasi alternatifleri tartışmaya yer vardı. 1986’da, Türkiye açıkça anarşist bir dergi olan Kara’yı karşıladı. Eski-marksistlerin ağırlığını oluşturduğu bir kadro Türkiye anarşizminin de başlangıç noktasını oluşturdu. Bu ilk anarşizm dalgasında yayınlanan ilk anarşist kitap da Ida Mett’in Kronstadt 1921’i olmuştu. O günkü konjonktürde anti-bolşevik argümanların anarşizmin kendisinin tanıtımından daha bile önemli olabildiğini düşündüren bir seçim. Kara’dan bugüne yirmi yıl içinde sayısız anarşist dergi, kitap, fanzin ve broşür yayınlandı, pek çok grup, farklı jenerasyonlar, farklı anlayışlar ortaya çıktı. Bu kısa yazıda yirmi yıldan bir iki küçük not düşelim.

*1990’larda anarşist yayıncılıkta patlama oldu. Klasik gelenekten (Proudhon, Bakunin, Nechaev, Kropotkin, Goldman, de Cleyre, Tolstoy, Malatesta ve Rocker vd.), hareketin tarihine (Avrich, Marshall, Woodcock, George Crowder ve Paul Thomas, ayrıca İspanya Devrimi üzerine kitaplar), ve günümüz anarşist teorisine (Perlman, Bey, Zerzan, Bookchin, Ward, Rolf Cantzen, Hans-Jürgen Degen, Purkis ve Bowen, ve postanarşistler May ile Newman’a) uzanıldı.

*Günümüz Türkiye’sinde anarşizmin salt kaosla ilişkili bir sözcük olarak anlaşılamayacağı ama bir siyaset felsefesine ve devrimci bir geçmişe ve hatta bugüne denk geldiği artık biliniyor. 1990’da, siyasi bir hareket olarak anarşizmi tanımayan bir siyasi eylemciye rastlamak gayet mümkündü. Halbuki bugün, hiç duymadım diyen birine rastlarsanız ya güvenilmezliğine hükmedersiniz ya da aslında siyasetle ilgilenmediğine.

*Kara bayrağın Türkiye’deki bu yirmi yıllık serüveninde GL/queer hareketleri ve anti-militarist hareketler üzerindeki anarşizm etkisi ve anarşist eylem kültürünün etkisi açıkça görüldü.

*Üniversitelerin hâlâ anarşizme kapalı olabildiğini görüyoruz, bugüne dek yapılmış anarşizm konulu tez sayısı üçü geçmiyor. Ama bu durumun değişme sinyalleri verdiği de açık. Her geçen gün anarşizmle ilgilenen daha fazla öğrenci, hoca, araştırmacı ortaya çıkıyor. Ayrıca anarşist olmasa da anarşist literatürden ve siyasetten haberdar entelektüellerin, yazarların, teorisyenlerin sayısı da artmakta.

*Anarşist kolektifler ve gruplar bu yirmi yıl boyunca büyük şehirlere sıkışmadılar, İstanbul-Ankara-İzmir dışında da görüldüler ve irili ufaklı şehirlerden defalarca anarşizm haberleri geldi. Kimi küçük yerlerde süreklilikler kazanıldı.

*Anarşist ikonografi hiç fena gitmedi. Türkiye’de insanlar kara bayrakla, anarşist A işaretiyle ve diğer anarşist graffitilerle karşılaşmaya alıştılar.

*İlginç bir gelişme de bugün artık Türkiye’de eskiden anarşist olan insanlarla tanışabilmemiz! Tamamen yeni bir fenomen. Önceden hep eskiden marksist olup bugün şu ya da bu ya da anarşist olan insanlarla karşılaşabilirken artık eskiden anarşist olup bugün şu ya da bu ya da marksist olan insanlarla karşılaşabiliyoruz!

*Garip bir şekilde, Türkiyeli anarşistler, tüm dünyada anarşizan örügtlenme ilkeleriyle ve anarşistlerin fiili ağırlığıyla nitelenen küreselleşme karşıtı hareketle kaynaşmadılar, taban hareketleri fikriyle de araları iyi olmadı. Seattle 1999 sürecine farklı tepkiler verildi, kimileri Kara Blok’la birkaç eylemden haz aldı ama sonra Batı radikalizmi içindeki gizli ırkçılıklardan yakındı ve ortadoğu anarşizminden yana olarak bu hareketlere cephe aldı, kimi de doğrudan Zapatistaları miltarizmle suçlarken Unabomber’ı sevdi. 1990’lardan sonra büyüyen Türkiye anarşizminin mevcut marksist siyaset kültüründen farklı bir siyaset kültürü yaratmakta başarısız olmasının bu soğuklukla bir ilişkisi olduğunu söylemek mümkün. İstisnalar oldu ve olacak, ama anarşistler genelde ya fazla altkültüre oynadılar ya da fazla ortodoks çıkışlar yaptılar. Ne zaman daha siyasi olmak isteseler farklı, anarşizan bir siyaset kültürü yaratmak yerine en yakın çıkış gördükleri marksist kavrayışları ve eski ‘know-how’ı uyarladılar.

Bugünlerde ‘uygarlıklar çatışması’ fantezileri gitgide daha fazla değere biniyor, Doğu ile Batı arasında seçim yapma tutumu yaygınlaşıyor. Anarşizm bugün Türkiye’de canlı bir hareket olsa da ulusal düzlemde ‘mutlaka dikkate alınması gereken’ bir aktör sayılmaz. Fakat bunda Türkiye’de her türlü solun gerileme döneminde olmasının da büyük payı var elbette. Bir tür milliciliğe bulaşmayan hiçbir sol tandansın altın günleri değil. Ve Batı-karşıtı bir çok anarşist olsa da henüz aramızdan bir milliyetçi-anarşist hareket çıkarmamış olmanın gururunu yaşıyoruz! Eh, bütün günahları biz işleyemezdik, değil mi?