Bu Blogda Ara

Pazartesi, Şubat 06, 2006

SİYASETİN ÇEKİLMESİ VE ERKSİZLEŞME - Birgün yazı 47 / 6 Şubat 2006

Birgün yazı 47 -- 6 Şubat 2006

SİYASETİN ÇEKİLMESİ VE ERKSİZLEŞME

Süreyyya Evren

Bugünlerde kitapçılara girdiğinizde yüzünüze ağır, sinsi, sıcak bir hava çarpıyor. Daha hemen girişte bir milliyetçilik sahnesi tarafından karşılanıyorsunuz. Resmi anlatıların pekiştirilmesine ve çoğaltılmasına dayanan resmi kahramanlık hikayelerine artan övgü kendini hem edebiyat alanında hem de edebiyat dışı alanlarda gösteriyor. Israrcı bir militarizm hayranlığı koridorları tutmuş. Asma katlar ulusal mitolojilere ayrılmış. Tümüyle reaktif vurgular sağlı sollu yerleştirilmiş. Türk emperyal arzuları bileylenmiş, anti-amerikanizm kenar süsleriyle piyasaya sürülmüş. Büyük laflar o kadar büyük ki hiçbir fikre değmeden büyük lafların içinde doyasıya seyahatler mümkün. Kitabevi girişleri birer burgaç. Bu sıcak harekât burgacından yakanızı sıyırabilirseniz bu kez de dondurucu bir aşk soğuğu. Aşk ile ne ölçüde durağanlık yakalanabilir, aşk kavramı ne ölçüde sabitlenebilir, etkisizleştirilebilir, sanki bu konuda bir araştırma, ülke çapında bir yarışma var. Pazarlanabilir kılmak adına paketlemeye, sergilemeye, taşınabilirliğe uygun hale getirilmiş tümü.

Türkiye’de kendine göre bir kitap piyasası yerleşme eğiliminde olduğuna göre beyaz dizilerden taşmalar, yayılmalar olacak ve bu aşk soğuğu herhalde kanıksanabilecek. Onu bir kenara bırakalım şimdilik.

Ama milliyetçi, devletçi, militarist dalga çok belirgin bir sosyal dönemece işaret ediyor.

Türkiye’nin Avrupa birliği süreci öyle yürütülüyor ki yaygın Türkiye duygusu giderek daha fazla anti-Batı şekiller alıyor. Demokratik reformlar, demokrasi kriterleri vs. derken anti-demokrasi, anti-Batı kalıplar dolaşımda. Bu çerçevede şimdiden mitleşen çuval giydirme temasının kültürel alandaki hakimiyetine bakın. Bir tür çuvaldan çıkma, peçesinden soyunma, özgürlüğüne kavuşma, sömürgeden kurtulma değil ana motivasyon; tersine çuval geçiren olma, peçe altına alma, sömürgeleştirme, özgürlüklere el koyma motivasyonu görünür.

Böylesine bir militarizm ortamında Osman Murat Ülke’nin AİHM’den tazminat alması da bir tür karşı karşıya gelme doğurdu. George Monbiot’nun Britanya için söylediği “herşeyi söylemek serbest ama basın kontrol altında olduğundan hiçbir şey duyulmuyor” sözü de burası için doğrulandı. Yıllardır süren ve burada gerçekleşen fiili mücadeleler, neşeli-neşesiz farklı eylem formları, bire bir çatışmalar ve mahkemeler değil de, bir AİHM mahkemesi kararı vicdani reddi Türkiye’de farkedilirleştirdi, etkinleştirdi. Çünkü bu ‘lamı cimi yok, anlaşılan vicdani red gelecek’ hissiyatını oturttu. Tümüyle yukarıdan aşağıya tabii. Anaakım gazetelerin internet sayfalarındaki okur yorumlarına bakarsanız bunun sadece bir köşe yazarı taktiği olmadığını da görürsünüz. “Şimdi de vicdani red mi çıktı başımıza,” havasında yorumlar, ilk kez karşılaştıkları bu vicdani reddin vatana ne menem bir bela getireceğini sorgulayanlar istisna değildi.

AİHM kararı tüm anti-militaristler için sevindirici bir gelişme elbette, kimi bunu bir ‘başarı’ gibi de görebilir, kimi görmez. Ama genel olarak Türkiye solunun erksizleştirilmesine karşı birşeyler yapmak gerektiğini de hatırlatan ve militarizm ve biraderlerinin yükselişine karşı cephenin de üzerinde durması gereken bir nokta oldu. Anti-militarizm adına ümit veren mesajların yanı sıra buradaki siyasi mücadele burayı dönüştürmeyecektir mesajı da verildi bize (Avrupa Birliği üyelik sürecinin çeşitli aşamalarında kaşrımıza çıkan bir mesaj), buradaki siyasi ham mücadele ancak Avrupa katında işlenir ve buraya geri dönerse giyilebilir. Buradaki eylem burasıyla dolaysız ilişki kuramıyor neredeyse bu durumda. Medya sözün iletilmesini sansürlemeden de engelleyebilir, burada kararlar alındığında bu bir kararın alınması değil bir ham kararın üretilmesidir. Belirleyici olan işlenmiş karardır. Ve bu hayatı dönüştürmek isteyen sol projelerin elini zayıflatan bir tona sahip. Vicdani reddi savunan metinlerde şöyle bir ima görmek mümkün mesela: “biz vicdani red hakkı istiyoruz! Ve evet biliyoruz eninde sonunda, hatta yakında Avrupa yüzünden bunu vereceksiniz. Dolayısıyla bunu aslında sizden ve buradan talep etmiyoruz. Bunu zaten alacağız ama şimdi talep etme hakkını istiyoruz. Zaten o zaman da total red talep edeceğiz.” Bu gerçekten bildiğimiz baskıcı iktidarın dışında güçlüklerle de karşılaşan bir sol projenin sesi.

Kitabevlerinin militarizmle sarılmasından anti-batı kalıpların güçlenmesine, dönüştürücü sözün önünde çeşitli engeller var belli ki ve alternatif çıkış yolları aranıyor.

Kitap, dağıtım, dergicilik dünyalarının tüm bunlardan nasıl etkilendiği ve nasıl etki yaptığı üzerinde düşünmeye devam etmek gerek.