Bu Blogda Ara

Pazar, Temmuz 30, 2006

BİR AHLAKSIZLIK KURAMI: İSRAİL LÜBNAN’DA / Birgün yazı 72 -31 Temmuz 2006

Birgün yazı 72 -31 Temmuz 2006

BİR AHLAKSIZLIK KURAMI: İSRAİL LÜBNAN’DA

Süreyyya Evren

Evet...hepimize bir ahlaksızlığın hükmü hissi veriyor bu ‘savaş’. İsrail’in Lübnan’a şu son haftalarda yaptıkları ve bütün dünyanın reaksiyonlarının regüle ediliş şekli çoğu insanda bir pes duygusu, artık bu kadar olur nidaları, ahlaksızlığın son perdesi üstümüze kapanıyor hissiyatı uyandırıyor. Alınan bütün kararlarda, yapılan tüm açıklamalarda ve onayımıza sunulan bütün resimlerde ahlaksız bir sırıtma var. Böylece durum bilinen bir ahlak kavrayışının topyekün yenilmesi ve hep birlikte cesedin altında kalmamız halini müzakereler evreninin tek hakimi kıldığı gibi aynı anda da sözkonusu ahlaksızlığın yeni dünya vizyonu olarak dayatılmasının programlara dayandırılmaya çalışıldığı görülüyor. Ve Agnes Heller’ın Bir Ahlak Kuramı’na (çev.Abdullah Yılmaz & Koray Tütüncü & Ertürk Demirel, Ayrıntı, 2006) buradan baktığımızda bir çarpışma görüyoruz. Gerçekten de gerek Lübnan ve Gazze’deki pratik, gerekse bu pratiğin ABD güdümünde dünya elitlerinin hiyerarşik okumasında yorumlanış ve olumlanış şekli bize şunu söylüyor (üstelik aldırışsız, sakin ve menfur bir tonla konuşuyor): kesinlikle istisnai bir durum yok, herhangi bir sınıraşma, bir cezbeye kapılma, bir kontrolsüzlükle karşı karşıya değilsiniz, hayır, tam tersine, bir ‘kuram’la, bir projeksiyonla, tersine çevirme sanırım burada uygun düşecek, ‘bir ahlaksızlık kuramı’yla karşı karşıyasınız! Yeni bir düzen tasavvuru diye ısrarla püskürtülen dolgu da egemenlerin güç piramitlerine tam sadakati ve elitlerin, devletlerin, iktidarların uzlaşmalarına karşı sorumluluğu her türlü etik sorumluluğun üstünde tutan yakıcı bir ahlaksızlık amalgamı sanki.

Değerlerin otonomisini öne çıkaran Heller’ı bu yüzden anıyoruz. Gelişmeler, siyasi sistemleri aşağıdan, gündelik hayattan, değerler ve normlardan değiştirmenin teorisyeni Agnes Heller’ın etik teorilerini ve pratiklerini tartıştığı üçlemesi “Bir Ahlak Kuramı”nda iki koldan kendimi bulmama yol açtı. Birinci kol daha teorik düzlemden, Simon Tormey okumalarının devamında geldi. Daha önce “Anti-Kapitalizm” (Everest, 2006) adlı kitabını ve makalelerini andığım Simon Tormey’in günümüzde radikal politika anlayışını kurcalarken Tormey’in her fırsatta dile getirdiği Heller vurgusunu es geçmek imkansız. Bu sebeple Tormey’in hem bir giriş hem de bir tartışma kitabı olarak kaleme aldığı “Agnes Heller, socialism, autonomy and the postmodern” (Manchester Un. Press, 2001) çok önemli. İkinci kolsa melun Lübnan taarruzu elbette.

Heller, Budapeşteli Musevi bir aileden geliyor ve Hitler rejimine babasını Auschwitz’e kurban vererek tanık olmuş. Kendisi Macaristan 1956’nın aktörlerinden ve Lukacs’ın çevresinde kurulmuş Budapeşte Okulu’nun bir üyesi. Paul Avrich, “Kronstadt 1921”e (Versus, 2006) yazdığı önsözde Kronstadt’ın “hayal kırıklığına uğramış radikallerin hareketle olan bağlarını koparmalarına ve ideallerinin orijinal saflığına dönmelerine yol açan sonraki olayların prototipini oluşturduğunu” söylüyordu. Sözkonusu sonraki olayların en kritiklerinden biri de 1956 Macar ayaklanması olmuştu. Avrich, “Budapeşte’de isyancılar, otoriter ve bürokratik bir rejimi gerçek bir sosyalist demokrasiye dönüştürmeye çalışıyorlardı,” der. 1956’nın ayrıca tartışılması bir yana, burada önemli olan Heller gibi hayli siyasi düşünürlerin dünyayı dönüştürme ve dünyanın gidişatına etkide bulunma vizyonlarına bu tür süreklilik arzaden isyanların verdiği çekirdek etkidir. Buradan pek çok şeyin yanı sıra indirgemelere direnen bir etik arayışının çıktığını söylemek herhalde fazla olmaz.

Heller’ın “Bir Ahlak Kuramı”, Genel Etik, Bir Ahlak Felsefesi ve Bir Kişilik Etiği başlıklı üç kitaptan oluşan bir üçleme. Ele alınması gereken pek çok tartışmayı içeren bu toplamın içinden özellikle şu anda dikkat çekilesi bir bölümü ayırabiliriz: Genel Etik kitabının “Sorumluluk” bölümü. (s.89-106). Kişinin ‘imtina ettiği eylemlerinden sorumlu tutulmasını” ve “ileriye dönük sorumlulukları” irdeleyişi bir kez daha günün siyasi ağırlığıyla birleşiyor. Toplumlarımız biraz sözde örgütlülükle boğulmuş durumda, temsili yapılardan sıyrılmak zor, haberlerin net bir şekilde bize ulaştığı anda sorumluluk duygusuyla ve ne yapacağımızı bilmeden sokaklarda birbirimizi bulup beraber belki homurdanmaya belki bağırmaya başlayacağımız ve oradan nereye gidecekse gideceğimiz günler görünürde değil gibi. Sürekli o ya da bu temsili yapının reaksiyonu örgütlemesine yönelik –‘ahlaksız’- beklenti içindeyiz.

Otuzu aşkın kitapta imzası olan Heller, İngilizcede de tümüyle bilinmiyor, pek çok çalışması Macarca’da kalmış (‘kayıp’ Heller yapıtları diyor bir eleştirmen bu kitaplar için) ama Türkçe’de iyice az eseri var. İşte şu bahsettiğim “Bir Ahlak Kuramı” ve bir de yıllar önce, postmodernizm tartışmaları Türkiye’de sıcakken yayınlanmış, ikinci kocası Ferenc Feher’le ortak çalışması olan “Postmodern Politik Durum” (çev. Şükrü Argın & Osman Akınhay, Öteki, 1993) var. Postmodern Politik Durum’da söyledikleri bir vurguya yeniden dönmenin zamanı gibi. Orada Heller ve Feher Avrupa’nın kendini diğer kültürlere göre üstün olarak tanımlarken hayal ettiği şemayı ele alırlar ve “Avrupa kültürünün ‘hakikati’nin tam tamına diğer kültürlerin henüz-saklı-hakikati olduğuna da inanıldığını” belirtirler. Bu aydınlanmış gerekçelendirme bugün hala diğer kültürlere karşı gerçekleştirilen –tanımlamaktan şiddete uzanan- eylemlerde ana zemini oluşturuyor. Başka bir hakikat yok, sadece aynı hakikatin havuzunda önde gidenler ve geriden gelenler var! Elbette bu şekilde belirli bir Batılı kimliği de kuruluyor ve bu kimlik Batılılara da dayatılıyor –‘ahlaksız’ bir işbirliği teklifi aracılığıyla.