Bu Blogda Ara

Cumartesi, Haziran 03, 2006

SANAT VE YOKSULLUK / Birgün yazı 63 - 29 Mayıs 2006

Birgün yazı 63 - 29 Mayıs 2006

SANAT VE YOKSULLUK

Süreyyya Evren

Sanatla yoksullardan, yoksulluktan bahsetmenin, sanatta çalışanlardan, işsizlerden konuyu açmanın hem de pozisyon alarak açmanın öyle böyle bir tarihi var. Yoksulların ve yoksulluğun sanatla konuşmasının tarihini de beraber düşünelim. Bugün gelinen nokta nedir?

Öncelikle soğukları sayalım: pek kimsenin düşmek istemeyeceği ezbere temsili kategoriler var bir yanda (yoksulun ne olduğunu ve ne anlama geldiğini ve işlevini şimdi şablondan çıkarıyorum bir dakika sanatı) bir yanda da refah toplumlarından gelen veya ‘öteki modernizmlerin’ elitlerinin ürettiği refah sanatının tatsızlığı var (sizler için çok üzülüyorum sanatı). Sosyal romantizm zaten herkesi hasta eden, zehir üreten bir göl. (“Durgun sudan zehir bekle” demişti William Blake) Yoksullardan konuşanın kendisi nasıl bir işlev üstleniyor? Nasıl konuşuyor? Ne tür bir ‘eylemde sanat’tan bahsediyoruz? Sanat, yoksulluğun bilgisini zaten yapmakta olan bilgi sistemlerine kibarca katkı mı yapıyor yoksa bir yerdeğiştirme var mı?

Cevaplar elbette sürekli çatallanacak. Ama ilk etapta demir leblebilerin toplandığı açık. Yoksullardan bahsederken akılda Mouchette’i tutmalı belki. Robert Bresson’un Mouchette’i (1967). Gökyüzünde uçan o unutulmaz ‘fırlatılmış çamur’. Mouchette; yoksul, bahtsız, üstelik bir sanat eserinde temsil edilmiş, ama onu yutamıyorsunuz, sindirilemiyor, asimile edilemiyor. Büyümesi bile gerekmiyor. Ondört yaşında ve bu yeterli.

Elbette yoksulluğun ve bağlı sosyal meselelerin ne zaman sanat için bir ‘sorunsal’ haline geldiğini, ne zamandan itibaren sorunsallaştırılmaya başlandığını, kimin konuştuğunu, ne niyetle konuştuğunu ve nasıl konuştuğunu kazımak önemli sonuçlar verir. Yoksulluk sahası ne zaman sorun edilir oldu? Böyle bir sorgulamada hemen tekrar ‘sanat çağı’nın icadına, Güzel Sanatlar’ın ve büyük harfle Sanat’ın icadına, sanatın zanaatten tümden ayrıştırılmasına geri dönmemiz gerekebilir. Bu ayrıştırma işleminin ustalıkla ele alındığı Larry Shiner’ın Sanatın İcadı’nın (Ayrıntı y., çev. İsmail Türkmen, 2004) yanı sıra ‘sanat çağı’ ve ‘icat edilmiş Sanat çağının sonu olarak sanatın sonu’ tartışmaları için Arthur C. Danto’s After The End of Art’ına (Princeton University Press, 1998) Hans Belting’in Likeness and Presence: A History of the Image before the Era of Art’ına (University of Chicago Press, 1997) veya Donald Kuspit’s The End of Art’ına (Cambridge University Press, 2005) bakmak isteyebiliriz. Hepsi bizi farklı yerlerden de olsa sanat kavramının kendisinin üzerinden ezelidir örtüsünü almaya, alttan çıkan modern kategorileri sorunsallaştırmaya yönelten didiklemelerin birer parçası sonuçta. Buna ihtiyacımız var çünkü sanat derken neden bahsettiğimizi elden geçirmeden yol almak yanıltıcı. Sanatçı olarak konuşan kim? Bir sanat edimi bir konuşma edimi gibi çalışır mı? Sonuçta bugün neyin sanat sayıldığına dair koşullanmalar, yoksulluğu konuşan sanatın nasıl yapılanırsa sanat sayılacağının sınırlarını da belirliyor. Mesela en belirgini hâlâ dolaysızlık sorunu değil midir? Bir sanat ‘eseri’nin belirli bir dolayımla işlemesinin ‘gerektiği’nden sanki bu bir ezeli bilgi imiş gibi sözedilmesinin açtığı/kapadığı siyaset tiplerinden sözedemez miyiz?

Kendisi zehir beklenecek bir durgun su olmayan formlar, sindirilmeye direnen, sindirilemeyen formlar ise aradığımız, bunların ezeli ve ebedi olmasını zaten bekleyemeyiz. Ve demir leblebiler olarak sanat edimlerinden bahsedildiğinde sanat kavramının kendisinin demir leblebiliği üzerinde durulması kaçınılmaz. Yutulabilen ve hazma iyi gelen Sanat ile yutulamayan sanat yollarını ayrışıp birleşmelere dikkat ederek takip etmemiz gerekecek...