Bu Blogda Ara

Salı, Ağustos 22, 2006

TOPLUM İÇİN RÜYA / Birgün yazı 75 - 21 Ağustos 2006

Birgün yazı 75 - 21 Ağustos 2006

TOPLUM İÇİN RÜYA

Süreyyya Evren

Cumartesi gecesi “Uyumuyorum! Ortadoğu için Ayaktayım!” filmlerinin içinden geçme şansı bulduk. Ortadoğu’ya dair belgesel filmlerin birbirini izlediği etkinlik Belgesel Sinemacılar Birliği ve Kadıköy Belediyesi'nin işbirliğiyle Kalamış Kadıköy Gençlik Merkezi'nde düzenleniyordu. “Gençlik Merkezi” denince bir salon anlaşılmasın. Kalamış’ta, deniz kenarında, açık havada, sessiz, daha doğrusu bağırmayan ama kararlı kararlı konuşan bir etkinlik.

Geçerken gördük, Kadıköy meydanında da Pazar sabahı düzenlenecek protesto gösterisinin ‘karşı hazırlıkları’ vardı. Meydana çeper çekilmişti.

Gündüz de Kadıköy’de İsrail’i ve İsraille işbirliği içerisinde olan yerli yöneticileri protestoya davet eden afişler görmüştüm.


Bölgeyle ilgili belgesel sinema örneklerinin biraraya getirilmesine, sıcak, hayata karışmaya açık bir şekilde sunuluşuna sözüm yok elbette. Ama salt siyasi bir protestoyu yansıtan afişlerde yerli otoritelerin eleştirisinin sadece işbirliği temelinde olması manidar geldi bana. Afiş sesleniyor: “Çocuk Katili İsrail!” Evet, elbette. Ama gözlerim şöyle bir afiş de aradı: “Çocuk Katilleri İsrail ve ...” Şunun şurasında kentlerimizde eylem sırasında çocukların bir nevi kurşuna dizilirken öldüğüne dair haberler okuyalı kaç ay oldu? Gazete başlıkları gözümün önünden geçiyor şimdi. Çocukların ölüm sebepleri, parantez içlerinde rakamlar. O günlerde okuduklarımız, duyduklarımız gerçek değil miydi? Kabus mu görüyorduk sadece? Yoksa ölçek farkı herşey midir? Belki de ben aradığım afişleri göremedim, ama onlar başka bir yerlerde asılıydı, diye düşünmeye çalıştım. Ama şu yine de açıktı: uzaktaki kötülüğe karşı mücadele makbul, evdeki kötülüğe karşı mücadele netameli. Ah, tam da İsrail’deki durum, değil mi?

Arjantinli yazar Ernesto Sabato’nun “Karanlıkların Efendisi” (‘Abaddón el Exterminador’, çev. Suna Kılıç, Ayrıntı, 2005, s.141-144) adlı romanında bir “toplumun rüyaları” bölümü vardır ki şimdi anmadan olmayacak. Orada Sabato yazarın bütün bir toplum için rüya görebildiğinden bahseder. “Bir tür kolektif rüya.” Rüya derken Sabato’nun kastettiği toplumun gerçekleştirmek istediği şeyler, umutları, hayalleri değildir. Toplumun ütopyalarından veya toplum için ütopyalardan bahsetmiyoruz. Toplumun düpedüz rüyalarını görmektir üzerinde durduğu. “Ruh, büyük gece gölünde demir alır ve karanlık yolculuk başlar. Bütün akşamların bu uğursuz macerası.”

Doğal olarak bu rüyalar kabuslarla, karabasanlarla nitelenmeye açıktır. Gündüz görmezden gelinen gece görünürleşebilir. Size hazır olmadığınız roller biçebilir. ‘Muğlak işaretlerle’, ‘sembollerler’ konuşur rüya. Netameli olanın gizlenebileceği yer değildir.

‘Karanlıkların Efendisi’nin aynı bölümünde bir de deneyden bahsedilir. Beyin grafikleri aracılığıyla rüya periyotları kontrol altına alınan bir deneğin her rüya gördüğünde uyandırıldığını ve rüya görmesinin engellenmeye çalışıldığını okuruz. Denek, deliliğin sınırına varmıştır...

Pazar, Ağustos 20, 2006

PİS VÜCUDUN TEMİZ PENİSİ / Birgün yazı 74 - 14 Ağustos 2006

Birgün yazı 74 - 14 Ağustos 2006

PİS VÜCUDUN TEMİZ PENİSİ

Süreyyya Evren

Lübnanlı yazar Venus Khoury-Gata ile ne zaman karşılaştıysam etkilendim. İlk romanım Postmodern Bir Kız Sevdim’e de Khoury-Gata’nın bir şiiri sızmıştı.

Venüs Khoury-Ghata’nın Türkçe’de üç kitabı var. Gözyaşlarının Kıyısındaki Ev (çev. Ayşe Ece, Sel Yayıncılık, 1999), Tenes Burnu Nişanlıları (çev. Faik Baysal, Telos, 1996) ve Gölgeler ve Çığlıklar (çev. Metin Cengiz, Yön, 1996).

Khoury-Ghata, iktidara, hele ki erkek içindeki erk’e dair, güçlü sahneler yaratır.

Gözyaşlarının Kıyısındaki Ev adlı romanını özellikle anmak gerek. Bu kitap Lübnan’dan gündelik hayat portreleri veriyor. Aynı zamanda bir şair de olan yazarın kaleminden bir aile ve bir mahallenin hikayesi çerçevesinde çeşitli imgelerle anlatılmış çatışma ve karşılaşma durumlarını görüyoruz. Mahalle metaforu burada tam bir birlikte yaşamın karşılığı durumunda, farklılıkları, biraraya gelmeleri ve ayrışmaları gösteriyor.

Yazının başlığını “PİS VÜCUDUN TEMİZ PENİSİ” koymamın nedeni şu: romanda salt güce indirgenmiş bir cinsellik sembolizminin teşhiri var ki aynı zamanda bana günümüzde Ortadoğu üzerinden tüm dünyaya dayatılan ‘ahlaksızlık kuramının’ önceliklerini de hatırlatıyor.

“Gözyaşlarının Kıyısındaki Ev” romanındaki mahallenin muhafazakâr müslüman hanımı Latife Hanım’ın kocası Abou Hamidou bize de tanıdık gelebilecek bir kahraman. Abou Hamidou hayatta tek bir şeyle ilgileniyor: penisiyle. Penisi onun herşeyi. Zamanını penisi ile uğraşarak geçiriyor. Onu yıkıyor, pudralıyor, sık sık havalandırıyor, ama vücudunun başka yerleri ile hiç ilgilenmiyor, Abou Hamidou pislikten iğrenç kokuyor...

Abou Hamidou kompleksi yataylıkları erektil bir perspektife mahkum ediyor. Sürekli pudralayıp havalandırdıkları büyüklüklerini gururla düşünerek kendi kendini paralize etmeye alışmış zihniyetler ortaya çıkıyor. Sonra bakıyorsunuz herşeyi bilen medya adamlarının önde gidenlerinden biri “ben futbolda da savaşta da penis gibi penisler, kodu mu oturtacak penisler isterim, gerisinin hali beni ilgilendirmez” diyebilecek toplumsal aralığı yakalıyor. Pis vucudun temiz penisi, sağlıksız vucudun sağlıklı penisi, gene tabii hep, özlenen hiyerarşinin de bir gereği olarak, emri daha büyük, daha havalı ve daha bakımlı penislerden alıyor, İsrail’in attığı bombalar buralara doğru da bir rüzgar estiriyor, o rüzgar mahallemizin bütün penis bakımı düşkünlerini cesaretlendiren, kıpırdatan bir “yaşasın fonksiyonumuz” etkisi doğuruyor. Oradaki vücudun gölgeye atılan, susuz kalan, pisliğe mahkum edilen ve yardım ulaştırılmayan bölgeleri bizim mahallemizin Abou Hamidou’larını da heyecanlandırıyor, “biz de vücudumuzun geri kalanını pisliğe batırabiliriz, haydi”, mesajı veriyor. Bu durumda, temiz penisin hem kendisi hem fikri, iğrenç kokuyor diyenlere, diyecek olanlara, tehditler savurmanın da ortamı doğmuş kabul ediliyor...