Bu Blogda Ara

Perşembe, Aralık 22, 2005

SESSİZCE KURULAN TABELASIZ-KELEPİR Birgün yazı 40 / 20 Aralık 2005

Birgün yazı 40 -- 20 Aralık 2005
SESSİZCE KURULAN TABELASIZ-KELEPİR


Süreyyya Evren


Kelepir’in bir zamanlar ne kadar etkili olduğunu hatırlarsınız. Bugünlerde sessizce geri dönüyor. Tabii hani ‘bastırılmış olanın geri dönüşü’ için kullanılan ‘değişerek döner’ saptamasını şakayla kullanırsak, farklı bir formda dönüyor.

Kelepir bir tür ikinci el kitap zinciriydi. Bildiğim kadarıyla franchising yöntemiyle tüm yurda yayıldılar. Hatta merkezî Kelepir organizasyonu kapandıktan, zincir dağıldıktan sonra dahi Kelepir mağazalarının bir kısmı yaşamaya devam etti. Hem de aynı ismi koruyarak.

İkinci el derken yanlış bir ifade kullanıyorum elbette. Aslında yayınevlerinin ‘stok fazlası’ (veya ‘stok satışı’) dedikleri, yayınlandıktan sonraki ilk birkaç yılda yapacağı kadar satışını yapmış ve artık depo masrafı kalemi olarak gözüken ya da basitçe başka bir kategoriye aktarılmasına ihtiyaç duyulan kitaplar. Yayınevleri onları o ya da bu sebeple aslında geride bırakmış ve onlarsız yoluna devam etmek istiyor. O kitapların (ya da o baskıların demeli) kaderleri çoktan belirlenmiş durumda, geriye dönüş yok. Mucizevi bir değişiklik olmazsa, okurdan ne kadar zamanda ne ölçüde karşılık gördükleri de belirlenmiştir. Ayrıca zarar mı edildi kâra mı geçildi hepsi tamam, hepsi belli.

İşte burada Kelepir devreye giriyordu. Aslında bu işin önündeki en büyük mesele en büyük engel saygınlık skalasıydı. Yayınevleri böyle bir yapıya ihtiyaç zaten duyuyorlardı ama bu yapının okur gözünde saygınlık zedeleyici olmaması gerekiyordu.

Neden saygınlık zedeleyici diyoruz? Bir takım deyişleri sanki fazla önemsiyoruz gibi de düşünülebilir. “Kitabın sokağa düşmesi”, ya da “yere düşmesi, tezgaha düşmesi” gibi deyişleri örneğin. Hele bir de yayın hayatına son vermek zorunda kalan yayınevinin kitaplarını toptan ucuza alıp sokaklarda, yer tezgahlarında satanların uyandırdığı (‘leş yiyici’, ‘akbaba’ gibi benzetmelerle ifade edilen) tepkinin kelepir kitaplarıyla da ilişkilendirilmesini ekleyin. Yayınevleri sanki bu ‘deyişler’le mücadele ediyorlar. “X yayınevinin kitapları sokağa düştü, yani düşüşte, yani X yayınevi kötü bir yayıneviydi ve şimdi de batıyor!”

Fakat bu durum dayınılır gibi olmadığından yayınevleri alternatif çözümlerin arayışında oldular her zaman. Kitap fuarlarında özel indirim bölümlerinde stok eritme çabaları bunun bir parçasıydı. Ama yeterli değildi elbet. Sonra çok şükür internet devreye girdi. Şimdi işte böylece sessiz sedasız yeni-kelepir, tabelasız-kelepir uygulaması başlamış oldu. İnternetten kitap satış sitelerinde tabelasız bir Kelepir uygulaması sürüyor. Yayınevleri artık dolaşımda tutmak istemedikleri kimi kitapları ‘kampanya’ adı altında normal indirimleri aşan olağandışı indirimlerle okuyucuya sunuyorlar. Böylece hafiften bir Kelepir uygulaması başlamış oldu. Ben bunun utangaçca yapılmasını nasıl değiştirebiliriz diye sormak istiyorum. Okuyucuya karşı şeffaf olmayı ve ‘yere düşen kitap’ mitini yıkmayı önereceğim. Yıllarca yere düşen kitap diye Herbert Marcuse’ün Karşıdevrim ve Başkaldırı’sı, Nietzsche’nin Ahlâkın Söykütüğü Üzerine’si, Wittgenstein’ın Tractatus’u satıldı. Şu anda da Mircea Eliade, Kurt Vonegut, Philip K. Dick, Kate Millett, Bret Easton Ellis, Nathalie Sarraute, Turgut Uyar, E.L.Doctorow, Angela Carter, Marguerite Duras gibi yazarların/şairlerin kitapları 2-3 YTL’ye satışta. Bunlar yere düşen kitapsa ayağa kalkan kitap hangisidir acaba? Aralarında öyle önemli kitaplar var ki bunlar hakkında ucuza satılıyorlar diye negatif bir yargıdan söz eden kimse kendi sığlığını sergilemiş oluyor. Üstelik bu kitapların yayınevleri de hâlâ gayet iyi kitaplar yayınlayan gayet iyi yayınevleri.

Okuyucu kitapların belirli bir zaman sonra ucuza satılma ihtimali olduğunu bilmelidir. Bu ne yayınevi için eksi puandır ne de kitap için. Olabilir, hepsi bu. Gayet doğal. Savunmaya, meşrulaştırmaya da gerek yok. Bazı yayınevlerinin web sitelerinde bu uygulamanın defansif bir anlayışla gerekçelendirildiğini gördüğüm için söylüyorum bunu. Her yayınevinin ‘az satış yapmış’ kitabı olabilir. Hiçbir yayınevi bu yüzden utanç duymaz. Dünyanın en büyük yayınevlerinin de az satış yapmış kitapları vardır, olmuştur, olacaktır. Hatta, ne demekse, ‘başarısız kitap’ları da olmuştur, olacaktır. Fakat kritik nokta şu ki bu durum ne kitabın ne de yayınevinin değerini belirler. Beckett’in zamanında ancak 9 adet satabilmiş kitaplarından nasıl bahsedildiğini anımsayalım. Çok çeşitli sebepler ve değişkenler rol oynamış olabilir. Okuyucu, şu eski ‘yere düşme’nin yapışkan kavrayışından kurtulmalı değil mi önce?

Belki de dergilerde, kitap eklerinde, gazete sayfalarında, işin işleyişine dair metinlerin daha sık yer alması ve daha fazla şeffaflaşma gerekli. Mesela kitabevleri kitapların çoğunu ‘raf ömrü’ denilen kısa bir zaman için raflarında tutup sonra yayınevine geri gönderiyorlar. Daha olası alıcıları varlığından haberdar olamadan tam sergilenme imkânını yitirmeye başlayan çok sayıda kitap var. Üstelik bir kitapçıya girip orada olmayan ama yayıncının deposunda bekleyen bir kitabı isteseniz ve kitapçı bunu bilse bile size “yok” diyebilir, getirtmekle uğraşmayabilir (bu bir kural değil tabii).

İnternet kitapçılığı çok ilginç büyük bir havuz yarattı ve bunun yayıncılığımız üzerinde etkilerinin henüz yeterince konuşulmadığı söylenebilir. Kitabevinde kitapları inceleyip sonra eve dönünce internet sitesinden indirimli ve taksitli alanlar var.

Öyle ki, internet kitap satış sitelerinde de her kitap bulunmuyor bugün. Bu iddiada tek bir site olması imkânsız. Sanal ortamda bile sergilenme güçlüğü çeken, temsil sorunu yaşayan kitaplar olduğunu bir kitabı ararken akılda tutmak gerekiyor.

sureyyya@mexico.com