Bu Blogda Ara

Pazar, Temmuz 10, 2011

TÜRKİYE İKTİDARI SAYGISIZ

KÖŞE İSMİ: DALALET




BU YAZININ BAŞLIĞI:


TÜRKİYE İKTİDARI SAYGISIZ


BirGün gazetesi, 10 Temmuz 2011, Dalalet 80/188




Süreyyya Evren


sureyyya@mexico.com



Öcalan'ın her hafta devletle görüşmelerde, “geldiğimiz son nokta şudur, üzerinde anlaşılanlar anlaşılamayanlar bunlardır, şöyle bir süreç işlenecek” hattından açıklamalar yapması size de şunu düşündürmüyor mu: Türkiye iktidarı kendi halkına karşı ne kadar saygısız!


Türkiye iktidarı kendi halkını, hatta halklarını birebir ilgilendiren hayati bir meselede majör anlaşmaların, majör yeniden düzenlemelerin fizibilite çalışmalarını yürütürken kendi vatandaşlarını bilgilendirmek gibi bir ihtiyaç hissetmiyor. Türkiye bunu yaparak bir yandan da kendi Kürt vatandaşlarını temsil iddiasından kendi kendine soyunmuş oluyor.


Bu durumu, en güzel, imzalanmayan ve imzalanmayacak ama yapılan ve uygulanacak protokol imgesi anlatıyor... Huzurlarınızda Türkiye siyasetinin kafeinsiz kahvesi, alkolsüz birası!..


Ancak burada Türkiye kamuoyunun zımni işbirliği de açık. Türkiye kamuoyu Öcalan'la görüşülmesinden ama kağıt üstünde görüşülmemesinden memnun, protokol yapılmasından ama imzalanmamasından hoşnut. Öcalan'la barış görüşmelerinin detaylarını öğrenmek istiyor, bir Barış Konseyi kurulması haberini merak ediyor, ama haberin 'terörist Öcalan' diye başlamasına da ihtiyaç duyuyor. Sayın Öcalan'ın devletle ortak bir metni paraflaması ihtimalinin 'teröristçe bir fantezi' olarak damgalanmasına ihtiyacı var: onun yerine 'terörist Öcalan' ile imzalanamayan bir anlaşmanın yapıldığını duymak istiyor. Aslında bu anlaşma tam da 'imzalanamazlığı' yüzünden yapılıyor, çünkü ancak 'imzalanamaz olanın imzalanmasıyla' çözülebilecek bir düğümden bahsediliyor.


Böyle söylediğimizde baştaki önermemizi revize etmek gerekiyor tabii: Türkiye iktidarı saygısız ama kamuoyu da saygısızlığa eğilimli! Şairin iktidar ihramında olsa diyebileceği gibi: alıp bu saygısızlığı sana veriyorum işte!


Bunun Türkiye kültürüne olumsuz bir etkisi de mevcut: alıştığımız üzre, erkin doğru olanı bildiği gibi yapmasının doğru bulunduğu, müzakerenin bir diyalog tipi değil bir savaş hilesi tipi olarak görüldüğü siyaset kültürümüz aynen yoluna devam ediyor.


Karayılan'ın hükümet İmralı'yı atlayıp bizimle görüşme yapmak istedi biz tekrar İmralı'ya yönlendirdik açıklamasını buradan hareketle düşünelim...


BİR METAFOR LİDER OLARAK ÖCALAN


Dikkat edilesi bir özelliği ile karşılaşıyoruz böylece sahnenin: Öcalan özellikle erk yitimine uğradığı için herkesi erklendirebiliyor. Bir metaforik lider konumunda, bütün erk onda ama fiilen tek bir birey olarak erksiz. Bedensel olarak tutsak. Yalıtılmış durumda.


İktidar onu atlayıp fiilen yönetimdeki 'astlarıyla' gizli barış görüşmelerini yapmaya kalktığında bunu fiilen engelleyebilecek bir gücü yok. Nitekim bunu o da engellemiyor. Hatta aslında bunu sözkonusu astlar da engellemiyor. Bunu daha yaygın bir yeni Kürt öznelliği engelliyor. Erkin fiili bir liderde değil metaforik bir liderde olmasının tadını çıkartıyorlar. Bundan garip bir şekilde Öcalan da haz alıyor çünkü metaforik lider olduğu ölçüde gücü hem yok derecesinde ve sınırlı ve de kontrol altında hem de sınırsız, ele avuca sığmayan, kendisinin bile kontrol edemediği, lokasyonu belirsiz, aynı anda birden çok yerde olabilen bir güç. Kontrol edilemeyen güç güç değildir geyiğinin de apaçık sonu...


Öcalan'ın avukatları gerçekte Öcalan'ın avukatları değil, onlar dışarısının, dışarıdaki hareketin, bireylerin, mücadele içindekilerin avukatları. Öcalan'ın dışarısı için işlevli bir metaforik lider olabilmesini sağlıyorlar, cezaevindeki bir adamın dışarıdaki milyonlarca insan için fonksiyonel olmasını savunuyorlar. Dışarıdaki hareketin bir liderin kelepçelenmesiyle yitirdiği halklarını lideri metaforlaştırarak hafta hafta geri alıyorlar.


Öcalan metaforunun yeni Kürt öznelliği için en iyi taraflarından biri de şu: bu artık geçici bir metafor!


Türkiye Öcalan'ı tümgüçlü bir liderin tümgücünü yerle bir edip kendi üstüne almak üzere tutukladı. Öcalan'ı horgörerek, çirkinleştirerek, tümgücünü kendine transfer etmek, Kürtlerin güçsüzlüğünü kalıcılaştırmak ve bir çıkışsızlık duygusu yaratmak istedi. Öcalan buna karşı bir şey yapamadı; tutuklanmaya karşı yapamadığı gibi, metaforik tümgüçlülük transferine karşı da koyamadı. Ama dışarısı boş durmadı, kendi kendine dönüştü ve Türkiye iktidarından geri güç alırken eskiden Öcalan'da olan devlette emanet gücü de geri aldı. Bundan sonraki süreçte Kürtlerin daha az veya daha çok hakkı olabilir ama daha az iradelerinin olmayacağı aşikar.


Öcalan tutuklanmadan önce kalıcı bir liderdi, Kürt öznelliği de geçici bir isyankarlık içindeydi: şimdi Öcalan geçici bir metafor, Kürt öznelliği ise kendi geliştirdiği kalıcı isyankarlık kipinde.


KÜRT KUYRUĞU


Türk solunda, 'kuyruklu Kürt' lafını fazla ciddiye almaktan belki kaynaklanan, ama hala ve yüksek perdeden sıklıkla savunulabilen, bir “Kürtlerin kuyruğuna takılmayalım!” düsturu var. 11. Emir: Kürt kuyrukçuluğu yapmayın! Türk solu kendisini bir Kürt kedinin kuyruğuna haylaz sol entelektüeller ve/veya liderlerce takılmış bir teneke gibi hissederse hayatından veya kediden memnun olamaz elbet.


Halbuki Arap Baharı'nı da Kürt erklenmesini de 'onlardan ne çıkabilir ki' diye karşılayan emperyal dönemden kalma etnik hiyerarşi önkabulleri aşılabilirse, her bir siyasi öznellik geliştirme deneyine körleştiren ve bu sayede kendi kendini görmekten koruyan hayranlıkla değil elbet ama tutkuyla ve de kendini dönüştürmeye meyleden bir tutkuyla bakmanın özgürlükçü Türkiye soluna katabileceği çok şey var...