Bu Blogda Ara

Pazartesi, Mayıs 30, 2011

MEĞER MİLENYUM ŞİİRİ DE BİR İKTİDARMIŞ!

KÖŞE İSMİ: DALALET




BU YAZININ BAŞLIĞI:


MEĞER MİLENYUM ŞİİRİ DE BİR İKTİDARMIŞ!


BirGün gazetesi, 29 Mayıs 2011, Dalalet 74/182




Süreyyya Evren


sureyyya@mexico.com


Şiirimizde milenyum sonrası yeni ortamı okumaya çalıştığım geçen haftaki karalamalarımın 'sen biz milenyum şairlerine ve figürlerine sizin döneminiz geçti nasıl dersin?' tarzı bir reaksiyon alacağını hiç beklemiyordum. Sürpriz oldu.


Anlaşılan iktidar böyle insanın gözünün dibinde, elinin altında sessizce büyüyebiliyor, ta ki kendi zindanını açınca, kendi fermanını okuyunca anlıyorsun ki beyzade olmuş! O sırada tabii bir ilk tokat da geç kavrayan kişiye patlıyor; ki artık orası bizim sorunumuz...


İşin tuhafı, deneysellik lehine bir tartışma yazısına dahi deneyselcilerce bu uğurda tahammül gösterilemiyor!


Şu noktayı en temel mesele olarak görüldüğünü hissettiğim için açayım:


Milenyum-sonrası Türk Şiirinden bahsettiğimde, Türkiye şiiri doğrusu ama ana karaktere dair tartışmadan kopmamak için hala Türk Şiiri ifadesini kullanıyoruz, şu şu şu milenyum şairleri öldü, onların tatlı zamanı geçti, şimdi diskonun kralları bu bu bu şairlerdir gibisinden basit bir ilk on oyunu oynayarak kimlerin 'in' kimlerin 'out' olduğunu listelemek gibi bir niyetim hiç yok. Bu terimlerle düşünmüyorum. Ayrıca zaten ben içinde bulunduğumuz milenyum-sonrası dönemde çıkmış şairleri listelemek gibi bir saçma işe de -çok şükür- girişmedim.


Dikkat edilirse bir milenyum-sonrası iklimi tanımladığım, ve o iklimin karakteristik özelliklerinden biri olarak Karabayram, Akın ve Sezgener gibi şiir hatlarının işleyiş biçimini gösterdiğim görülecektir.


Enis Akın elbette yeni çıkmış bir şair değildir (Neden bugünlerde herkes Enis Akın'ın çıkışına kafayı taktı kendine çok aşık şiir alemimizde acaba? Neyin göstergesidir?)


Ben Akın'ın yeni çıktığını söylemiyorum ama şiirinin ve deneylerinin dolaşımdaki halinin, işleyişinin ve bu işleyişlerin toplamından oluşan ortamın yeniliğinden bahsediyorum. Ve de tabii yeni formlar aradıklarını da ekliyorum andığım şairlerin, ama bu yeni form arayışlarını söylememe bakarak yeni çıkmış şairler olduklarını ileri sürdüğüm sonucuna nasıl varılabilir ki? Ayrıca üçü de başka başka kişisel tarihlere sahiplerdir. Ben bir eşleştirme yapmıyorum burda: bir ortam yenilenmesinin belli başlı öznelerini, milenyum-sonrası iklimini niteleyen kimi girişimlerin bir izini araştırıyorum. Ha bir de Dağdaki Emirler ve Taşlık kitaplarının yeni çıktığını söylüyorum, evet.


Milenyum havasının bitmesi, milenyum sonrası döneme geçmemiz, milenyum şairlerinin 'bittikleri' gibisinden kasap bir anlama gelmiyor.


Evet, Anita Sezgener Türk şiiriyle tanışmış ama vedalaşmış gibi yazıyor; Evet, Ali Karabayram Türk şiirini görünce karşı kaldırıma geçmiş ve bir daha da hiç yolu kesişmemiş gibi yazıyor; ama bunlar gibi başka girişimler eskiden de olabilirdi, şimdi bunları birbirine bağlayabildigimiz bir evrenimiz var...


Türk şiiri eskisi kadar Türk şiiri değil kısacası! (Bakın burada doğrusu o diye Türkiye şiiri desem aynı çağrışım alanını kapsamazdı mesela.)


Ve bu ufuk açıcı gelişmede deneyselci milenyumcuların (şiirleri sayesinde değil çıkışları ve tanımazlıkları sayesinde) bir payları var, o payı teslim ediyorum. (Üstelik şiir içi iktidarların milenyumcular çıkmadan da çivilerinin çıktığını daha önce yazmış olmama karşın) Edimin çünkü gene de az buzdan fazla bir değeri var.


Daha az Türk şiiri olan bir Türk şiiri evreni yeni olan evren; ve bu evrende form üzerine çalışmalar milenyum döneminden farklı algılanıyor, farklı karşılık buluyor.


Özetle söyleyelim: yeni bir deney yapamayan ama ortamı tutumuyla boşaltan, esneten ve delen milenyum-deneyselciliği sayesinde deneyselcilik-sonrası ürünlerle bu kez başka bir deneyselin kapısı aralanıyor... Çünkü artık başka türlü bakmaların çokluğu içinde düşünebiliyoruz kendi kendimizi... Ve bu açılma üyelik kartını gösterenlere özel değil, herkes plastik tabağını alıp yaklaşabilir...


Bu belirsizlikten korkanlara da işte o yüzden Szeemann'ın 1969 tarihli sergisini hatırlatıyordum: bütünsüz bir şiir ortamı korkulacak bir şey değildir. Tam da yeni arayışların yeni anlayışların kontrol edilemezlik içinde denizden çıkıp beliriverdiği 'yer'dir bu...

Tekrar söylersek ben dönemin şairlerinin üzerinden iki seksekle sıçramıyorum. Bu tip analizler bana göre geçersiz zaten; o dönemin şairi Ahmetcan bu dönemin şairi Mehmetcan diye çalışmıyor şiirin zamanları sanıyorum.


O şairler oyundan çıktı bunlar girdi de demiyorum. O oyun bitti bu oyun başladı diyorum. Ve bu oyunun başlayışını gördüğüm kadarıyla şu oyuncuların toplarının sıçrayışı en iyi niteliyor diyorum. Yeni yerçekimini anlatıyor. Dolayısıyla hiçbir şair aleyhine özellikle bir çarpı değil dediğim. Sizlerin zamanı geçti arkadaş tarzı bir erken emeklilik önerisi olarak nasıl algılanabildi hayret...


ŞİİR YILLIKLARINI NASIL YIKABİLİRİZ?


Bağlantılı bir konu gibi geliyor: şair kadrolarının yılda bir sayımdan geçtiği şiir yıllıkları meselesi. Şiir yıllıkları şiirimizin en geri kafalı olgusu galiba bugün. Şiirde box office yok diye sevinecekken bize başka bir liste mantığı veriyor. “Şiir yıllıklarının aleyhine düşünme, en azından birilerinin şiir dergilerini takip ettiğini her yıl kanıtlamaya yarıyorlar” diyen kötümser dostuma hak veremiyorum doğrusu, bana aksine, yıllıklarla düşünen bir şiir ortamı kendi düşünmesini baltalıyordur gibi geliyor. Ve Türk şiirinin düşünme ve tartışma dinamizmi sözgelimi Türk öykücülüğünden çok çok daha güçlü ve çok boyutlu; hiç de öyle bir köşeye sıkışmışlık yok.


Geçtiğimiz günlerde oniki şairin bir şiir yıllığı aleyhine bildirisine tanık olunca aklıma geldi bunlar bir kez daha.


Diyorum ki o yıllıkçı gitsin başa bu yıllıkçı geçsin tarzı eleştiriyi bırakalım. Yıllık fikrinin kendisi gitsin! Birincisi şiirin bu şekilde sayımlarla, listelerle, iktidarla işlemesi fikrine karşı olmak için, ikincisi hadi çok iktidarcısınız diyelim: iyi de şiir yıllıkları sizi kandırıyor! Hiçbir zaman yıllıklar en iyi olanları toplamaz. (Beni de aldıklarından biliyorum.) Tersine, kayıp değerleri merak ederek, acaba içlerinde sempatik ama talihi gülmemiş bir iki dize kalmış mıdır diyerek karıştırırız eski, küflü yıllıkları (tabii karıştıracak olursak).


(Belki milenyum-sonrası ortamda yeni okumalarla da buluşması ihtimali olan) Gülseli İnal ile bir şiir yıllığı fantezimiz oluşmuştu; onu gerçekleştirelim istiyorum şimdi. Bir şiir yıllığı yapacağız, ama içinde mesela sadece üç veya dört şiir var. Sonra daha da ileri giderek: bir şiir yıllığı yapacağız ancak yıllığa yazdığımız kısa önsözlerin ardından tek bir şiir bile gelmiyor. Meğer o sene hiç şiir yazılmamış! Aksilik! Olmaz mı olur, yok mudur tarihte hiç şiir yazılmamış yıl?


Tarihçi Hans Ulrich Gumbrecht'in hiç kritik olay olmamış yıl diye gözüne kestirdiği 1926'ın tarihini yazması gibi...(In 1926)