Bu Blogda Ara

Pazartesi, Mayıs 03, 2010

CHİCAGO ANARŞİSTLERİNDEN "ARTIK TAKSİM’DE"YE

KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

CHİCAGO ANARŞİSTLERİNDEN "ARTIK TAKSİM’DE"YE

BirGün gazetesi, 2 Mayıs 2010, Dalalet 18/126

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Son üç yılda, solun 1 Mayıs’ı bir gündem olarak ele geçirmesine tanık olduk. 2007 1 Mayısı’ndan bugüne geçen üç yılda özneliğin geri alınması konusunda çok yol katedildi.

Sol, iktidardan öznelik konumunu geri alma hamlelerini bu süreçte hayli pekiştirdi. İktidara çekilen DTP-BDP reddini de sola dair bir red geleneği içinde saymak gerekir. İlk postayı onlar koydu. Temsil edilmeyeceğiz! Kendi kendimizi biz temsil edeceğiz!

Tekel direnişi de bir postadır –gündemi sizin değil bizim sorunlarımız belirleyecek! Sizin iktidar sorunlarınız olabilir ama bizim de sınıf sorunlarımız var!

Tekel direnişinin sonuçta çok başarılı ol(a)madığı, elde etmesi beklenenleri elde edemediği söyleniyor. Hani ligin ikinci devresinde üst üste 3-4 maç kazandıktan sonra teknik direktörler der ya: “henüz kazanılmış bir kupa yok!” Tabii bu henüz kaybedilmiş bir kupa yok da demektir. Tekel direnişinin gelişimi, daha önce de ucundan değindiğimiz, kendi içinde değerlendirmek gereken ayrı bir konu. Burada, DTP-BDP reddinden 1 Mayıs’a bağlarken dikkate almamız icap eden özelliği, dışına yaptığı hacimli etki. Tekel direnişi, genel olarak sola, özneleşmesi için bir aralığın toplumda bulunduğunu gösterdi. Yapabileceğini. Yaptığında tabelayı değiştirebileceğini.

Bu özneliği geri alma sürecinin olmazsa olmaz bir ayağı da hayli kritik “1 Mayıs Taksim’de olacak” talepkarlığıydı. En sembolik olan oydu elbette. Tekel direnişi sonuçta bir sınıf savaşımı alanına, ekonomik adaletsizliğe, toplumdaki bir eşitsizlik problemine referanslıydı. Kürtlerin temsiliyetinin ele geçirilmesine direnme kararlılığı da gene toplumda bir etnik dominasyon sorununa, kültürel temsil sorununa, ve buna bağlı türlü baskılama, şiddet, acı olaylarına referanslıydı. (Hala da öyle).

1 Mayıs’ın ise referansı daha total, daha simgesel bir yere adresleniyor. Toplumun sol aracılığıyla özneleştiği bir döneme solun geri dönme arzusu kendini gösteriyor temelde. Referans gösterilen acı, devletin (veya işbirliği içindeki devletlerin, iktidarların) sola (ve sol aracılığıyla özneleşen topluma) doğrudan çektirdiği bir acı. Dolayısıyla bu sembolik acı sahiplenilmiş, 1 Mayıs Taksim geri alınmıştır. Taksim’de 1 Mayıs’ın verildiğini, bir otorite figürü tarafından lütfedildiğini düşünmek için siyasi bilinci sol içi bir kültürle şekillenmemiş, aksine, eski deyimle, burjuva basının söylemleri altında şekillenmiş, oradan gördüğü haliyle dünyaya isyan etmeye çalışan bir zihniyete sahip olmak gerekir. 1 Mayıs için 33 yıldır bedeller ödendiği doğru ve değerli bir doğru olmakla birlikte, bugün Mayıs Taksimi’nin teslim alınmasına giden süreç 3 yıllık birbirine bağlı bir direnişler dizisidir. Direniş diyorum ama burada direniş defansif anlamda değil. 2007’de başlayan 1 Mayıs Taksim’de direnişi agresif bir direnişti. Haklarımız solundan farklıdır. Dönüştürücü sol içidir. Agresiften kastımız da şu: ortada öyle bir konu yokken ileri adımlar atmak, ileri talepler sunmak tavrıydı sergilenen.

1 Mayıs’ın köklerindeki kahraman Chicago anarşistleri mevcut koşullarını korumak için mücadele etmiyorlardı –yeni haklar talep etmekteydiler... Defansif bir solculuk yatmaz 1 Mayıs’ın tarihinde. Talepkar, dönüştürücü sol yatar.

Taksim’de 1 Mayıs kutlaması talebi bizzat sol tarafından ortaya konan bir gündemdi. Bu gündem dışardan dayatılmamıştı. Boğuşmak durumunda kaldığımız, istemesek de pozisyon almak zorunda kaldığımız nasyonalist laikler ile globalist islamistler arasındaki iktidar çatışmasının gündemlerden biri değildi. Doğrudan, bizzat solun gündemiydi. 2007’de sol, “1 Mayıs’ta Taksim’de buluşalım”ı yaratınca devletin tavrı tüm şehri bloke edip solcuları teşhir etmek ve kamuoyunun oluşacak öfkesini solculara doğru akıtıp Taksim’de 1 Mayıs girişimini moral olarak doğduğu anda boğmak olmuştu. 2008 gelince hükümet bu eğilimi doğru okuduğu mesajı vermeye çalıştı ve hastanelere kadar kovalayarak yıldırmaya kalktı solu. Ama sol oraya gelmekle kazanmıştı zaten. Devlet babalaşmanın doğurduğu sahneler liberal-global kanadı ürküttü, moral üstünlük en güçsüz dönemindeyken galip gelme duygusu yaşayan sola geçti. 2009’a gelindiğinde devlet Kürtlere karşı denediği aynı taktiğin farklı da olsa bir versiyonuna prim verdi: isyanı biz şekillendirelim dediler ve 1 Mayıs’ı tekrar bayram ilan etmekle 1 Mayıs meydanının neresi olacağı, bayramın nasıl kutlanacağı kozunu da ele geçirmeye çalıştılar. Tabii en önemlisi 1 Mayıs günü ekonominin aksadığı anti-Özalist bir sahne doğması riskini ortadan kaldıracak şekilde 1 Mayıs’ı tatil ilan ettiler. Yeni bir 2007’nin yaşanmasını engellemiş oldular.

Şimdi bu zafer sarhoşluğundan bir sonraki adım mühim. Özneleşme için çeşitli adımlar biraraya gelmiş durumda. Simgesel zafer, toplumsal adaletsizliklerin çözümü için adres olmanın geri alınışı olarak karşımıza çıkmakta.

Solun önümüzdeki seçimlerin yaratacağı ortamı ülke gündemini siyasileştirmek için kullanması gerekiyor. Kamplaşmanın her iki tarafını da oyuna getirmesi mümkün. En lanetlenen neler varsa onları sahiplenmeli ve öne çıkarmalı ve en kabul edilemez gibi gözükenin kabul edilmesini başlangıç için gerek şart saymalı...

2010’da sol kendi Abdullah Öcalanı’nı bulup Sayınlaştırmalı, Şemdinlisini bulup şenlikleştirmeli...

Okullar Eylül’de açılıyor olabilir, solun sezonu 1 Mayıs’ta açılıyor. Şimdi bakınca deftere, evet, 1 Mayıs Taksim’de hedefi tamam. Artık gündeme karşı agresyonu diri tutacak misketler bulup çıkarmak gerekmekte...