Bu Blogda Ara

Pazar, Haziran 18, 2006

GÖSTERİ TOPLUMU YENİDEN / Birgün yazı 66 - 19 Haziran 2006

Birgün yazı 66 - 19 Haziran 2006

GÖSTERİ TOPLUMU YENİDEN

Süreyyya Evren

Bir kitabın ikinci baskısı her zaman çok önemli bir olay olmaz, illa ki birşeylere işaret etmez. Hatta kimi kurnaz yayıncılar birinci baskıdan önce ikinci baskıyı piyasaya verebilirler. Ama bazen ikinci bir baskı o kitabın o dilde ikinci bir doğumu, ikinci bir serüveni gibi olur.

Sitüasyonist enternasyonalin kilit figürü Guy Debord’un klasik kitabı Gösteri Toplumu’nun ilk Türkçe baskısı 10 yıl önce, 1996’da yapılmıştı. Gösteri Toplumu hem sanat pratikleri ve tartışmaları için hem de felsefe ve siyaset dünyası için 1960’lardan bugüne her yeni gelişmeyle çarpışa çarpışa diriliğini korumuş yakışıklı bir yirminci yüzyıl başyapıtı sayılır.

Hele ki dada ve sürrealizme yönelik ilgi ve takiple karşılaştırıldığında sitüasyonist hareketin Türkiye’de çok az yankı bulduğunu söylemek abes olmaz. İlk baskısı 1967’de yapılan Gösteri Toplumu 68 Mayıs’ının güç kaynaklarından biriydi. Acaba Türkiye’de aynı yıllardaki siyasi ve kültürel hareketlenmeler üzerinde kıyısından köşesinden bir etkisi oldu mu –ya da şöyle soralım “Gösteri Toplumu Türkçe’de 1968-69’da yayınlansaydı acaba nasıl bir karşılık bulurdu?”

Debord, Gösteri Toplumu’nun İtalyanca dördüncü baskısına 1978’de yazdığı önsözde çeşitli dillerde yapılan özensiz, yalan yanlış çevirilerden şikayet eder. İngilizce ve İspanyolca çevirilerde ne yazdığının anlaşılabilmesi için üçüncü çeviriyi beklemek gerektiğinden yakınır. Ve bütün çevirileri arasında en berbatının daha önce yapılmış İtalyanca çeviri olduğunu, hatta bu feci çeviri yüzünden Sitüasyonist Enternasyonal’in İtalya seksiyonu üyelerinden Paolo Salvadori’nin bizzat yayınevine gidip kavga çıkardığını, yayıncıların yüzlerine tükürdüğünü söyler. Türkçe’de böyle bir talihsiz çeviriyle karşılaşmadığımız için kendimizi şanslı hissedebiliriz. Ama işin bir de öbür tarafı var. Aynı önsözde Debord kitabın şimdiye kadar bilebildiği en iyi okurlarını İtalya’daki fabrikalarda bulduğunu belirtir! Yani iyi bir çeviri henüz yayınlanmadan! Vasat çevirilerle de olsa işçilerin kitaptan kendilerine yarar sağlayabilecek olanları aldıklarını söyler Debord. Bu da tabii insanı düşündürüyor; kötü bir Gösteri Toplumu çevirisi 69’da Türkçe’de çıksaydı da dönemin kültürel ‘avangard’larını ve siyasi eylemcilerini etkileseydi acaba nasıl olurdu diye...

Gösteri Toplumu 1996’da ilk kez Türkçe yayınlandığında sitüasyonist harekete dair hemen hiçbir şey yoktu Türkçe’de. Herşey bir iki değiniden ibaretti. Sonra Raoul Vaneigem’in Gençler İçin Hayat Bilgisi El Kitabı, Gündelik Hayatta Devrim (çev.Işık Ergüden-Ali Çakıroğlu, Ayrıntı, 1996) geldi. Ama en çok sözü edilen doğrudan bir sitüasyonist hareket kitabı olmasa da hem dili hem yaklaşımıyla epey sevilen Greil Marcus’un Ruj Lekesi, Yirminci Yüzyılın Gizli tarihi (çev. Gürol Koca, Ayrıntı, 1999) oldu. Marcus’un kitabı sitüasyonizmi üstelik kimileri için daha bir kavranır da kıldı, biraz daha söz arasına girebilmesini sağladı.

Esas ilginç hamle tümüyle telif bir çalışma olan art-ist dergisi Sitüasyonist Enternasyonal özel sayısıydı (Haziran 2004). Derginin o sayısındaki editörü genç Kosovalı yazar Sezgin Boynik’di. Boynik, MSÜ’de yuksek lisans tezini sitüasyonizm üzerine yaptıktan sonra bu çalışmaya girişmişti ve sözkonusu özel sayı farklı ülkelerdeki sitüasyonist hareketlerin konumlarını da yansıtan, bu özel sayı için kaleme alınmış yeni yazılarla doluydu. Dergi çift dilli olmasının (İngilizce-Türkçe) da etkisiyle burada hakettiği tartışmayı doğuramadı, ortaya konan özgün iş yeterince değerlendirilemedi. Fakat yine de Debord-Vaneigem klasiklerinden, Ruj Lekesi’nden ve art-ist özel sayısından mekânımıza bir sitüasyonizm kokusu yayıldı. İlgililer arttı, daha çok adres gösterilir, dikkate alınır oldu.

Kısacası, ilk basımından 10 yıl sonra Gösteri Toplumu ‘gözden geçirilmiş ve genişletilmiş’ 2. baskısıyla yeniden Türkçe’de bugün (çev. Ayşen Ekmekçi & Okşan Taşkent, yayıma hazırlayan Işık Ergüden, Ayrıntı, 2006). Bu baskının farklı bir doğum olabileceğini düşünebiliriz.

Ve aslında son derece hayati olsalar da bu tür klasik metinlerin tek başlarına varlıklarının yeterli olmadığını da bir kez daha ispatlıyor bu tarih. Hem zamanlamanın kendi ağırlığı var, hem de ana metin çevirisiyle birlikte eşlik eden bağlam çevirilerine kuşkusuz ihtiyaç var. Bu köşetaşları her an elimizin altında durmalı; ama bu metinlerin okumalarını yapan dergiler, yan makaleler, bağlamların aktarılması ve daha önemlisi herşeyin yeniden tartışılması ve dünyada süren yeniden değerlendirmelerin takip edilmesi gerkiyor sanki – yeniden değerlendirmelere katkı yapmak, karışmak, bulaşmak, kirlenmek gerekiyor.

Ne demişti Debord: “bu kitabı, gösteri toplumuna bilinçli bir şekilde zarar vermek amacıyla yazıldığını göz önüne alarak okumak gerekir.”