Bu Blogda Ara

Pazar, Nisan 03, 2011

PAMUK KERİNÇSİZ'E TAZMİNAT ÖDEYECEKMİŞ!

KÖŞE İSMİ: DALALET



BU YAZININ BAŞLIĞI:


PAMUK KERİNÇSİZ'E TAZMİNAT ÖDEYECEKMİŞ!



BirGün gazetesi, 3 Nisan 2011, Dalalet 66/174



Süreyyya Evren


sureyyya@mexico.com


Kendi aralarında ufak tefek anlaşmazlıkları olduğunu biliyorum, ama 'Türkiye sağı' sağlam bir blok çekmeyi gene de ihmal etmiyor. Bir yandan malum düşünülmemiş düşünceyi tutuklamalar, Word dosyalarını çöpe atıp üzerinde tepinmeler vs, öbür yandan da Orhan Pamuk'u tazminata mahkum etmeler.... Pamuk, Kerinçsiz'e tazminat ödeyecekmiş, ne için: vakti zamanında bir dergide tarihi bir olayla ilgili görüşlerini açıkladığı için! Alın size absürt bir durum daha.


Şimdi matematikçiler birliği de Bahçeli'ye mi tazminat davası açsın?! Gisele Bundchen ve Zeki Triko Cumhurbaşkanı'nın çıplak ayaklı Afrika sahilleri fotoğraflarını mı dava etsinler?! Hayır, 'tek millet tek devlet tek kale vs' diyenlere Selahattin Demirtaş tazminat davası açarsa ne diyeceksiniz? Hem onlar 6 kişiden de fazla olabilirler gördüğüm kadarıyla ve kişi başı 1 milyardan epey eder...


Böyle bir mantık olabilir mi; birbiriyle çelişen görüşlere sahip herkes “vay sen nasıl bana katılmazsın” diye dava mı açacak?! Sonra da yeterince hakim yok diyorlar. Bu mantığa hakim mi dayanır...


Orhan Pamuk'un Kerinçsiz'e tazminat ödemesi kararı çok açıkça belirli bir siyasi doğrunun takipçilerinin diğerlerinden ağzını açma vergisi alabileceklerini onaylamak anlamına geliyor. Sağ blokun dışında kalan bütün görüşlerin kriminalize edildiğini görüyoruz. Kriminalize etmenin hesaplanamaz hale geldiği politik iklimlerin bütün ürkütücülüğü tenimize yapışıyor böylece...


HAYALİ BİR DÜNYADA CHP


Hayali bir dünyada, ya da hayali bir Türkiye'de diyelim, CHP 2011 seçimlerinden tek parti olarak çıksa, hükümet olsa, ertesi gün iktidar olabilir mi?


Ahmet Şık'ın 2003-2004 AKP'sinden bahsettiği satırlarını okurken aklıma geldi. Şık, AKP'nin o sıralar hükümet olduğunu ama iktidar olamadığını söylüyordu. Şimdi de bir başkasının iktidar olması zor görünüyor. Bütün uluslarası klasmanlarda Türkiye'nin hanesine yazılan 'hibrid demokrasi' böyle bir şey mi acaba: seçimleri kazandığın halde iktidar olamadığın ama iki kere üst üste kazandın mı da iktidar olunamaz bir yer haline getirebildiğin ülke....


ARAP BAHARI YAPRAKLARINI DÖKÜYORCULAR


Böyle de bir yorum merakı var bizde: “ah işte gördünüz mü Arap Baharı da bitti, Libya'yı bombaladılar, petrol oyunları başladı, İran devreye girdi vbg.”


Neden? Çünkü bir halkın erklenmesi deneyimini takip etmeye alışık değiller. Devlet danışmanlığı geleneği hayli sağlam. Uzmanlar kendilerini devlete akıl vermek için yarışmaya lanetlenmiş sanıyorlar. Köşe yazarları biteviye bir Monopol oyununun en bilmiş kişisi pozlarında büyük güçlerin hangi kareleri dolduracağını ilk söyleyen olmaları gerektiğinden eminler.


Halbuki Arap Baharı öyle bir ruh verdi ki sadece Mısır'ı, Tunus'u dönüştürmedi. Öncelikle Arap halkının hesap kitap yapılırken üzerine çarpı atılamayacak bir varlık olarak dünya tarihi sahnesine çıkmasını sağladı. Aynı Haiti Devrimi'nin köle olmak istemeyen köleleri Batı'nın gözüne sokması ve köleliğin kalkmasına giden yolu açması gibi...


Arap isyancılar, bir takım krallarla, beylerle, sultanlarla, parababalarıyla el sıkışmanın her şeye yetmeyeceği bir moment yarattılar. Neymiş, orada bir irade varmış aslında. 'İktidar koltuğuna kim oturacak'a odaklanmış devlet danışmanı bakış bunu kaçırıyor tabii. Bu büyük gelişmeden bu kadar az etkilenmemizin altında acaba eski sömürgecileri olmamızdan kaynaklanan bir sıkıntı da mı rol oynuyor? Evet, bundan da hiç bahsetmiyoruz. Sanki yüzyıllarca Arap halklarına çay ikram etmişiz ama onlar kurabiyelerimizden, böreklerimizden yemeden kalkmışlar, köşedeki pastaneden Doughnut alıp kalbimizi kırmışlar gibi bir havamız var. Halbuki Arap karakteri bize ayaklanarak özgürlüğünün kaslarını ilk esnetmeye başlamıştı. Bugünkü özgürlük egzersizinin damarlarında da o başkaldırının izlerinin yer aldığını hiç unutmuyorlar. Ve o günlerden kalma bir horgörme de görüyorum, bunların ne iradesi olacak ki, güçlü olan bunları tepeler, hepsi bu gibisinden bir bakış.


Arap isyancılar şimdi yeni bir aşamaya girdiler. Büyük iş yaptılar. Yapmaya da devam ediyorlar. “Elimiz kolumuz bağlı, bir şey yapamayız” diyen babaların yerini “yapabiliriz” diyen çocuklar aldı. Ve babaları da dönüştürüyorlar. Mısır'da her gün başka bir aşağıdan irade denemesinin haberi geliyor. Bir bakıyorsunuz öğrenciler eğitim sistemi için bir öneri ile ortaya çıkmış, bir bakıyorsunuz gazeteciler bir taleple öne çıkmışlar, bir bakıyorsunuz kadın örgütleri bildirilerini kaleme alıyor. Hepsi, güçlerinin sınırlarını araştırıyorlar. Fanon'u hatırlatan satırlar geliyor her gün, Fransız sömürgesine karşı Cezayir mücadelesini hatırlatan.

Esas odaklanmamız gereken nokta şu: yeni bir Arap karakteri beliriyor. Bunun etkileri uzun süre hissedilecektir. Ve bu sadece Arap olmakla da kalmıyor, ezilenlerin dayanışmasının kendiliğinden ulussuzluğu, kendiliğinden ulusötesiliği sayesinde, dünyanın her yerindeki eylemlere referans oluyor. Bugün Londra'da Trafalgar Meydanı'na gidenler de burayı Tahrir Meydanı'na çevirebilir miyiz acaba diye düşünüyorlar, Diyarbakır meydanlarında da bu perspektifin anıldığını duyuyorsunuz. Dolayısıyla bu Arap Baharı'nın örneklediği egemen sistemlere aşağıdan müdahale etme ruhu, erksizleştirilmişlerin tam da birbirine bağlanmış erksizliklerini politize ederek bir özerklenme yaratmaları tutumu sınır tanımıyor, bir etnisiteye, coğrafyaya, kültüre sıkışık da değil.


'Libya devrimini çalmak isteyenler var' diyor Libyalı anarşist Saoud Salem. Doğru. Sadece Libya devrimini değil, bütün Arap Baharı'nı, ezilenlerin bütün iradesini çalmak istiyorlar. Hep istedikleri gibi. Türkiye'de de istiyorlar, İngiltere'de de istiyorlar, Suriye'de de istiyorlar. 'Kesin bu büyük güçler bu devrimi çalar sonra izle aralarındaki bölüşme kavgasını' diye bir yorum dilimiz olması utanç verici.


Nasıl çaldırtmayız bir temadır. Ve nasıl burada da var kılarız diğer temadır...