Bu Blogda Ara

Cumartesi, Mayıs 07, 2011

BİN LADİN'İN SON SÖZLERİ: TERÖR YOKTUR

KÖŞE İSMİ: DALALET



BU YAZININ BAŞLIĞI:


BİN LADİN'İN SON SÖZLERİ: TERÖR YOKTUR


BirGün gazetesi, 8 Mayıs 2011, Dalalet 71/179



Süreyyya Evren


sureyyya@mexico.com


Osama Bin Ladin'in son sözleri şunlar oldu diyebilir miyiz: Terör diye bir şey yoktur! Değil mi ki başka bir ülkeye özel timler kimseye haber vermeden baskın yapıp yargısız infazla aradıkları şahsı ve etrafındakileri çoluk çocuk arasında vurdular. Sonra da cesetleri ortadan kaldırdılar...


Bin Ladin'in Abbottabat'ta öldürülüşü terör ifadesinin belirli bir edimi tarif etmek için kullanılamayacağını, kimi siyasi görüşleri kimi konjonktürlerde adlandırmaya yarayan bir boş kategori olduğunu bize tekrar gösterdi.


Hatırlayacak olursak dehşet sözcüğünden gelen terör eylemleri ifadesi dehşet saçan şiddet edimleri olarak (Fransız Devrimi'nden çok) 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında gerçekleşen ve dünya çapında çok sayıda kralı, lideri, yöneticiyi götüren suikastlar serisinin ardından dolaşıma girmişti. Vergi almak için ya da isyan bastırmak için bir devletin halkı acımasızca kırıp diğerlerine dehşet salmaya çalışmasının ardından terör sözcüğüne ihtiyaç duyulmamıştı örneğin. Dehşetin kime saçılan dehşet olduğu esastı. Yöneticilerin halkı öldürdüğü şiddet ölçeğiyle tartılsa çok daha korkunç olaylar 'adaleti tesis ediyor' kabul edilirken; krallar ve yöneticiler öldürülünce 'dünyayı korkunç bir terör dalgasının sardığı' varsayılabilmişti.


Cinayetin birini öldürmek anlamına değil de yetkisizce birini öldürmek anlamına gelmesi gibi...


Yetkiyi veren makam, başka öznelerin elinden çıksa 'terör' olarak kolaylıkla adlandırılabilecek edimlere giriştiğinde adaleti tesis etmiş oluyordu böylece.


11 Eylül'den sonra da Bin Ladin adaleti tesis etme iddiasındaydı. Ama yetkiyi ele geçirmediği sürece bu söylemi geçersizdi...


Türkiye'de biz yargısız infaz çok gördük. Çok yaşandı buralarda yargısız infaz. Ortadan kaldırılan cesetler...


Obama şunu diyor: yetki sizdeyse, iyi bir açıklamanız da varsa şiddette sınır tanımanızı gerektiren bir durum yoktur. İyi bir açıklama ve yeterli yetkiden oluşan tarif Arjantin diktatörlükleri estetiğinde cesetleri uçaklardan denize atmayı, komandolarla ev basıp yargısız infaz yapmayı adaletin tesis edilmesi olarak dünyaya kabul ettirebilir.


Demek ki 'sorgusuz sualsiz öldürülebilir olan' diye, 'harcanabilir olan' diye fiili bir kategori var, böyle bir insan kategorisi konusunda dünya uzlaşmış durumda. Ve bu harcanabilir olan en fazla eli kana bulaşan demek değil. Mesela George Bush bu kategoride değil.


Eli en fazla yanlış kana bulaşan demek...


Eli yanlış kana bulanan yargısız infaz edilince adalet yerini bulmuş oluyor -Türkiye'de de çok örneğini gördüğümüz gibi...


Sadece yargısız infazı değil işkenceyi de bir ucundan aklamaya çalıştığını gördük bu infaz gecesinin. Bin Ladin'e giden istihbarat serüvenine dair kısa anlatı dolaşıma sokulduğunda bir de baktık Guantanamo'da işkence ile alınan bilgilerin ne kadar kritik bir değere sahip olduğu fikri alttan sızdırılıyor zihinlere...


Demek ki neymiş işkence o kadar da kötü bir şey değilmiş, doğru ellerde, adalet arayan doğru kana bulaşmış ellerde kulanıldığında dünyayı kurtaran adamlık bir işmiş işkence ve yargısız infaz. Su ile boğma hissi yaratmaya dayanan waterboarding meğer ne faydalı bir su sporuymuş!


Önce su ile boğar gibi yap, sonra da öldürüp suya at. Tamam. Demokratik kamuoyu huzur içinde yatsın...


Resmi ABD belgelerini Wikileaks'e aktaran Amerikalı er Manning'e de türlü işkenceler uyguladılar Amerikan cezaevlerinde. Belki bir gün Assange'a da sıra gelecek.


Türkiye'de ve diğer yerlerdeki bütün liderlerin “çok memnun oldum” mesajlarındaki acelecilikte bu da var: “yarın bana da işkence ve yargısız infaz lazım olabilir. Fırsat bulmuşken, hazır dünya egemenince meşru ilan edilmişken desteklerimi sunayım...”


Sayfalar tutacak uzun yargısız infazlar tarihimizin yanı sıra yakın dönemdeki Festus Okey cinayetini da akla getiriyor. Bir kapalı mekan, biri öldürüyor biri ölüyor, ve hikayeyi öldürenin anlatısına dayanarak öğreniyoruz.


Bu kez bir fark da var tabii: Osama Bin Ladin'in 12 yaşındaki kızı da olay yerinde, infazı izlemiş.


Küçük kız çıplak gözle izlerken Obama ve Beyaz Saray arkadaşları da ekrandan izliyorlar. Bize ama ekranda ne gördüklerine bakma ayrıcalığı tanınmıyor. Biz ekrana bakışlarına bakmak durumundayız.


Osama Bin Ladin'in öldürülmesi temelde Bin Ladin ile ilgili bir olay değil kısacası. Bir siyaset kültürünün olumlanması. Kanunsuzluk kanunun tekelindedir ve kanunun tekelinde kalmalıdır ve kanun da temelde budurun bir anlatımı...

Pazar, Mayıs 01, 2011

SEÇİM GÖSTERİSİ ÖNCESİ SON 1 MAYIS ÇIKIŞI

KÖŞE İSMİ: DALALET



BU YAZININ BAŞLIĞI:


SEÇİM GÖSTERİSİ ÖNCESİ SON 1 MAYIS ÇIKIŞI


BirGün gazetesi, 1 Mayıs 2011, Dalalet 70/178



Süreyyya Evren


sureyyya@mexico.com



1 Mayıs 2011'in Türkiye siyaset sahnesindeki genel önemi ve Türkiye solu için spesifik önemi merkezi kutuplaşmanın basit girdabının zirve yaptığı gösterilerden biri olan genel seçim öncesinde gerçek toplumsal dönüşüm lehine söz alma fırsatı sunmasıdır. Seçim gösterisi öncesi son 1 Mayıs çıkışı olarak karşımıza çıkıyor bu 1 Mayıs nümayişi.


Referandum gösterisi öncesi kutuplar erimeye yüz tutmuştu. Savaşların devletlerin temel besini olması gibi, bu tip gösteriler de merkezi siyaseti, pompaladıkları kutuplaşmaları, siyaset keselerini büyütüyor. Referandum mıknatısı solun büyük kısmını da o ya da bu uçtan kendine bağlayıp kıpırdayamaz hale getirince tekrar altın çağlarına dönmüşlerdi. Tam işler tavsamaya başlayacakken yeni bir seçim sahnesi yaratıyorlar, o bitince bir tane daha, o bitince bir tane daha... Her seçimde yüzüne kan yürüyor, damarları dalgalanıyor, yanakları kırmızı kırmızı parlıyor sistemin ve mutlak ilan etmek istedikleri kutuplarının...


Taksim meydanı bir seçim bölgesi değildir!


Taksim meydanı bir siyaset bölgesidir...


2007'den 2010'a üç yılda atılan bir sprintle kazanılan 1 Mayıs Taksim'de mücadelesi solun özerklenme teşebbüsü olarak da okunabilir.


BDP'nin sivil itaatsizlik çıkışları siyasete doğru giden bir patika açan son girişim. İrili ufaklı bütün diğer eylemler ve protestolar da. Bunları birbirine bağlayacak, bir şebeke duygusu verecek öğe de 1 Mayıs gibi sembolik momentlerdir.


1 Mayıs KCK davalarından Hrant Dink'e Ahmet Şık'lara ekonomik adaletsizliklerden öğrenci hareketlerine bütün zorlayıcı öğeleri birbirine bağlama potansiyeli taşır.


Ama zafer sonrasının kendine özgü bir zorluğu da var elbet. Devrimci Expo'ya dönüşme tehlikesi---


1 Mayıs, gayet iyi biliniyor ki, iyi ki varız türü bir kutlamadan çok gücünün sınırlarını kolektif imgelemde sınama rutini sunmasıyla kritiktir. Bu sınama, ya da test etme diyelim, nereye kadar gidebileceğini görme anlamında değil erklenme iradesinin dayatılan sınırlarını kolektif bir imgelemle ne kadar belirsizleştirebilirizin, ne kadar iptal edebilirizin, meşrebimizce bir özgürlük lehine ne kadar yeniden tanzim edebilirizin test edilmesidir.


Radikal solun da yer aldığı seçim bloğunun meclise sokacağı alternatif isimlerden daha kritik fonksiyonu siyasetin seçimle yapılmadığına işaret eden bir dili diri tutan yanı olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bu tür eğilimler 1 Mayıs gibi ideal bir nümayişte içiçe geçme imkanı bulurlar.


Siyaseti siyaset sahnesinden ve dilinden çekip iş bitirmeciliğe alan bir neo-Özalizm var başımızda. Projeler, İcraatın İçinden geleneği, icraatlar Türkiye'si modeli ile işliyor. Çılgın Türklerle Çılgın Projeler arasında sıkışan halkın portresi görünürlük kazanıyor. Bu AKP iktidarının, yani neo-Özalizm bakışı ile bakıldığında 1 Mayıs gibi nümayişler tam anlamıyla gereksiz ve yanlıştır ve bunlara sadece yenildikleri anlarda tahammül edebiliyorlar. Sivil itaatsizlik eylemlerini de aynı şekilde gereksiz görmeleri ve hatta BDP'nin ve blokun mecliste temsilini de engellemek istemeleri ama yenilince razı olmaları gibi. Bu alanda her bir kare için mutlak önce meşruiyet sonra fiziki varlık mücadelesi vermek zorunda bırakmayı tercih ediyorlar. Her türlü adaletsizlik, hak engeli, despotizm geleneği, kültür düşmanlığı, güce tapınma, merkeziyetçilik, hepsi yükselişte. Hakların arttığı değil dört koldan gerilediği bir (başka) dönem. Bu benim memurum işini bilircilik karşısında güncellenmiş ve prestijini yitirmemiş öğelerden bir vitrin çatma uğraşındaki CHP merkeziyetçiliğini ve merkez sağın anlamını tümden yerinden etmek üzere merkez sağ rolü için yarışan MHP'yi buluyo. Bu tempoya maruz kalıp kulaklarını tıkamış sokaklar için 1 Mayıs başka bir ritm fırsatıdır...


Türkiye solu kutup baskısından çıkış için bu tip momentlere ihtiyaç duyuyor. 1 Mayıs mevcut gücünün sınırlılığını, yetersizliğini sıçramalarla değiştirmek, ani yükseliş aralıkları yakalama denemesi yapmak olarak da dikkat edilesi bir vesile.


1 Mayıs 2011, hiçbir işe yaramasa 1'den sonra 2'nin gelmediğini gösterebilme potansiyeliyle hayatidir...


BİR ERMENİ GENERAL DEĞİL BİR ERMENİ ER


23 Nisan'da bir çocuğun, 24 Nisan'da bir Ermeni'nin öldürüldüğü Türkiye --Dink'in 23 buçuk Nisan tasavvurunun tersten kabul edildiği bir felaket...


Halil İbrahim Oruç öldürüldü, Sevag Şahin Kılıç öldürüldü...


19 Mayıs için ne planlıyorsunuz? Açıklayın!