Bu Blogda Ara

Pazar, Nisan 30, 2006

SANATÇI SOVYETLERİ/MECLİSLERİ / Birgün yazı 58 -- 24 Nisan 2006

Birgün yazı 58 -- 24 Nisan 2006

SANATÇI SOVYETLERİ/MECLİSLERİ

Süreyyya Evren

Nietzsche ‘İnsanca Pek İnsanca’nın bir bölümünde erdemin uykusundan bahseder. “Erdem uyuyunca daha dinç uyanacaktır.”

Siyaset tarihi de sanat tarihi de böylesi uyanmalarla dolu. Buna bir tür (siyasi/sanatsal) bedenin hatırlaması, bedenin çağırması da diyebiliriz. Unutulmuş, gömülmüş görünen tavırlar, gelenekler, yaklaşımlar yeni aktörlerin elinde birden canlanır, yeni bir uyanmada cisimleşir. Yedi uyurlar gibi başka bir coğrafyadan da çıkar bir fikir, bir edim, bir tutum bazen. Bir yerde silinen başka bir yerde belirebilir. Yedi uyurların gücü biraz da toprağın her yerdeliğinden gelir. (alternatif küreselleşme hareketinin de sloganlarından biridir “biz heryerdeyiz.”)

Dikişsizlik erdeme yaramıyor. Hem galiba erdemin de yüzü eskiyebiliyor. Bir süre gözükmemesi sağlığı açısından iyi –süreksizliği onu dinç tutuyor.

Mesela alternatif sanatçı mekanlarına dair ihtimalleri, olanakları, modellerin niteliklerini tartışırken, söz bir sanat mekânının kendi eleştirel kapasitesinin incelenmesine geliyor. Mekânla nasıl ilişkiye geçildiği, mekânın nasıl kurulduğu ve o mekânla ilgili kararların nasıl alındığı önemseniyor. Ve sanat mekânında kolektifliklerin oluşumunu konuşurken salt sanatçıların biraraya gelme biçimleri de tartışılıyor. Bu noktada birden siyasi/sanatsal bedenin ‘sanatçı sovyetleri/meclisleri’ önerisiyle çıkageldiğini okudum geçenlerde Türkiye sanat ortamı üzerine bir söyleşide. Tam bir uyanma değil belki. Ama işte, bedenin bir hatırlaması.

Öte yandan gerçekten hasta edici sterillikler altında birşeyin birşeye, birinin ötekine temas etmesi de zorlaştırılmış durumda. Dokunmadan duyulan tiksinti sosyalliğe de bulaşıyor. Eğer sanat ediminin kendisinin hem belli bir dolayıma sahip olduğu hem de siyasi olarak işlediği imkânları araştıracaksak veya edimin hiçbir dolayıma sahip olmadığı ama yine de işleyen bir sanat edimi olduğu durumlara bakacaksak her iki halde de karşımıza belirsiz ama temaslarla dolu bir sanatçı sovyeti/meclisi tipi çıkıyor. Bedenin belleğinde bu belirsizliklerden tiksinmemeye aksine onlarla yola koyulmaya dair izler olduğunu söyleyebiliriz.

Ve sonra yavaşlık. Nietzsche gene ‘İnsanca, Pek İnsanca’da, güzelliğin hızlısına lanet okuyor, güzellik okunu yavaş yavaş içine çekmek istiyordu. Tarif ettiği yavaşlık aynı zamanda da süreksiz bir yavaşlıktır. İnsanın hiç farketmeden beraberinde taşıdığı ama sonra aniden rüyasında karşısına çıkan. Uzun süre alçakgönüllü bir şekilde içimizde yatan ama sonra birden bizi ele geçiren güzellik. Burada tabii güzellik kategorisini de geldiği gibi bırakmak durumunda değiliz. Ama altta yatıp sonra fazlasıyla çıkan veya bilinmeden içte taşınıp yine bilgi sayılamayacak rüya anında görünen şeyin süreksizliği ve belirsizlikten çekinmeyen, tiksinmeyen, belirsizlik içinde işleyen hali olası kolektiviteler için de bir takım ipuçları içeriyor gibidir.

Hatırlayan bedenin kendisi de elbet ancak kısmen cismanidir. Bernard Cache’nin dediği gibi “zaman ve mekândaki sınırlarını sürekli değiştirdiğinden bedenin her zaman yapılması gerekir.”

Sanatçı sovyetleri/meclisleri gibi geri çağrılan öneriler, hatırlamalar, uyanma halleri belki de bu nedenle gittiği yere kadar götürüldüklerinde aynı zamanda hep bir bedeni yapma anlamını da taşıyacak.

Hiç yorum yok: