Bu Blogda Ara

Cumartesi, Mayıs 05, 2007

Ekşi Tümörler Lokantası / Birgün yazı 107 - 30 Nisan 2006

Ekşi Tümörler Lokantası

Birgün yazı 107

30 Nisan 2006

Süreyyya Evren

Ur Lokantası adlı romanım yayınlandığından beri (Varlık, 1999) yazarlardan çok şairlerden ilgi görüyor sanki. Bazen form anlayışı sebep oluyor buna. Ömer Türkeş’in “belki de tüm zamanların; ‘biçimi en çok zorlayan Türk Romanı’ olarak değerlendirilebilir” dediği Ur Lokantası günümüzün dinamik konstelasyonlarından birini oluşturan kimi görsel şairlerin yakınında görülmüştü son zamanlarda. Şimdi de sağolsun İskender iltifat etti. Şiirlerini Lezzetli Tümörler Lokantası başlığı altında toplayarak bir ‘gurme ‘ tadı ekledi lokantamıza (Küçük İskender, Lezzetli Tümörler Lokantası, Sel, 2007). Şairler için roman romancılar için şiir yazma isteği doğuyor içimde...

Türkeş’in değerlendirmesini anmışken bir zaafımı da ufaktan telafi etmeye çalışayım. Yazarın diktatoryal bir tutumla metninin olası serüvenlerini önbelirlemeye çalışmaması, yapıtının okunma biçimlerine ipotek koymaması, çitler çekmemesi gerektiğine, böylesi bir yazar diktasının otoriter bir edebiyat kavrayışı sayılacağına dair teorilerin kıyısında biraz fazla zaman geçirdiğimi hissetmeye başladım. Elbette okumalar nihayetsiz ve nihayetsiz de olmalı. Elbette metin bir kere yayınlandığında artık ihtimallere tümden açıktır. Öte yandan yazarın hiç mi sözü olmaz? Sonuçta yazar çalışmalarını birbirine bağlayan bir edebiyat yorumuyla ne yapıyorsa yapmaktadır.

Sözgelimi Türkeş, Ur Lokantası’nda cümlelerimin anlamsızlığı hedeflediğini, okuyucuyu şaşırtmayı, irkiltmeyi hatta tiksindirmeyi hedeflediğimi söylüyordu. Ben de “bu da bir okumadır saygı duymak lazım” diyerek katlayıp kenara koymuştum. Şimdi düşünüyorum da hiçbir metnimde anlamsızlığı falan hedeflemediğimi, yaptıklarımın okuyucuyu şaşırtmak, hatta tiksindirmek gibi hedeflerle bir alakası olmadığını ama naçizane bir şey anlatmaya çalıştığımı, bunu sadece eleştirmenin alışkın olduğu bir formatta yapmadığım için öbür uçta hayal edildiğimi eleştiri gelir gelmez söyleseydim ne olurdu sanki? Anlamı tanıdık formda bulamayınca ‘bu herhalde anlamsızlık olmalı’ denmesine reaksiyon göstermek illa ‘yazarın diktası’ mıdır? “Absürd’ü yani anlamsızlığı hedeflediğimi” söylemesi ise bana göre ayrıca problemliydi, sonuçta ‘absürd’ anlamsızlığı hedeflemek değildir. Absürdün eleştirel geleneği de benimle beraber ateşe atılmıştı yaş da yanar hesabı. Aslında amacım eski defterleri açıp özellikle bir eleştiriye cevap vermekten çok genel olarak yapılan hakkında söz alma tutumuna meyletmeyi tartışmak. Biliyorsunuz günümüzde postmodern terimi farklı gelen herşey için kullanılabilen pop bir terime dönmüş durumda. Son on yılların tüm nitelikleri, eğer bir farklılık içeriyorsa postmodern addediliveriyor. Post teorilerle doğrudan bağlar kurmuş biri olarak iş benim yazdıklarım hakkında yorum yapmaya gelince postmodern ifadesi iyice jokerleşiyor. Ne kastedildiğini gel de anla. Ayrıca anlamsızlığı hedeflemek, okuyucuyu şok etmeye, tiksindirmeye çalışmak benzeri ‘niyetler’ yukarıdaki gibi bir suçlama tonunda ilan edilebildiği gibi bazen bir övgü tonunda da not edilebiliyor. Her ikisine de itiraz edesim geliyor doğrusu. Şuna gitgide ikna oluyorum bugünlerde: doğru, yapıtın nasıl okunacağını dikte edecek yazar bana hayli problemli görünüyor hâlâ, ama yazar kendi yapıtını nasıl okuduğu/kurduğu ve genel olarak edebiyatı nasıl okuduğu konusunda söz alabilir, hatta giderek, yazarın taraf olduğunu ima etmeyi ya da sanatına gömmeyi yeterli görmeyip ifade etmesi yeğdir, diyeceğim...

Ben de İskender’e bir terso-atıfta bulunayım: Postmodern Sığmıyor Yüzüme...

Hiç yorum yok: