Bu Blogda Ara

Pazartesi, Haziran 28, 2010

BİZİ NE BÖLER?

KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

BİZİ NE BÖLER?

BirGün gazetesi, 27 Haziran 2010, Dalalet 26/134

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Bizi ne mi böler: ilk önce ‘biz’ fikri böler. ‘Biz’ birleştirir ve böylece böler, ‘biz’ biraraya getirir ve bu sayede parçalar. Hiçbir ulus devlet verili değildir. Aksine, tarihteki en akışkan birimlerden birini oluştururlar. Devletler durmaksızın bölünüp birleşirler. Bölünmeyelim dediğinizde geçmişteki bir savaşın sonuçlarına sadık kalalım demiş olursunuz. Neredeyse bütün ulus devlet çatısı altındaki birlikler savaşlar sonucunda oluşmuştur (neredeyse diyorum çünkü karmaşık istisnalar da var). Hemen her durumda devlet sınırı diplomasiyle birleşen bir askeri mücadelenin neticesini yansıtır. Mesela yüzyıl başındaki kimi savaşlar farklı cereyan etseydi ve bu topraklar –bazılarına göre olması gerektiği gibi– Yunanistan olsaydı, bugün isyankar Türkler ve Kürtler Yunanistan’ı bölmeye çalışıyor olacaklardı. Merkezi solun solunda yer alan herhangi bir perspektifin Yunanistan’ın bölünmesinden kaygı duyması yadırgatıcıdır o yüzden.

Yunan solundan isyancı Türkler ve Kürtler şunu bekliyor olmazlar mıydı: Yunanistan sınırının savaşlarla belirlendiğini unutma! Hiçbir şey sonsuzdan gelip sonsuza gitmiyor bu devlet işlerinde. Aksine herşey akışkan. Ve herşey akışların çarpışması. Sen, sol değerlerle en çok uyumlu gördüğün akışı desteklemelisin kendi meşrebince, hakim akışın kendisini kalıcı durağanlık olarak sunmasını desteklemek yerine.

Tedhiş konusunda biliyorsunuz herşeyden çok belirsizlik vardır. İsrail’in gemi baskınından sözedilirken sık sık Somali korsanlarının terörüyle analoji yapılıyordu (Somali korsanlarından bile acımasız bunlar denerek) Burada benim takıldığım nokta Somali’de terörün esas faili olan emperyalistlerin gizlenmesi ve sanki durup dururken karakterindeki doğal haydutluğa mani olamayan Somalililer korsanlık kariyerlerine adım atmışlar gibi metaforlaştırılmaları. Somaliyi bu hale hangi devletler getirdi, kimler o ‘korsanları’ köşeye sıkıştırdı? Kimler balıkçılığın köküne kibrit suyu şeklinde zehirli atıklarını sırıtarak bölgeye döktü? Gerçekte evrensel bir terör kavramı yok. Birine göre özgürlük savaşçısı olan diğerine göre teröristtir, birine göre devlet terörü olan diğerine göre ulusal birliğin korunmasıdır. Terör sözcüğü bir boş kavram, amorf bir suçlama kategorisidir. İlişkilendirildiği kişinin/grubun itibarını zedeleyeceği ve meşruiyetini baltalayacağı düşünüldüğünden herkes itibarını zedelemek veya meşruiyetini baltalamak istediğini terörle ilişkilendirirken itibarını korumak ve meşruiyetini pekiştirmek istediğinin de terörden bağışık olduğunu iddia ediyor. Ömer El Beşir terörist midir, Hamas terörist midir? Bunu sorarsanız cevap vermeden önce şunu sormam gerekir fısıldayarak: biz şimdi kimi tutuyoruz?! Hatırlarsanız son krizde İsrail’e devlet terörü uyguluyor dendi. Bir ara Türkiye’de devlet terörü ifadesini kullanmak bile arızaya yol açıyordu çünkü akla sadece bizim devlet geliyordu. Şimdi başka devletlere parmağı uzatmanın rahatlığıyla devlet terörü ifadesini de meşrulaştırdılar. Fakat içinde bir bumerang gizli idi bu ifadenin. Terör öylesine kaygan bir kavramdır ki bir süre önce ABD’de İran Ordusu’nun terör örgütü sayılıp sayılmaması gerektiği tartışılmıştı! Mesela karar terör örgütü sayılması lehinde çıkabilirdi. Bu sırada İran devleti de kendi teröristlerini asıyor olurdu. İran’ın teröristleri de o ya da bu devlet terörüyle mücadele ediyor olurlardı. Devlet terörüyle mücadele ettikleri devlet ise bir başka devletin devlet teröründen şikayetçi olurdu. Başka bir devlet tarafından devlet terörüyle suçlanan bu devlet de kendi –seçimle işbaşı gelmiş– teröristleriyle mücadele ettiğini söylerdi. O teröristleri ise başka bir devlet ve başka teröristler destekliyor olabilirlerdi ve o başka teröristler bütün Batı dünyasını bir terörist birlik olarak mahkum etmiş olabilirlerdi. Sorun hep şuraya bağlanıyor: hangi şiddet legal hangi şiddet illegal? Hangi şiddet meşru hangi şiddet gayri meşru? Hukuk tarihin bir noktasında yapılıp mumyalanmış bir çatı sunmuyor. Politik bir çerçevedir hukuk ve politik mücadele sürdükçe hukuk da sürekli değişiyor.

Solu ayıran temel hususlardan biri de bu değil mi: bir verimlilik uzmanının girip baktığında verimli bir şirket göreceği, bir liberalin girip baktığında üretken bir rekabet ortamı göreceği bir işletmeye bir solcu girip baktığında sömürü, baskı, hak gaspı, ekonomik, duygusal ve sosyal şiddet görür! Liberal, Türk kahvelerini huzurla yudumlamamızı engelleyen kimse şiddeti getiren de odur der, solcu ise, Türk kahvesi yudumlamaları mümkün kılan şiddeti bilinçli bir mücadele ile bertaraf etmeden huzur bulunamayacağını söyler. Birine göre şiddet çoktan başlamış, huzur bozulmuştur ve kurtuluşa kadar güç uygulamak gereklidir, diğerine göre kurtuluş çoktan gerçekleşmiş, huzur tesis edilmiştir ve güç uygulamak sadece huzursuzluk çıkarmaktır.

Öyleyse, bu hatırlatmanın ardından, Yunanistan soluna şunu tekrar söylememize izin verilsin:

İsyankar Türklerin neye sadık olmalarını bekleyelim, ‘biz’e mi, yoksa ‘biz’e mi?

Hiç yorum yok: