Bu Blogda Ara

Pazar, Kasım 07, 2010

EVET/HAYIR ELEŞTİRİSİNDEN ‘YENİ CHP TABANI’NA

KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

EVET/HAYIR ELEŞTİRİSİNDEN ‘YENİ CHP TABANI’NA

BirGün gazetesi, 7 Kasım 2010, Dalalet 45/153

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Boykot cephesinin adeti olduğu üzere, hem evetçilere hem de hayırcılara (tabii her ikisinin de sol içindeki karşılıklarından sözediyorum) biraz eleştirel bakış sunalım.

Önce evet cephesine bir noktayı hatırlatmaya çalışarak başlayalım. Yeni bir sosyalizme duyulan ihtiyacı, ya da sosyalizme, sola, devrimciliğe yeni bir bakış ihtiyacını eski bakışın artık çalışmaması üzerinden tek bir an bile gerekçelendirmemek gerekir. “Bakın, o eski kafa bugün olmuyor, yürümüyor, gene tıkandı, artık miadı doldu, bugünü açıklamıyor, bugünün sorunlarına cevap olamıyor, zaten bugünün insanından da ilgi görmüyor,” derseniz, birden yeninin meşruiyetini eskinin fiili yenilgisinde arar konuma geri çekilirsiniz. Bu şekilde meşruiyet sağlayabilecek şeylerden biri sol değildir. Solda yeni, içeriği yeni olan olmak durumundadır. “Yok, ben ısrar ediyorum, bugün işe yaramadığı için solun değişmesi lazım,” derse biri cevaplar çeşitli olur. Mesela coğrafi lokalizasyon cevabı gelir. Sonuçta en eski solun işe yaradığı coğrafyalar var dünyada. Çok yeni birşey söylemeden sadece doğru taktiklerle –ve uygun coğrafyada olma şansıyla– iktidara yürüyenler görüyoruz. Eski sol zihin Avrupa’da mı geçersizdir mesela? O zaman “Avrupa’ya yeni bir sol gerek” demek lazım. İkincisi, radikal sol iddialı olmak durumundadır, doğasında bu vardır, mantık buradan kurulur. “Sizin fikirleriniz bugünün insanından ilgi görmüyor,” derseniz “o zaman demek ki bugünün insanını değiştirmemiz gerek” diye cevap verir. Gününün insanını değiştirdiği de olmuştur geçmişte.

Kısacası, ben meşruiyetin bir işe yaramamaktan alınmasını ‘sonuçsuz’ buluyorum; sol nezdinde ‘işe yaramayacaktır’. İkna edici olmaz ve bir tartışma da doğurmaz. Aksine, işe yaraması ihtimali eleştirilirse meşruiyet doğar (ki eleştirinin sağlığı da bu yönde yapılacak koşularda). Eskinin kötü tarafını başarısında göstermek gerekir. En başarılı olduğu yerde (ve anda) en çirkin yüzünü görmüyorsanız değiştirmenin iyi bir gerekçesi yoktur aslında... Bunlar bana teorik tartışmalara ne çok ihtiyacımız olduğunu ama buna karşı ne tahammülsüz bir faza geçtiğimizi de maalesef yeniden hatırlatıyor.

Şimdi de Hayırcılara bakışı yöneltelim. Boykotçu aralığı, bir bilinç kayması, veya daha hafif anlarda, somuttan konuşmamak ve görevden kaçmak olarak görmek hayırcı bakışın bir zaafına dikkat etmemiz gerektiğini gösteriyor bize. “Alternatif bir yol açalım,” diyenlere, “iyi de bu nasıl olacak, sonuçta somutta AKP yok mu, ortada dönekler yok mu, önümüzdeki görev bunlar değil mi,” demek, somuttan konuşmak demek değildir veriliden (biraz da faraziyeden) konuşmaktır. Somut verili olan demek değil. Sizin kafanızdaki ‘soyut’ gündem, sizin tarafınızdan siyasete taşındığında somut olur. Misal, üç yılda Taksim’in 1 Mayıs’a geri alınması süreci ortadaki verili bir soruna cevap değildi. Soyut bir sorunun somutlaştırılmasıydı. Kendi gündemini siyasetin gündemi yapmaktır alternatif radikal sol bir yol açmak. Solun özneleşmiş, özneleşmeye yaklaşmış, mücadeleyi ufukta görebilecek herkesle birlikte özneleşmesi gerekiyor bu süreçte, sözedilen boykotçu aralığı somuta dökebilmek için. Ekonomik adaletsizlikler mi, cins ayrımcılığı mı, kültürel eşitsizlikler mi, eğitimde özgürlük mü, anti-militarizm mi, otoriter siyaset kültürü mü, hiyerarşik ülke mi, her ne ise sorun ve sorunlar, bunların sol özneler ve konunun muhatabıyken özneleşenlerce çözülmesini gündem kılmaktır bahsedilen. Gündeminiz referandumda kim kime yamandı olursa diğer herkesi soyut görebilirsiniz elbet. Referanduma tercüme edilebilir olmayan, sandığa tercüme edilebilir olmayan her şey boş gelebilir. Yaklaşan seçime göre kendini hazırlamak durumunda olan partiler için bu mantıklıdır da kuşkusuz. CHP için nasıl mantıklıysa, parlamenter sosyalist partiler için de mantıklıdır. Ama parti dışı (parti önceliksiz) özneler için bir mantığı yok. Bizim için öncelik (kendi meşrebimize, fikrimize, fraksiyonumuza göre çattığımız) sol değerlerin güçlenmesidir. Boykotçu yerden konuşmayı güçlendirenler görüyorum, ve onların yapılmasının gerekliliğin altını çizdikleri de tam olarak bu gibi görünüyor. (Hayırcı bir yerden bakıp da, ‘Evetçileri anlayarak ve dışlamadan yenelimci’ anlayışı kastetmiyorum, her ne kadar polemiklerde taraf alınıyorsa da. ‘Basbayağı farklı bir yolu diri tutalımcılar’ı kastediyorum.)

Bir de (tekrar Evetçi cepheye dönecek olursak), kimileri eskimiş, halkın artık istemediği sistem diyorlar cumhuriyetten bahsederken. İyi de halk hiç istememişti ki. Eskimeyle yenilenmeyle alakası yok. Sanki Türkiye’de seçimle cumhuriyet kurulmuş gibi davranıyorlar. Veya hakem atışı yapılır yapılmaz top sağ açıklara, Menderes-Özal-Erdoğan ekolü olarak anılan ama gayet isimli pek çok ‘kahraman’ barındıran çoğunluğa geçmemiş gibi. Kılıçdaroğlu 50 yıldır bu parti seçim kazanamıyor demiş. Halbuki bu hesapla CHP zaten hiç kazanmamış. Seçim kazanacak bir CHP kurulacaksa tamamen yeni bir partiden sözetmek gerekiyor. Ama zaten seçimle yapılacak tipte işlere de talip olmamış. Eğer şimdi seçimle yapılacak tipte işlere talip olunacaksa bu da yeni bir parti demek. Ve parlamenter sosyalistlerin seçimlere doğru yeni CHP’ye yakınlaşma emareleri göstermeleri de anlaşılır: kartların Kılıçdaroğlu eliyle dağıtımı, sosyalistlerle hareket alanlarında üst üste binmeler doğurmaya aday belli ki.

Kılıçdaroğlu’nu oraya ‘korku impratorluğu’nun getirdiği, şimdi de kendisinin ‘korku imparatorluğu’nu defetmeye çalıştığı iddiası da inandırıcı değil. Aşağıdan iradeyi sürekli horgörmeye çok alışmış, hep kukla tutan adamlara bakmaya odaklanmış bir siyaset algısının yazdığı tarih bu. Oysa çok açıktı ki CHP tabanı aşağıdan irade ile Kılıçdaroğlu’nu yukarıya empoze etmemiş olsaydı korku imparatorluğu böyle bir riske girmezdi. Medyanın ilüzyonunda olduğu gibi başlarına da bir şey gelmezdi. Adını bile hatırlamayacağımız bir korku imparatorluğu bekçisi önderliğinde referanduma girmiş olsalardı zaten bir çöküş falan da yaşamayacaklardı, gene aynı oyları alırlardı. Kılıçdaroğlu salt tabana güvenerek hamleler yapıyor. Ya da taban ona yapması gerektiğini bağırıyor. Ayrıca değişim ve ‘yeni CHP’ meselesinin de sadece Kılıçdaroğlu ismiyle anılması çok yanlış. Arkadaki diğer emeği geçenlere haksızlık olacağı için değil. Esas arkadaki güç değişim isteyen taban olduğu için. Fakat bu da yanlış anlaşılmasın, CHP pragmatik partidir deniyordu da, o zamanlar yönetimi pragmatikti, kitlesi inançlı ve dersini iyi öğrenmişti. Artık tabanı da pragmatik. Artık onlar da takiye yapmak istiyorlar. Türbanı ben çözerim, mahallenin değerlerini de ben korurum diyerek eğitimde İslamcılaşmayı, gündelik hayatta mahalle baskısını bitirecek bir lider hayal ediyorlar. AKP’nin yaptığı ve eskiden onlara çirkin gelen her şeyi (tersinden) yapmak istiyorlar. Şövalyeliğin sonu! İlkelerin tıkandığı yere tahammülleri yok, kazanmak istiyorlar. Kazanmak için de aşağıdan tazyik yapıyorlar, değişin diye. İyi de Baykal’ı komplolarla attılar, Sav’ın ayağı kayıyor vs denebilir ama meşruiyet komplodan da kaygan zeminden de önce bitmişti. CHP tabanının yeni pragmatizmi Kılıçdaroğlu ekibine cesaret veren, hatta yön veren ana güçtür. Aynı zamanda onları tehdit eden güç de budur. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu AKP’den değil, korku imparatorluğundan da değil, bu kitleden korkar. Şimdi ondan cesur olmasını, şövalye gibi gözükmesini, ancak şövalyeliğin son kalıntılarını da bitirerek kaleyi düşürmesini istiyorlar. Neresinden baksanız tehditkar bir talep...

Hiç yorum yok: