Bu Blogda Ara

Pazar, Ağustos 07, 2011

GİDENLERİN ARDINDAN

KÖŞE İSMİ: DALALET



BU YAZININ BAŞLIĞI:


GİDENLERİN ARDINDAN


BirGün gazetesi, 7 Ağustos 2011, Dalalet 84/192




Süreyyya Evren


sureyyya@mexico.com


Ölen yazarların, sanatçıların ardından yazılan 'ardından' yazılarındaki ciddiyetsizlik, keyfilik ve benmerkezcilik hayret ettiriyor beni. Türkiye'de hayatını kaybeden sanatçıların ardından doğru düzgün yazılar okuyamıyoruz. Daha yeni, bir yazar sonra da bir sanatçı hakkında yazılmış uğurlama yazılarını okudum. Akıl alır gibi değil. Uğurlayanlar hayata veda eden isimle kişisel maceralarına mutlaka özel bir önem atfediyorlar; yok efendim şu kadar yıldır tanırdım, has adamdı, güzel adamdı, bir taneydi, biz onunla ne biçim eğlenmiştik ama, çok olağanüstü bir dostluğumuz vardı, siz bilmezsiniz. Şunu söylüyorlar özetle: ben ayrıcalıklı biriydim, siz uzak okurların romanlarından tanıdığı kişiyi şahsen tanıyordum, onunla özel anlar paylaşıyordum, işte size de şimdi bu özel anlardan bir yudum koklatıyorum. Ama gerçekte bu güzellikler hem tercüme edilemez niteliktedir hem de sözkonusu kişi hayata gözlerini kapadığından yinelenemezdir. Dolayısıyla ben yaşadım, biz yaşadık ve bitti.

'Ardından' yazılarını bundan sonra sanatçıyla kişisel hiçbir anısı olmayanlar yazmasına özen gösterilse keşke diyorum. Asıl amaç geri hatırlansa: aramızdan birini kaybettik, o kişi yaşarken şunları şunları yapmıştı, şu şu yaptıkları bu bu sebeplerle önemliydi, şöyle bir etkide bulunmuştu vs vs.


ÖCALAN TAPINCI ENSTRÜMANI

Türkiye sivilleşiyor diyenler cezaevi operasyonlarının Hayata Dönüş diye adlandırılmasına benzer bir adlandırma siyaseti güdüyorlar. Yoksa Türkiye sınıfın köşesinde otoriter ayağını değiştiriyor sadece. Türkiye otoriter, baskıcı, hiyerarşik, tek tip, piramidal, tepeden inmeci, özgürlüklere kapalı, basınsız, eleştirisiz, gaddar rejimler üretmek konusunda tecrübeliydi zaten, bugünlerde kendi rekorlarını egale etmekle, kendi rekorlarını kırmanın hayalini kurmakla meşgul. Türkiye iktidar aygıtı gece yatağına yatınca bir sonraki rekoru hangi boyunda kırsam diye düşünerek uykuya dalan bir Sergei Bubka pozisyonunda. Öte yandan Kürt hareketi Türkiye'den mental olarak kopmakla kalmadı aynı zamanda da sivilleşti. Ya da bu anlamda da Türkiye'den koptu demek gerek. Türkiye giderek daha fazla baskıya yatırım yaparken, sistemi özgürlüklerin iptali üzerine inşa ederken, Kürt hareketi bu çerçeveden dışarı çıktı, kendisi başka, özgürlükleri arayan bir iklimde yaşamaya başladı. Bu çerçevede Öcalan tapıncını her bir uzak bireyi tek tek erklendirmeye ve genel olarak iktidarı gayrımeşrulaştırmaya yarayan bir enstrüman olarak kullanıyorlardı. Öcalan rolüne ayak uydurmaya çalışıyor bu dansta. Neferleşme sürecini geliştiriyor. İmzalanmayacak ve imzalanamaz protokollerin görüşmelerini bir takım 'heyetlerle' yürütmekten ben aradan çekilirim resti çekebilmeye kadar üzerine ne düşerse yapıyor, ne görev düştüğünü anlamaya çalışıyor.


Öcalan'ın aradan çekilme restiyle her iki tarafı tehdit etmeye çalışmıyor yani. Öcalan asla 'yiyin birbirinizi' demiyor. Öcalan bir 'biz'in parçası ve giderek daha neferleşen bir parçası. Öcalan yiyin birbirinizi diyebilecek bir mesafede değil. İmralı'yı fiilen içerisi olduğu ölçüde harekete göre de dışarısı olarak lanse etmeye çalışan iktidar yanlısı liberaller hareketin Öcalan enstrümanını kullanışındaki esneklik karşısında şoke oluyorlar ve esnekliği yok sayarak yok etmeye kalkışıyorlar. Ama bu şekilde Kürt hareketini yok edebileceğimiz günler geride kaldı. Geride kaldı derken Kürtler kendileri geride bıraktılar, kendi çabalarıyla başka bir devir açtılar. Öcalan her iki devri de yaşadı. Şimdi 'heyetle' görüşen esasında sokaklarda taş atan ve gencecik yaşta hayatıyla oynanan çocuklardır. Heyetlerle onlar görüşüyorlar. Ve heyete onlar rest çekiyorlar. Öcalan uyum sağlıyor sadece başarıyla...





Hiç yorum yok: