Bu Blogda Ara

Salı, Mayıs 09, 2006

LJUBLJANA'DAN DEDİKODULAR / Birgün yazı 60 -- 8 Mayıs 2006

Birgün yazı 60 -- 8 Mayıs 2006


LJUBLJANA'DAN DEDİKODULAR

Süreyyya Evren


Merkezsiz ve çoğu zaman da ereksiz bir bilgi biçimi olarak dedikodudan bahsetmek her zaman keyifli. Dedikodudaki çoğu bilginin kaynağı belirsizdir, giriş-gelişme-sonuç anlayışına izin verecek lineerlik ortada görünmez. Dedikodu, öteki hakkında konuşulamayanı konuşma arzusuna bağlanır çoğu kez. Bir giriş kapısı yoktur, her yeni konu başlamak için geçici bir merkez oluşturur. Hiçbir iddia mutlak bir hakikate gönderme yapmaz. Finlandiyalı sanatçı Minna Henriksson, Finlandiya Sanat Dedikoduları Haritası ve Türkiye Sanat Dedikoduları Haritası adlı işlerinde gerçek dedikoduları gösteren ağ biçimli ilişkiler yumağı olarak ne güzel kağıda dökmüştü uçan sözleri.

Tüm bunlara karşın dedikoduların da ideolojileri olur. Mesela bir teoriye göre, baskı gören kadınlar dedikoduyu dayanışma inşa etmek için ve egemen grupların imgelerine direnmek için kullanırlar. Örneğin dedikodu formunu baz almakla beraber belirli bir güvenilirlik ve denetleme çerçevesini de bir ölçüde devreye sokan alternatif ansiklopedi Wikipedia’da gördüğümüz (www.wikipedia.org) bilgi kaynaklarının yatay örgütlenmesi, bilgi biçimine dair ideolojik bir tercih sayılır. Çok farklı bir yapı sunan Ekşi Sözlük (www.eksisozluk.com) çeşitli açılardan eleştirilebilir ama formel ansiklopedik bilgiyle dedikodu ve deneyim kaynaklı bilgiyi aynı düzlemde, aralarında bu anlamda bir hiyerarşi olmadan sunmasıyla enteresan bir deneydir. İki yıl önce Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta farklı medya kullanımlarıyla ilgili bir sunumda Ekşi Sözlük sitesini örnek vermiş ve Ekşi Sözlük’teki Litvanya ve Vilnius maddelerini göstermiş, okumuştum. Salon sandalyelerinden düşme noktasına gelen Litvanyalıların kahkahalarına boğulurken garip bir yansıtma etkisi de elde etmiştik –çünkü okuduğum metinler aşina oldukları resmi bilgilerin yanı sıra dedikoduların taşıdığı enformel Litvanya ve Vilnius imgelerini eş tutarak harmanlıyordu.

Neyse. Dedikodu konudan konuya sıçramalara izin verdiği gibi kişiden kişiye, mekândan mekâna, şehirden şehire de solucan delikleriyle geçişler yapmamızı sağlıyor. Litvanya’dan Slovenya’ya ve iki yıl öncesinden bugüne dönersek: Ljubljana’ya giderken benim aklımda da Slovenya’nın en büyük milli ihraç ürünü olarak şakayla karışık anılan Slavoj Zizek’le ilgili birinci elden dedikodular duyabilmek vardı. Maalesef, gerek marksist gerek otonomcu veya anarşist olsun, konuştuğum aktivistler, çevirmenler, yazarlar vd. arasında Zizek’e pek ilgi yoktu. Liberal partinin akıl hocası olarak geçirdiği yıllar ve özelleştirmelerden şuna buna uzanan ayıpları unutulmadığı gibi Zizek’i kendi ülkesinde apolitik ve liberalizm danışmanı dışarıda ise radikal maskesi takan biri olarak görme eğilimi yaygındı ve pek keyifli bir konu gibi gelmedi kimseye. Hatta ‘latin güzeli’ yeni eşi hakkında bile fazla laflayamadık. Neyse ki imdadımıza Brenerler yetişti.

Alexander Brener’in Türkiye çağdaş sanat ortamındaki özel yeri malum. 90’ların ikinci yarısında eylemleriyle ve radikalizmiyle pek çok Türkiyeli sanatçıyı da etkileyen Brener daha sonra Barbara Schurz ile birlikte çalışmaya başladı. Brener’in doğrudan eylemden de beslenen eleştirel sanat aktivizminin rutinleşip güç kaybettiği bu dönemde çeşitli sanat etkinliklerinde veya Zerzan söyleşisi gibi faaliyetlerde boy gösterip teatral tutumlarla ‘olay çıkartmalarıyla’ tanınan Brener & Schurz ikilisi İstanbul’da da iki ay kalmış ve art-ist dergisi için “İsyankar Teori” özel sayısını hazırlamışlardı. (Brener & Schurz’un bu pratiği ile ilgili detaylı bir eleştirel değerlendirme için bknz. “Şakacı Sanat”, Kürşad Kızıltuğ, Siyahî, sayı 3, Mart-Nisan 2005.)

Evet, işte aynı Brener, Ljubljana’da da sahneye çıkmış. Son onyılın etkili isimlerinden İtalyan düşünür Georgio Agamben, Ljubljana’ya gelip Zizek ile bir konuşma yaparken, Brener yerinden fırlamış ve gidip Zizek’in yüzüne tükürmüş!

Hayal kırıklığımı tahmin edersiniz; sen kalk Zizek’in memleketine git, şöyle çalımlı bir dedikodu duymayı beklerken artık bizim yerlimiz sayılan Brener & Schurz’un klasik gösterilerinden başka bir şey duyama!

Bunun ardından Zizek bahsini kapattım. Yayınladıkları kitaplar, düzenledikleri seminerler ve etkinliklerle, sanat ve sosyoloji ağırlıklı kütüphanesiyle, Zagreb’in önemli kurumlarından biri olan MAMA multimedya enstitüsü’nün yöneticisi Petar ile Hırvatistan adına bu sene Eurovision’a katılacak Severina’yı laflamaya başladık. Dedikodunun tüm yönsüzlüğüyle...

Hiç yorum yok: