Bu Blogda Ara

Salı, Mayıs 23, 2006

YOYO OYNAMAK VE DUVARGEÇEN / Birgün yazı 62 - 22 Mayıs 2006

Birgün yazı 62 - 22 Mayıs 2006

YOYO OYNAMAK VE DUVARGEÇEN

Süreyyya Evren

Terso rüzgârlar... Ve yalıtılmış odalar...

Avrupa Birliği-Türkiye ilişkileri yakın zamana kadar Türkiye için bir tür reformlar paketi söylemleriyle, kağıt üstünde de olsa demokratikleşme maddeleriyle gündemdeydi. Son günlerde terso rüzgârlar hakim. Yeni yasalar kimi ‘özgürlükleri’ geri aldı. Ama bu haklarda kayıplara doğru hamleye kontra-hamle yapacak bir kamuoyu da olamadı maalesef. Neden?

Bir süre önce bir sol siyaset dergimizin editörü “demokratikleşelim de kim demokratikleştirirse demokratikleştirsin,” demişti. Böylesi bir “üzümü ye...” mantığı gerçekten işliyor mu?

AB’ye üyelik süreci Türkiye’de hayatı dönüştürme işinin üstdüzey bürokratlara devredilmesi gibi tehlikeli bir etki yapıyor ne zamandır. Demokrasi ile yoyo oynanabiliyor. Uzat, biraz hak ver, çek, hakları geri al...Işıklar yanıp sönsün, oyuncak parıldasın...

Hayatı dönüştürme erkini devretmeye direnç gösterilmeyince bu kez siyaset alanı da giderek daha çok muhafazakârlaşıyor, herşeyin korunmasına meylediliyor. Dönüşümü engellemek için mücadele edenler öne çıkıyor.

Yatay düşünmeyi, hayatlarımızdan yola çıkan düşünmeyi geriplanda tutmaya ve çoğu kez uzmanların ve stratejistlerin gözüyle akıl yürütmeye zorlandığımız bir medya manipülasyonu da var zaten. Üstelik devlet-danışmanı zihniyeti aydın pozisyonlarının üzerinde giderek daha çok güç sahibi oluyor.

Ve tabii polarizasyon odaklı kavrayışa itmek hep daha muhafazakâr olanı besleyen kullanışlı bir göz. İkilikler halinde düşünmeye zorlandıkça daha milliyetçi olanı, daha muhafazakâr ve daha reaktif olanı tercih etmenin prestiji artıyor. Totaliter odalarda kapalı düşünmelere yer kalıyor sadece.

Bir süre önce Danimarka’nın sağcı gazetesi Jyllands-Posten’in Muhammed karikatürleri krizi de benzer şekilde polarizasyonu büyüterek her iki cephedeki muhafazakârlıkları perçinlemişti. Sonuçta Jyllands-Posten girişimi hem İslam ülkelerindeki ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü yanlılarının işlerini zorlaştıran, onlara güç kaybettiren bir etki yaptı, hem de Batı ülkelerindeki azınlık hakları savunucularını, göçmenlere yönelik baskı siyasetlerinin takipçilerini, ulusal sınırlara karşı kampanya yürütenleri zor durumda bıraktı. Seslendiği her iki sahada da uygarlıklar çatışması fanatizmlerine yeni hayranlar kazandırdı.

Jyllands-Posten bu arada kendisini siyaseten doğruculuğun otosansürüne karşı bir tür özgürlük savaşçısı, basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü geleneklerinin idealist savunucusu olarak ilan etmişti. Danimarkalı yönetmen Lars von Trier’in ilk filmlerinden Salgın Hastalık’ta (Epidemic, 1987) gördüğümüz, savaştığı salgın hastalığı aslında bizzat kendi doktor çantasıyla yayan doktorun idealizmini hatırlatıyor bu tür tutumlar. Trier, yirmi yıldır idealizm eleştirilerini sürdürüyor ve en son Manderlay’de özgürlüğün bilgisini elinde tutan idealist kurtarıcının kölelikle yüzleşmesini ele almıştı. Filmin sonundaki eleştiriyi ABD suçlarıyla sınırlandıran fotoğrafları bir kenara bırakırsak hepimizin kullanabileceği bir eleştiri. Mesela Türkiye’de de benzerlerini bulabileceğimiz, özgürlüğün tek bir bilgisi olduğu ve bu bilginin de kendisinde olduğu varsayımıyla hareket eden kurtarıcı özne eleştirisi olarak çalışabilir Manderlay.

Türkiye’nin AB başvurusu veya Jyllands-Posten karikatür krizi gibi yalıtılmış kutuplaşmış odalara kapatıldığımız hallerde akla gelecek eserlerden biri de Marcel Aymé tarafından yazılmış Duvargeçen adlı öykü. (Türkçe’de de Tahsin Yücel çevirisiyle bulunuyor, Sel Y., 2002)

Aymé, bir gün ansızın duvar geçme yeteneğine sahip olduğunu farkeden bir memuru anlattığı bu önemli hikayesini Fransa Nazi işgali altındayken yazmıştı. Normal insanlarının hayatlarının aniden olağandışı büyük değişimlerle karşı karşıya kalması bu dönemde yazdığı fantastik hikayelerindeki bir tema olarak karşımıza çıkar. Ayrıca bu hikayelerin Nazi sansürünü atlatıp yayınlanmayı başardıkları da akılda tutulmalı. (Jonathan Horn, bu durumun bizzat yazarı ve hikayeyi birer ‘duvargeçen’ haline dönüştürdüğünü söylüyor.)

Evet, yalıtılma hallerinde duvargeçmeler mühim. Ama duvargeçme kadar duvar içinde hareket etmeler, yani alternatif ara-yerde pozisyonlarda devam edebilmek de mühim. Özellikle seçeneklerin ısrarla daraltılmaya çalışıldığı durumlarda...

Hiç yorum yok: