Bu Blogda Ara

Cumartesi, Mayıs 02, 2009

Birgün, 20 Nisan 2009

MİLLİ MAÇLAR VE MİLLİ İMGE

Süreyyya Evren


Son İspanya-Türkiye maçlarında dehşetengiz Türkiye motifli reklamlardaki yoğunlaşma hatırlarsanız epey dikkat çekmişti. Ezip geçen, aman vermeyen, soluk aldırmayan, her daim üstün ve acımasız Türkiye imgesine maruz kaldık. Reklamlarda öne çıkan bu milli imgeyle Batı’daki Türkiye milli takımı imgesi arasındaki uyuşmazlık doğrusu çok dikkat çekici. İçerde kendimizi eşyanın tabiatı gereği galip diye kodluyoruz halbuki son Avrupa yarı finali ardından Batı’da oluşan imaj gerçekte zayıf olmasına karşın favori rakiplerini sürklase edebilecek bir hırsa, gözükaralığa, mücadeleciliğe sahip olan, sürpriz yaratmaya hazır –ve bu nedenle de yer yer sevimli– bir ekip imajı. İsviçre siciline rağmen sempatik bulunabilen bir takım. Tuhaf hareketler yapan teknik direktörü, öngörülemeyen performansı, adsız sansız oyuncuların bir seviye altta giden hatalarla şaşırtıcı ustalıkları harmanlayabilmesi, hemen her maçı ya son saniyede kazanması ya da son saniyede kaybetmesi ile bütün kupanın seyir zevkini arttıran bir ekstra öğe. En kötü dönemlerinde bile, üstelik parlak birşey de ortaya koymadan istikrarlı bir şekilde kazanabilen Almanya’ya karşı yarı finalde pek çok Avrupalı’nın umutsuzca ama hoş bir duyguyla desteklediği takım. Ve de o maçta gerçekten güzel oynamalarının şaşkın bir sevinç yarattığı, elenmelerinin Almanya’nın adaletsiz zaferler zincirine kanıt addedildiği bir topluluk.

Aslında güçsüz olanın –bir önceki kupada Yunanistan’ın yaptığı gibi garantör yollarla değil de delibozuk yollarla– başarıya koşmasını seyretmek herkes için enteresandı.

Ama bizim kendimize gösterdiğimiz milli imgemizde bu tür bir sevimliliğe en ufak bir yer yok. Sevimli olmak değil muktedir olmak istiyoruz. Reklamcılar da bu algıya oynuyorlar. Kendi markalarını da milli takım imgesiyle birlikte muktedirler kümesine toplamaya çalışıyorlar.


Mesela hiç bir zaman, diyelim çıkış yapan, geriden gelen, küçük ama iddialı bir firmanın kendini milli takımla özdeşleştirip ‘en güçlü biz değiliz ama bir de bakmışsınız kazanmışız’ söylemini dolaşıma sokmaya kalktığını görmüyoruz. Böyle bir reklam çekilse Türklüğe hakaretten dava konusu bile edilebilir.

İspanya’daki maçın naklen yayımı sırasında dikkatimi çeken ilginç bir nokta da şuydu: maç henüz başlamadan, bir durum değerlendirmesi yapan Rıdvan Dilmen, hemen bütün futbol yorumcularının milli takımı bir hezimetin beklediğini düşündüklerini, kendimizi çok küçük gördüğümüzü, halbuki İspanyolların bize saygı duyduklarını çeşitli emareleri yorumlayarak özenle dile getirdi.
Yani bir yandan da bu muzafferdir ezer geçer Türkiye imgesi Türkiye’de ikna edici bulunmuyor –ama gene de pohpohlanıyor. Ve sempatik sürpriz ekip imgesi hiç yok. Eh bu durumda ne yapıyoruz, muzafferin tam tersine, ebedi mağluba geri çekiliyoruz. Rakiplerin saygı duymasının bile haber değeri taşıdığı bir ruh iklimine dönüyoruz.

Bu şartlar altında kazanç anlarının histerik olması kaçınılmaz. Ve mağlubiyetler beklenenin tersine huzur veriyor. Yenildik, gene yenildik, ve şimdi herşey yerli yerinde. Kötü olmasına rağmen kazanan imgesi sıkıntı yaratırken en iyi olmasına rağmen yenilen imgesi iç huzuru yayıyor. Dolayısıyla ezeriz biçeriz motifli milli takım reklamları yenilgilerden zarar görmüyor. Aksine iç huzurunu tamamlıyor. Oynanan oyuna değil oynanan oyunun görünür kıldığı özümüze odaklanmış durumdayız çünkü. Her maçta özümüz sınavdan geçiyor. Kaybedeceğimizi, kaybetmeyi hakettiğimizi ama aslında herkeslerden iyi olduğumuzu düşünmeye kendimizi salıyoruz. Ve her yanı saran milliyetçiliklerimizdeki pek çok tehlikeyi bu pop alanda bir güzel ete kemiğe büründürüyoruz böylece...

Hiç yorum yok: