Bu Blogda Ara

Pazar, Temmuz 25, 2010

QUEER VE İTTİFAKLARI

KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

QUEER VE İTTİFAKLARI

BirGün gazetesi, 25 Temmuz 2010, Dalalet 30/138

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Dergiciliğimizin iki gururundan bahsetmek istiyorum bu hafta. İkisi de ortamı geri yansıtmayı amaçlayan ‘yansıtan dergiler’ ekürisine değil de kendi sesine sahip olmayı önemseyen, söyleyecek birşeyi olan ‘konuşan dergiler’ ailesine mensuplar. Tüm otonomluklarıyla uzlaşmaların dışını dillendiriyorlar. Kaos GL ve Amargi’den bahsediyorum. Kaos GL’nin 112. sayısı kaçırılmaması gereken iki söyleşi içeriyor: biri yolu Türkiye’den geçen Judith Butler ile yapılan konuşma, diğeri de Kürşad Kahramanoğlu ile gerçekleştirilen görüşme. Butler’ın queer üzerine söyledikleri öyle açık ve kategorik sınırlara bağlılık dayatan eleştirilerin yanından geçip giderek meydan okumakta öyle başarılı ki. Queer teriminin öneminin her türlü insanı (heteroseksüellikle değil) homofobiyle kavgaları üzerinden bir araya getirebilmesinde yattığını belirttikten hemen sonra bu durumun kimliklileştirmeyen bir ittifakı betimlediğini işaret ediyor. Biz de yıllar önce Siyahi dergisinin 5. sayısında Queer dosyası yapıp Kaos GL ile Judith Butler’ı yan yana getirdiğimizde bir gün bu ikilinin fiilen biraraya geleceğini aklımıza getirmemiştik sanıyorum. Bu karşılaşmanın Türkiye’de gerektiği gibi dikkat çekmemesine muhtemelen şaşırmamak gereklidir ama insan gene de şaşırıyor. Butler’a, Kaos GL’de yayınlanan söyleşinin sonlarında, Ankara’da yapacağı konuşmaya dair hisleri soruluyor. Butler da cevap olarak Türkiye’ye gelmeden önce dersine çalıştığını ve Türkiye’ye has terimleri anlamayı umduğunu söylüyor. İşte tam bu merak satırlarının ardından Kürşad Kahramanoğlu söyleşisi geliyor ve Türkiye’ye has terimlerin içerden bir tartışmasını buluyoruz. Kahramanoğlu’ndaki dönüştürme arzusunun, mızmızlanma yerine müdahale etme vurgusunun, çatışarak çarpışarak yol alma eğiliminin bir eksikliği doldurduğu açık gibi. Ayrıca eşcinsel karşıtı nefret söylemlerinin entelektüel camiada geçiştirildiği eleştirisine de katılıyorum. Sadece sorulunca eşcinselliğe karşı değilim şıkkını işaretlemeyi büyük bir özgürlük adımı sanmanın kendisi zaten halimizi gösteriyor. Amargi’nin 16. Sayısı da bir başka koldan homofobiyle kavga üzerinden ittifakı destekliyor. Amargi’nin feminizmlere tüm kanatlarıyla açık bir politikayı korumak istediğini Pınar Selek girişteki Akrobatik Feminizm yazısında doğrudan anlatmış. Akrobatik feminizm ile kastedilen, hani denebilirse çeşitli feminizmler yelpazesiyle karşı karşıya kalan bir feministin, önüne çıkan farklı feminizmlerin hiçbirine tam angaje olmadan ama hiçbirini de tam terketmeden ‘çokeşli’ bir denge hayatı sürmesi. Ezme/ezilme eksenleri arasında bir hiyerarşi gözetilmesindeki soruna dikkat çekiyor önce, hiçbir (feminizm odaklı) çelişkiyi başat çelişki ilan etmeden, feminist politikada beden, ev içi emek, cinsellik, aile, militarizm , kapitalizm, doğa sömürüsü, milliyetçilik gibi temaların hiçbirine öncelik tanımak istemiyor ama. Fakat burada haksız da olmayan bir kucak açık kalsın kaygısı dolayısıyla sanırım, tam söylemediği nokta şu ki, ilkelerini gevşekçe de olsa çizdiği, iktidarın yerleri arasında hiyerarşi gözetmeyen, tek bir merkezi çelişki düşünmeyen feminizm belirli ‘bir’ feminizm sonuçta. Adı tam konacak olsa hangi felsefi ve ideolojik argümanlardan beslenerek oluşturulduğu da dolaysızca söylenebilir. Sözgelimi kimliklileştirmeyen ittifak siyaseti kimlik siyaseti odaklı feminist yaklaşımlarla birebir çatışmaz mı? Sonuçta herkes aynı ipte dizilecekse neden farklılaşmalar için bunca kafa patlatılmış? Market raflarında sorunsuzca yan yana gelmeler gibi bir feminizmler reyonunda sorunsuzca yan yana dizilme neden ideal durum olsun? Doğrusu bu akrobatik feminizmi, bir ev kadınının, idaresi ona bırakılan sınırlı bir bütçe, kendisi sorunlu bir çocuk konumundaki eş, eşin hırslar ve beklentilerle yüklü ailesi, sadece anneye bakımı kalmış çocuklar, kendi ailesi, ev işleri, cinsel hayat, sosyal hayat ve herşeyden önemsizi kendi psikolojisi arasında akrobatça bir denge kurmaya çalışmasına benzetirsem umarım kimseyi alındırmam. Kişinin feminizan bir politik duruşla veya queer teoriyle ilgilenmesinin altında dahi öncelikle bir akrobatlıktan istifa yatmıyor mu? Amargi’nin ne güzel işler yaptığını anlatacaktım tartışmaya döndürdüm gene. Övgü dolu bir işarette bulunayım telafi olarak hemen: aynı sayıda yayımlanan, Filiz Uğuz’un “Farklılıklarımızla Birlikte Feminist Politika” yazısının belki bir dosya konusuna evriltilmeyi hakeden bir saptaması var: Kürt kadınlarının ‘mağdur’ konumunda kalıp, kurtarılacak veya dayanılışacak öğeler olarak sabitlenmesi arzusunu yakalaması az buz şey mi? Kürt kadınlarının feminist deneyiminden öğrenmek istememe tavrının kırılması gerekiyor. Amargi aslında pek çok şeyi kırmanın yollarını tartıştırmaya yönelen bir platform gibi de düşünülebilir. Aksu Bora ile Filiz Bingölçe’nin neşeli eleştirelliklerini biraraya getirdikleri söyleşiler gibi metinler ilaç gibi geliyor bazen.

Her iki yayındaki hareketliliği birlikte düşününce genel olarak kültür dünyamızın da sürekli kendini gözden geçirmesine yol açabilecek bir farkındalık zorlaması karşımıza çıkıyor. Kaos GL’den ve Amargi’den uzak kalmamak gerek...

Hiç yorum yok: