Bu Blogda Ara

Pazar, Eylül 26, 2010

REFERANDUMMANIA SONRASI ÖZGÜRLÜKÇÜ SOL –II-

KÖŞE İSMİ: DALALET

BU YAZININ BAŞLIĞI:

REFERANDUMMANIA SONRASI ÖZGÜRLÜKÇÜ SOL –II-

BirGün gazetesi, 26 Eylül 2010, Dalalet 39/147

Süreyyya Evren

sureyyya@mexico.com

Özgürlükçü sol cenah olarak moral üstünlüğümüzü kaybettik. Olay şöyle gelişti: Bir süre öncesine kadar ortodokslar bir grup nasyonalist soldan ibaretti. Bir ucunda delibozukların bir ucunda ağır parti fetişistlerinin diğer ucunda kültürel anti-emperyalizm suistimalcilerinin durduğu kolayca teşhis edilebilen bir organdı. İnsanın kendini uzak tutmak isteyeceği. Soldan, iki teori fiskesiyle atılabilecek. Türkiye’nin dokusu gereği toplumsal tabanı ve kalabalığı olan ama moral (ahlak) üstünlüğü tümden yitirmiş, milliyetçiliğin evrensel günahlarını defterinde nasıl tutmaya devam edebildiğini açıklayamayan bir haldeydiler. Derken işler karıştı. Milliyetçiliğin zayıf karna dönüştüğü herkes tarafından kolayca tespit edilebilir hale geldi. Ortodokslar dediler ki “biz bu şekilde konuşamıyoruz artık bir şey yapmalıyız. Milliyetçi gibi gözükmeyen bir ortodoksi geliştirmemiz lazım. Bu eleştiriden kurtulursak önümüz açık.” Ve milliyetçilik mevzuunu başka günlerde indirmek üzere rafa kaldırıp standart konulara odaklandılar. Bu da haliyle bir güçlenme getirdi. Ama esas güçlendirici olan özgürlükçü sol cenahtaki bazı değerli kalemlerin ve pozisyonların inandırıcılık yitimine uğramasıyla yaşandı. Öyle formüller icat edildi, öyle denklemler yapıldı ki bunlara soldan gelen bir kitlenin ikna olması mümkün değildi. Kitle değişmeye başladı. Dolayısıyla zincirleme birkaç sıkıntı karşımıza çıktı: inandırıcılık/haklılık yitimi, kitlede değişim ve sol dışına kayma, paralel bir şekilde özgürlükçü sol kitlenin de referanslarının, takip ettiği izlerin soldan dışarı kaçmaya başlaması, iktidar aracılığıyla yukarıdan toplumsal dönüşüm tahayyülüne prim verme (ki bizim, bırakınız İslamist-globalist neo-Özalist iktidarları, sol-sosyalist-devrimci vs. iktidar aracılığıyla bile bu işin olmayacağına, tabandan olması gerektiğine bağlı kolumuzu fena zayıflattı bu eğilim), bunların sol bireyleri yerimizden ediliyoruz ve çaktırmadan ülkede sol bitiriliyor paniğine sokması, beraberinde kimi özgürlükçü sol patentli dergilerin hafiften, kimi oluşumların sert bir şekilde ortodoksiye kaymaları, iyice tabansızlaşma, cesaret bulan ve milliyetçiliği brandanın altına aldık mı gümrükten geçerizci ortodoksinin planın tutmasıyla kendi yaptığının doğruluğuna iyice inanır hale gelmesi...

Dolayısıyla bugün moral üstünlük yitirilmiş durumda. Eskiden, “bir zamanların solcularından biri daha gitmiş, milliyetçi olmuş çıkmış” diye insanlar birbirlerine haber verirlerdi. Şimdi bu yok. “Dağlarda askerlerimiz ölüyor,” diye ortalığı kaldıran solcu görünümlü vatan milletçi Türk şairleri şu aşamada rahatlar. Onların liberal yağcıları da rahat. Moral üstünlüğün ortodoksiye geçmesi en çok liberalleri sevindiriyor elbet. Çünkü özgürlükçü sol alternatif zayıfladıkça, tek alternatif ses biziz havası basma fırsatı buluyorlar. Üstelik de, sürekli bel altından vurarak, her vesileyle çirkefleşmekten çekinmeyerek. Liberallerin tüm çirkefliği ele aldığı, eski deyişle azıttığı, ne desek gider, rüzgar arkamızda havasına kapılarak sıklıkla ağzı köpürerek konuştuğu bir dönem. Buna karşılık kimi Birgün köşe yazarlarının, herşeyin onun başının altından çıktığına hükmettikleri Birikim’e yönelik Tarafgil hakaretleri de ayrı bir tatsızlık, belki uçuşan yumurtalar hareketinin bir parçası. Bir de üstümüze referandummania indi. Üçüncü yolculuğun en önü açık anında aldı süpürdü. Herkesi tekrar bir kampa tıktı.

Bu noktada özgürlükçü sol bir pozisyonu diriltmek, üçüncü yolculuğun önünü tekrar açmak, bir hedef olmak durumunda. İş yine anarşistlere düşebilir. Yukarıdan inmecilerle neo-liberaller adım atılacak yer bırakmamış gibi görünüyorlar ama taze bir anarşist perspektif, taze bir anarşist okuma her zaman kendine bir alan açma kapasitesine sahiptir. Bizde de bir atalet var doğru. Ama bunu aşıp akışa anarşist analizler getirmeye davranmak gerekiyor, yenileyici. Yoksa herkes sıkışmış durumda.

HANİ RAKAMLAR YOKTU!

Radikal solun referandumda ilk dilini çarptığı acı gerçek: anketlerin ve yüzdelerin acımasız stabilitesi!

Parlamenter sisteme bel bağlamanın, seçimde o ya da bu oyu atmanın propagandasını yapmayı, sol değerleri güçlendirici bir hamle saymanın, hadi tosladığı demeyeyim ama takılıp kilitlendiği yer şu: seçim sonuçlarının açıklandığı gece, öncelikli uzman olarak ideologların yerini alan anketörlerin cumhuriyetin tüm seçimlerine yayılan oy oranlarındaki stabilite hakkında yaptıkları konuşmalar ve olası küçük dalgalanmaların doğasına dair ‘rakamsal’ analizleri...

Evet ile demokrasiyi, hayır ile anti-kapitalizmi ilişkilendirmek seçim sonuçları gecesi bir boşluğa düşmedi mi? Blok olarak ne kadar muhafazakar ortanın sağı veya radikal sağ parti varsa evet dediler. Öyle ki, milliyetçilik esasını ana bölünme ekseni olarak öneren MHP’nin seçmeni dahi cemaatlerin sağ bloğundan kopmaya değer bir mazeret olarak kabul etmeyebildi bunu. Bütün bu sağ kütlenin süper özgürlük ve demokrasi savaşçısı olmadıklarını herhalde söylemeye gerek yok. Bırakınız özgürlüğü herhangi bir talepleri yok liderlerinin bekasından başka. Kütle kolaylıkla merkezden idare edilebiliyor. Aynı neo-Özalist liderlik, “biz terörü bitireceğiz, Kürtlere karşı daha güçlü askeri operasyonlar, ordumuzla birleşip tek millet tek devlet şiarıyla tam bir savaş açmak için halktan yetki istiyoruz,” diye referandum yapsaydı gene aynı oranlarda evet alırlardı. Önerilen anayasa maddelerini “idamın geri gelmesi, iç savaşın tepe yapması, her türlü sol partinin kapatılması ve kadınların bisiklete binmesinin yasaklanması” maddelerinden oluştursalar, derin Anadolu’dan daha mı az oy alırlardı? Şehirli evetçiler oy güçleriyle değil meşruiyet tesisindeki güçleri ile mühimdiler. Entelektüellerin, kanaat önderlerinin, olup biten üzerinde söz sahibi gibi davranan kadroların temelde çok küçük bir azınlığın söylem oyunları arenasında mücadele ettikleri apaçık değil mi? Aynı denklem Hayır bloğundan da kurulabilir durumda. Baykal sosyal demokrat değil ondan sorun çıkıyor diyorlardı, Baykal’ın yerine Gandi estetiğinde Kılıçdaroğlu’nu getirdiler, Peki bloklarda ciddi bir oynama oldu mu? Gene yüzde 24’te ve gene tamamen aynı yerlerden yaklaşık aynı oyları almadı mı? Nerede önü açılsa çağıldayacak sosyal demokrat seçmen? Bence Türkiye’nin en politik insanları şu her seçim öncesinde anketörleri heyecanlandıran ve tatlı bir mesleki rekabete yol açan kararsızlar. Az sayıda militan kararsız dışında, Türkiye seçmeni içerik tartışmasına ne kadar itibar ediyor görünüyor? Hani derler ya, günün sonunda sonuç ne, günün sonunda kasada ne var? Önceki gün (önceki seçimde) ne vardıysa o. Kırk yıldır sofrada ne varsa o. Peki anayasanın maddeleri hakkında neden onca konuşuldu? Ne gerek vardı? Hatta, ne alakası vardı? Bunu çok iyi bildikleri ve politik formlarının zirvesinde olduklarından, BDP boykot siyasetini çatarken maddelerin birinin kaşı yamuk diğerinin burnu eğri demedi, açık konuştu, “bizi özne saymazsanız saydırtırız” dedi bitirdi. Şimdi de o sayede görüşmelere çıkıyor.

Parlamenter siyasetin oyuncuları bu Erkan Yolaçvari evet/hayır oyununu ciddiye alarak oynamakta tümüyle serbesttirler. Ama daha büyük laflar eden radikal sol veya entelijansiya elindeki oyuncağın yavanlığı karşısında her seçim sonuçları gecesi ciddi bir hayal kırıklığı ve isteksizlik yaşıyor olsa gerektir.

1 yorum:

savas dedi ki...

Solun özgülükçülüğü de kendinden menkul değil mi artık, ÇEVBİR mail grubunda tophane saldırısını yoksulların mutenlaşmtırmaya meşru tepkisi olarak savunan solcuları görünce ?