KÖŞE İSMİ: DALALET
BU YAZININ BAŞLIĞI:
WIKILEAKS VE TÜRKİLEAKS
BirGün gazetesi, 5 Aralık 2010, Dalalet 49/157
Süreyyya Evren
Zihnimiz Türkileaks mantığıyla öylesine örülü ki Wikileaks’i de önce o açıdan görüyoruz. Bizim bildiğimiz şu: herkes, her konuşma, her görüşme, her yazışma yukardan denetlenmektedir, dosyalanmaktadır, çeşitli merkezi güç odakları tarafından klasörlenmektedir. Bu güç odakları birbirlerine dair gizli belgeleri de biriktirir ve uygun anda uygun komplolarla ortaya çıkarmak için saklarlar, sonra da kendi seçtikleri hatta yarattıkları medyalar aracılığıyla işleme koyarlar. Bilgi sızması Türkileaks dünyasında bir şeffaflaşma değildir. Aksine yeni belirsizlikler, yeni örtük güç ilişkileri, yeni iktidar oyunları tarafından üretilir yeni sızıntılar. Taraflardan biri diğerini zayıflatırsa ona dair bilgileri sevdiğimiz deyimle ‘servis eder’. Kimin, hangi motivasyonla, hangi bilgiyi saklayarak hangisini bize ilettiğini bilemeyiz ama bu konuda tahminlerde bulunmak durumunda kalırız. Her şey yukarıdan aşağıya gerçekleşmektedir. Yukarıda birden fazla güç odağı olduğu için yaşadıkları kanlı bıçaklı dövüşün dalgaları aşağıya doğru bizlere yansır, son olarak da medyada kırılıp algımıza düşer. Üzerimize yağan verileri kimin ne düşünmemizi isteyerek yağdırdığını düşünmeye çalışırken takatsiz kalırız. Ve tanrılar arasındaki erişilmez kavgalara dair mitolojilerden birine kendimizi bırakırız. Komplo teorileri Türkiye’de kişiyi destabilize etmez, aksine, kendi içinde tutarlı bir anlatıya kavuşmasını sağlar, gönülden inananları o yüzden bu kadar çoktur. Türkileaks dünyası budur. Aşağıdakinin tam olarak erksizleştiği ve bu erksizleşmeye da alıştığı dünya.
Bu dünyanın insanları olarak Wikileaks’e baktığımızda da Wikileaks’i göremiyoruz. Huzurla inandığımız komplo dünyalarının dışında işler var Wikileaks’de. Dünyanın farklı ülkelerinden senin benim gibi insanların kurduğu, Alsange’ın deyimiyle, bir aktivist örgütlenme. Gazeteciliğin kazandığı yeni bir boyuttan, internetin herkesin denetlenmesi aracına dönüştürülmesine karşı denetçilerin denetlenmesi aracına da dönüştürülebileceğine dair bir umuttan söz etmek gerekiyor Wikileaks’den bahsederken. Wikileaks sizi erklendirmek için yola çıkmış bir grup insanın işi ve epey de başardı bunu. Kenya’ya dair haberlerinden Afganistan’a, Irak’a dair haberlerine, ve şimdi de Wikileaks haftası diye tarihe geçen ABD diplomatik belgeleri odaklı son haberlerine kadar. İktidarların bilgi iktidarlarını aşağıdan inisiyatiflerin bozduğu bir momenti tarihin. Öyle Türkileaks’deki gibi rakip-iktidarların veya yeni-iktidarların boğuştuğu, halkın da acaba yeni efendilerimiz hangisi olacak diye bekleştiği bir sahne değil.
İşte bu boyutu aklımıza yatmıyor Türkiye’de. Her şeyi ya Amerika’nın, ya İsrail’in, ya devletin ya da cemaatin yönettiğinden emin olmanın rahatlığını tehdit ediyor Wikileaks. Bu tehditi savuşturmak için, arkamıza yaslanıp bahisler oynamaya çalışıyoruz tekrar: hepsi İsrail’in oyunu mu, İsrail’in mi işine yaradı Amerika’nın mı, koltuğuna gömül, eline son sürüm Türk Komplolar Kolonunu al, sıradan oynamaya başla: İsrail’e yaradı bire 10, Amerika’ya yaradı bire 20, Türkün Türkten başka dostu yoktur (Wikileaks dahil) bire 40...
Bizim Başbakan’ın Wikileaks’e güvenilmez demesi de tam uyum içinde değil mi bu durumla? Elbette böyle diyecek, 1 Mayıs’ta da “başlar ayak ayaklar baş olmaz” dediği gibi. Çünkü Wikileaks ayakların baş olması değilse de başların ayak olmasıdır. Kime güvenilir, gizli yazışmalarını bizden gizleyenlere mi? İdare bizi idare edecek ama nasıl idare ettiğini biz bilmeyeceğiz. Biz sadece idare edildiğimizi, korkmamıza gerek olmadığını, sadece idareden korkarak mutlu mesut yaşayabileceğimizi düşüneceğiz, öyle mi?
Ayakların baş olması için gereken, aslında Geert Lovink’in hatırlattığı gibi, eski tip araştırmacı gazeteciliğin Wikileaks’e eklenmesi. Çünkü Wikileaks dökümanları ortaya çıkartıyor, elden geçirip kontrol ediyor ama sonra bir bağlama oturtup bir söyleme dönüştürmüyor, bu aşama için araştırmacı gazetecilik eskisi gibi gerekiyor diyordu Lovink.
Bütün bu durum, Türkiye sahnesinde, iki ihtiyacı karşımıza çıkartıyor. Birincisi evet araştırmacı gazeteciliğe, köşe yazarı yorumundan ve ajans haberlerinden daha kapsamlı metinlerin üretilmesine ihtiyacımız var gazetelerde ve haber dergilerinde. Ama bir de aşağıdan inisiyatiflerin yaygınlaştırılmasına ihtiyacımız var.
Mesela Bianet’te Nihat Halıcı ne yapmış, “Kendi Wikileaks’inizi Kurmak İçin 10 Ücretsiz Uygulama” başlığıyla Wikileaks benzeri girişimlerde yararlanabileceğimiz yazılımları önermiş ve bir rehber sunmuş.
Çok güzel. Tam da buna ihtiyacımız var. Yukarıdaki kavgayı mitolojilere bakarak yorumlamak yerine kendimizin ne yapabileceğini düşünmeye. Yazılımlara, yazılımları paylaşmaya, aşağıdan inisiyatifler geliştirme arzusuna, erklenme ve erklendirme motivasyonuna, merkezden bağımsız bakışları büyütmeye. Wikileaks ile ilgili haberleri görünce “vay acaba bunlar İran’ın işi mi, yok İsrail parmağı mı var, Sarkozy burnunu mu sokmuş, Putin kızmış mı” demeye değil, ben ne yapabilirim, biz ne yapabiliriz, neler yapılmalı, nasıl yapılmalı, nasıl bilgi daha fazla yataylaştırılabilir, nasıl erk odakları erksizleştirilebilir ve yönetilenler erklendirilebilir diye düşünmeye ihtiyacımız var.
Biz tabii saklı bilginin görünürleştirilmesini iktidar için mücadele eden grupların birbirini çökertmesi olarak biliyoruz. Türkileaks’den gözümüz öyle alışmış. Ama aktivizm kimsenin tekelinde değil. Wikileaks’in de değil. Mesela şu Türkileaks işlerinin nasıl döndüğüne dair belgeler ele geçse fena mı olurdu?
Galiba, kendine demokrat, kendine müslüman, kendine liberal iklimimizde radikal şeffaflık, Julian Assange ve arkadaşlarının metodu olarak önümüze çıktığında onu tanıyamadık. Gene salt spekülasyona gömüldük.
Aslında Afgan savaşı ile ilgili Wikileaks belgelerinin de Türkiye’de çok önemsenmediğini söyleyebiliriz. Kenya ile ilgili olanların da.
Zaten Türkiye gazetelerini okurken insan dünya diye bir yerde yaşadığını unutabiliyor. Türkiye adlı gezegende dünya diye de bir kasaba varmış, zaman zaman orada da olaylar oluyormuş izlenimi doğuyor. Varsın öyle olsun, naapalım. Ama madem öyle, biz de Türkiye gezegenindeki bilgi ve veri iktidarlarını biraz gıdıklayalım. Halıcı’nın tavsiyesi gibi tavsiyelerin ilgi çekeceğini umalım...
1 yorum:
Sıcak Nal'ın 5. sayısı çıkmadı mı? Blog'u güncellemiyorsunuz...
Yorum Gönder