Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 28, 2005

‘80’LERİ HARİTALANDIRMAK - Birgün Yazı 7 / 3 Mayıs 2005

Birgün Yazı 7 – 3 Mayıs 2005 Yazısı


‘80’LERİ HARİTALANDIRMAK

Süreyyya Evren


2005’i neredeyse yarıladık. Geçen 25 yılın bilançolarını, haritalarını çıkarmak, yaşananların ve yapılanların üzerinde uzun uzadıya durarak birikime ve belleğe sırtını dönmemiş bir bugün içinde üretmek ihtiyacı kültürün farklı sahalarında hissediliyor. Generallerin ve darbenin yargılanmamış oluşundan, anayasasının maşallahına, kurumlarının sürmesine, inşa ettiği anlayışların pekişerek yerleşmesine ve en güvenilir kurum anketlerini aşan yerel iktidar yapılanışına bakıldığında 25 yıl da geçmiş olsa bir “80’ler” havasının değişken tonlarla bugüne sızdığını söylemek, eğer temel referanslarıyla bugünü şekillendirdiğini söylemek fazlaysa, vazgeçilmez bir nokta. 80’ler o yüzden benim kulağıma hep 800’ler hatta 8000’ler gibi geliyor.

Ama bu yapısal sürekliliklere vurgu; hem kültür sanat hem de siyaset alanlarındaki kırılmaları, teorik kopmaları, yoruma açık çeşitli evreleri görmezden gelmemize yolaçacak bir “homojen 80’ler” dönemi tahayyülüyle kendimizi aldatmamızı önermek için ortaya konmadı elbet. Bugün yakın geçmişe dönüp yeniden düşünmek, dinamikleri tespit etmek ve ısırgan çalışmalarla yani yasak meyveleri de es geçmeyen çalışmalarla, ezberleri sakızlamadan yürümek gerek. 80’lere ve 90’lara dönük bakışlar hep bu ihtiyaçların hissedilmesiyle örtüşüyor gibi. Sanat alanında ortaya çıkan bilanço denemeleriyle edebiyatı karşılaştırıp yol alabiliriz. Tabii “bilanço” kelimesi ekonomik bir geçmişten geliyor, “hesabımızı bilelim, artıda mıyız ekside miyiz” diye soran “bilanço” terimi belki çok üzerinde durulmadan tercih ediliyor, ama galiba yapılan, daha çok bir harita çıkartmaktır. Döneme yapılacak yolculuklar için koordinatları belirlemek, geçici kullanım için de olsa, bu yönde bir bilgi üretmektir. Beral Madra küratörlüğünde Karşı Sanat Çalışmaları mekânında gerçekleştirilen “Bir Bilanço: ‘80’li Yıllarda Türkiye’de Sanat Üretimi” ile çeşitli yazılarda 80’ler şiirinin değerlendirilmeye çalışılmasını ve özel olarak da Osman Hakan A.’nın (Hürriyet Gösteri, Nisan 2005) “Şiirimizde 80’ler ve Sonrası” yazısını işaret edebiliriz bu noktada.

Madra-Karşı’nın “bilanço” sergisi önce şu özelliğiyle dikakt çekiyor: karşımızdaki gerçekçi bir deneme. Dönemin dinamiklerini kendi içinde aramaya çalışan, hem öncesinden taşıdıklarını hem sonrasına aktardıklarını, üstelik çarpışma alanlarını da gösterek ele alan bir sergi. 80’lerin kültürel problematiklerini hissettiriyor, ipuçlarıyla önünüze açıyor, hiçbir tartışmanın ya da eserin bilinmeyenden birden ortaya çıkmadığını, tarihsel süreçler içinde kapışmalarla şekil aldığını gösteriyor. Madra’nın çok isabetli bir şekilde dönemin sesini de yeniden kurarak ve bugünün muhafazakar eleştirilerini engel saymayarak adlandırdığı gibi “postmodern kırılma” tabii esas kuvvetini 90’ların ilk yıllarında bulmuştu. Yani galiba 80’ler için “postmodern parlamalar” veya “postmodern aralık” gibi imleme özelliklerini öne çıkartıp şuna bakmak gerek: 80’lerin sonlarındaki kırılma fikri 90’ların başlarında ve ortalarında aslında 80’leri de cephe sayarak ve hiç uzlaşmayarak ve pek eklemlenmeyerek realize olmuştu. İlginç olan, 90’ların ilk yıllarında şimdi post teoriler denilen teorilere bir tür “aydınlanma” açlığıyla, teorik dönüşüm havasıyla kucak açılmış olması, ülke çapında bir kültürel okuma, tartışma ve farklı üretme atmosferinin ciddi siyasallaşmalarla, siyasal zeminin tepe yapmasıyla uzaktan ya da yakından, ama mutlak bir ilişkisellik zemininde ilerlemesiydi. Nitekim 90’ların ikinci yarısında aşama aşama ülkenin dönüştürücü potansiyeli düşer, siyasi güçleri zayıflar, daha iyi bir dünyanın değil daha iyi bir adımın bile aşağıdan emekle kurulamayacağına dair bir kamusal yılgınlık hissi herşeyin AB başvurularıyla ancak dolaylı olarak kazanılabildiği garip de bir özgürleşme erki devretme ortamı doğunca 80 sonlarının ve 90 başlarının postmodern kırılması üretebildiği sol-postmodern sanatı dallandıramadı, sağ-postmodern piyasanın ve ortodoks yerelliğin karşılıklı beslemelerle büyümeleri karşısında meydana talip olmaktan çıktı ve ara sokaklarda çalışmaya başladı. Aslında Madra’nın da belirttiği gibi art-ist dergisi tarafından hazırlanmakta olan bir 90’lı yıllar kitabı da tartışacak bunu: 90’lı yılların başlarında sanat ortamı nasıl birbirine bakmaz iki kampa ayrıldı (halen de süren, kaba terimlerle, tual resmi-çağdaş sanat kamplaşması), nasıl oldu ve ne oldu da 90’larda ciddi bir kırılma yaşandı? Madra-Karşı’nın sergisi işte bu sorunun önemli bir parçası olan “peki öncesindeki ayrışma gelenekleri nelerdi, zemin neydi, neler olup bitmişti” sorusunu kovalıyor. Tabii birbirini izleyen herşey birbirinden doğar demek yanılgılı bir gelenekçilik olurdu. Öte yandan 90’lardaki kırılma her ne kadar uzlaşmaz idiyse de o dönemin yeni sanatçıları bu dönemin yeni sanatçılarıyla ve yeni şairleriyle/yazarlarıyla karşılaştırıldığında çok daha fazla kendilerine kalan mirasla, emek vermişlerle, yaptıklarının öncesiyle ilgiliydiler. Bu, sanılanın aksine, uyuşmazlığı pekiştiriyor, güçlendiriyordu.

Genel olarak, Madra-Karşı’nın 80’lere bakışı daha çok uzman gözüyle bakışa denk geliyor diyebiliriz. Meraklı-göz’ün karar alıcı olduğu başka bir 80’ler sergisi, daha az enformatif ve daha az pedagojik, dolayısıyla daha az derleyip toparlayıcı, ama daha yaşamsal olabilirdi. Bu, bir eleştiri sayılmaz, meraklı-göz’le yapılacak bir 80’ler sergisini engelleyecek değil kışkırtacak bir yapı çünkü Madra-Karşı’nın kurduğu. Ama benim kişisel tercihim, meraklı gözün yaralı-gözle birleşmesidir. 80’ler gibi yaraların yarattığı dayanışma hatlarında haberleşilen bir dönem hakkında hele konuşur ve eylerken, yaraları görünürleştiren, dertlerin ortaklıklarına bakan, meraklı ama daha siyasi bir bakış. Yaralara bakan uzman göz, meraksız ortodoks yaralı-gözden daha açıcı elbet, bu anlamda Madra, Karşı’yı soluklandırmış.

Madra-Karşı sergisinde bir eksik de şuydu: edebiyat odası yok! Olacak iş değil!
Halbuki dönemin resmiyle örneğin şiir ama genel olarak edebiyat arasındaki bağlar bugünün güncel sanatıyla edebiyat arasındaki bağlardan kuvvetlidir. Bunu Madra da bilmekle beraber belki bugünün artan mesafelerini dikkate alarak uzak tuttu edebiyatı.

Edebiyata giden bu izi takip etmek için devam etmek üzere kaydı düşerek kısa bir başlangıç yapalım. Edebiyat konsensuslarla yürümemiştir hiç, herkesin ‘iyi olan nedir’ skalasında uzlaştığı ve sonra buna uygun şiirler, romanlar yazdığı bir edebiyat ütopyası yoktur –dönemsel olarak bile. Böyle bir ütopya edebiyatta işlemez. 80’li yıllara uzman gözüyle bakmak o yılların iktidar ortaklarının söylemlerini ve kadrolarını tekrarlamaktan değil çeşitli çarpışmalarının ve oluşlarının dökümünü yapmaktan geçeceği gibi, meraklı göz yaşamsallığını, muhaliflerini ve ayrıksılarını izleyecek, yaralı göz ise bunların kesiştiği siyasi mevzileri atlamayacaktır.

Hiç yorum yok: