Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 28, 2005

İNSANLARIN HAYATLARINDAN GEÇEN - Birgün yazı 28 / 27 Eylül 2005

Birgün yazı 28 -- 27 Eylül 2005

Süreyyya Evren

İNSANLARIN HAYATLARINDAN GEÇEN

9. İstanbul Bienalinden söz açılmışken, “bienal iyi güzel de bir ‘edebiyat bienali’ neden yok”, tonunda, şakacı kıskançlık süsü verilmiş bir serzenişi anmıştım geçen yazıda –aslında hafiften edebiyatın temsil biçimlerini karşılaştırmalı olarak tekrar düşünmek için de bir denemeydi bu.

İstanbul Tüyap Kitap Fuarı 8-16 Ekim arası gerçekleşecek. İstanbul’un başka kitap fuarları da var ve yenileri de olabilir. Ankara’nın, özellikle İzmir’in fuarları da geliyor akla. Fuar imgesi hep canlılık, hareket, devindirici güç olarak düşünülür –fiili kitap fuarları ise her zaman çeşitli eleştirilerle de karşılanır, çoğunlukla daha iyi bir fuarın nasıl olabileceği, ideal fuarın ne olduğu, mevcut fuarın nasıl yürütüldüğüne dair tartışmalardır bunlar.

Fakat, en iyi şekilde düzenlendiği haliyle dahi, bir kitap fuarı temelde kitap fuarı olacaktır, yani ürün olarak kitabın içerik olarak kitaba göre daha fazla gözetildiği bir etkinlik olacaktır.

Elbette, kitabın ürün olarak niteliği ve değeri içeriğine bağlıdır. Ama içeriğinin odak alındığı bir etkinlik, zaten fuar adını taşımazdı.

Bunu, fuara karşı bir pozisyon alışla söylemek tepkisellikle sınırlı olur. Akıcı yaklaşım, oluşları gözetecektir. Fuarlara gelince, özellikle İstanbul Tepebaşı’nda düzenlendiği zamanlarda kitap fuarının pek çok kişi tarafından kültürel bir canlanma gibi deneyimlendiğini, bir referans noktası olarak artılı eksili hareketleri başlatabildiğini söylemek abartı mı olur? Sanmıyorum. Fuarın Beylikdüzü’ne taşınmasıyla gelen karakter değişimi üzerine uzun uzun yazılabilir. Fuar biçimleri hakkında daha fazla karşılaştırma yaparak konuyu ayrıca ele almak gerekir.

Benim üzerinde durmak istediğim nokta fuar eleştirisi değil.

İçerik olarak kitabın, derginin, diğerlerini şimdilik atlıyorum, özelde edebiyatın, odak noktası olduğu bir şenliğin ürün olarak kitaba ziyadesiyle yoğunlaşmış kültür ortamımıza ve gündelik hayatlarımıza ve dolayısıyla edebiyatın kendisine kızgın veya neşeli, alaycı veya sokulgan, ama her durumda kendi nabzına sahip bir can katabileceği düşüncesidir.

Ve bu canın şehre ve şehirlere yayılmasının açabileceği yeni durumların hayal edilmesi.

Ama tabii her çerçeve etkinlik beraberinde yapısal bağımlılıkları, finansal ve siyasi kontrol mekanizmalarıyla çatışmaları veya daha kötüsü uyuşmaları dayatır. Uzlaşmalar kadar ‘festivalizm’in baskısı da kendini dayatır. Şehirlerin birbirleriyle ‘marka’ olma yarışına girmelerine, kültürün en öngörülebilir tanımıyla markalaşma yolunda geçerli bir araç olarak övülmesine az mı şahit olmaktayız. En küçük il merkezinde dahi kültür festivali yakın veya uzun vadeli ekonomik girdi üzerindeki rolüne göre değerlendirilirken, kendini diğer metropollerin benzer girdileriyle kıyaslayarak kuran bir metropolde durum neden böyle olmasın.

Burada işte aradığımız akış halindeki, egemenlerin oyunu olmamış, direnişini, kendi oluşunu koruyan, eski deyimle ‘göçebe’, denetim mekanizmalarıyla farkındalık ve çatışma halini gözeten, aslında bu anlamda mevcut kültür kavramıyla da arası bozuk bir kültürdür.

Küresel ve yerel pazarlarla bağların kaçınılmaz olduğu şehir çapında bir çerçeve etkinlik böylesi bir akışkan kültür arayışıyla nasıl bağdaşır peki? Oluşların indirgenemezliğini seçen bir bakış için, giydirdiği şemalarıyla ve pazarlanabilir olanı, önde gideni sterilleştirilmiş formatlarla sunmasıyla karakterize olan büyük çerçeve etkinliklerden bir tane de edebiyata ayrılsa ne olur? Ne gibi bir olumlu ses çıkabilir bu vuruştan?

Cevap kültürel hegemonyanın görünmezleştirdiklerinde.

Bugün kitap ilan metinleri kitap tanıtım metinlerinden daha inandırıcı bulunuyor okurlarca.

Kitap hep sayılıyor. Sayılabilirlik esas.

Sayılamaz olanı, edebiyatın kendisini mesela, şehirde dolaşırken, şehirle diyalog halindeyken görmek farklı olurdu. Bu, kaydedilebilir olan reytinglerin haricinde düşünülmelidir.

Bağımsız taban ağlarının kendi çerçeveler çokluğunu doğurması yeğdir elbet, ama kışkırtıcı çerçeve etkinlikler de zaten çokluğa göründükçe ve çoklukla temas ettikçe fiyakalıdırlar. Kendi içlerinde denetlemeye çalıştıkları alternatif oluşlar barındırma ihtimalleriyle ve dışlarındaki oluşları ifadeye kışkırtan etkileriyle.

Kurucularının motivasyonları ve hedefleri bir yana, 9. Bienal bunu yapmıyor mu?

Hiç yorum yok: