Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 28, 2005

KÜLTÜRE ÇOKLU BAKIŞLAR - Birgün yazı 32 / 25 Ekim 2005

Birgün yazı 32 -- 25 Ekim 2005


KÜLTÜRE ÇOKLU BAKIŞLAR

Süreyyya Evren

9. İstanbul Bienali’ni ve genel olarak bienalleri okumak için araçlar sağlayan Sibel Yardımcı’nın Küreselleşen İstanbul’da Bienal (İletişim Y., 2005) başlıklı kitabının üzerinde dururken bu kitapla Jean Dubuffet’nin (çev. İsmet Birkan, Dost Y., 2005) yakın zamanlarda Türkçe’de çıkan klasik manifest metni Boğucu Kültür’ü birlikte düşünmenin imkânı da ortaya çıkıyor.

Kurumlara ve yapılara ve imajlara, bu anlamda yapısal siyasetlere baktığı kadar işlerle düşünmeye, sanatla düşünmeye de eğilimli olduğunu göstererek sanatın kendi bağlamından kopmayan, sanatı araçsallaştırmaya engeller çıkartan bir bakışlar çokluğuna ihtiyacımız olduğundan hareketle, böylesi çoklu bakışların birkaçını örneklemesinden ziyade, kültür kavramının kendisini sürekli parçalamaya, kabuksuzlaştırmaya, iplik iplik çekmeye girişmesiyle ve bu açılan mekân için imkânlar olarak akışlara dayanan bir kültürü savunmasıyla, bir tür ’68 klasiği’ sayılabilecek çarpıcı bir yapıt Jean Dubuffet’nin Boğucu Kültür’ü. Kitabın, Türkiye bugününde tümüyle eksiltici kavranıp ‘öze dönüşçü’ bir yerde hapsedilmesi tehlikesini görmezden gelerek açtığı alanlara bakıyoruz elbet.

Dubuffet’nin art brut’e uzanan sanat kavrayışı, kendi çalışmaları, keza bireysellik kavrayışı ve kimi yan argümanları ayrıca ele alınmayı gerektiriyor. Fakat burada Yardımcı’nın kitabıyla Dubuffet’nin kitabının bir şekilde okuyucuyu bienali ve bienalleri karşılamayı sabit bir konum olmaktan çıkarmaya davet eden hallerini bitiştirmek isterim. Dubuffet’nin manifesto tonunda akan keskin kitabında başvurduğu bütün argümanları bugün gündeme getirmek bana anlamlı gelmezdi. Ama özellikle sarsılmayan bir yan var: uzlaşmaya dayandığının gizlenmesini de içeren girift ancak çoğu kez vurdumduymaz vasatlıkta uzlaşmalarla kurulan ‘kültür’ ana gövdesinin, kültürün aşkın referanslarla dokunulmazlık zarında büyüttüğü ana akım kalıpların ve gerçekten ancak belirli ‘terbiyesizliklerle’ girilebilen dev salonunun, uzlaşmaların sarıp kuşatan ve esir alan büyüsüne karşı sanki şerbetli bir dille dişlenebileceğini göstermesi. Buna neden bugün de neşeyle el vermeyelim? Bu neşe neden bozgunculuğ umuzun parolası olmasın?

Dubuffet kültürün hiyerarşi merakını, her alanda yatay dizilişler ve düzensizce kaynaşan zengin çeşitlilikler yerine sıkı hiyerarşiler kurma eğilimini çiziyor Boğucu Kültür’de, devam ediyor: "Kültür, sanılanın aksine, kısıtlayıcı, alan daraltıcı, gece doğurucudur. Kültürde eksik olan, adsız, sansız, sayısız çimlenme, filizlenme duygusu, duygudaşlığıdır. Kültür sayma ve ölçme tutkunudur; sayısız kavramı [sayısızlık olgusu] onu aşar, rahatsız eder; bütün çabaları, aksine, her alanda sayıları sınırlama, [ürünleri] elin parmaklarıyla sayma yönündedir.''

Yardımcı’nın Bienal organizasyonunda amaçlanan haleyi gösterdiği bölümler Dubuffet ile tekrar okunduğunda nasıl bir Kültür kubbesinin altında toplaşıldığı da ayrıca görülebiliyor. İlginçtir, gene bugünlerde, Dubuffet’nin eserleri Türkiye’de, İstanbul’da sergileniyor. Türkiye’de güçlü ‘ham sanat’ mevzileri de olmadığından belki bu sergi şaşkınlık ve ilgiyle karşılanmadı gibi. İlgi ayrı, ama şaşkınlık derken, serginin yeni özel müzelerimizden biri olan Pera Müzesi’nde açılmış olmasını kastediyorum öncelikle. Şöyle yazmıştı Dubuffet: "Kültür, vaktiyle dinin tuttuğu yeri tutma yolunda. Tıpkı din gibi şimdi onun da rahipleri, peygamberleri, azizleri, yetkililerden oluşan organları var. Taç giymeye göz diken fatih, artık halkın önüne yanında piskoposla değil, Nobel ödüllülerle çıkıyor. Yolsuzluğa batmış senyör, günahlarını bağışlatmak için, artık tekke değil müze kuruyor.''

Bunlar, elinizden birşeyleri çekmiyorsa, neşeyle okuyacağınız satırlar olacaktır. Ancak ya sonra?

Kültürde ‘başka dünyalar’ın sesi nasıl çıkar, o ses nasıl oluşur ve nasıl işitilir?

Aslında, önemli ölçüde pratiğe dair bir yere bakarak ‘başka dünyaların sesisinin yokluğundan hayıflanmaların’ tümünü karşıma alacağım. Bu seste biz neredeyiz? Bu sesin içindeki mekânımız nedir?

Pratiğe dair dediğim galiba şu: alternatif bir kültür için alternatif kültürü aramaya/ böylece yapmaya emek harcayacak ‘oluşturucu alımlayıcılar’ gerekiyor.

Hiç yorum yok: