Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 28, 2005

KİTAP OKURKEN UYUMANIN İNCELİKLERİ - Birgün Yazı 19 / 26 Temmuz 2005 Yazısı

Birgün Yazı 19 – 26 Temmuz 2005 Yazısı

KİTAP OKURKEN UYUMANIN İNCELİKLERİ

Süreyyya Evren

Kim kitap okurken uyumamıştır ki? Hemen her kitap okurunun deneyimlediği tatlı geçişlerdir bunlar. Geceleyin yatakodasında başucu lambasının kanatları altında yürütülen okumalar kimilerinde yan bir okuma hattıdır, kitaplar şakır şakır birbirini izler orada. Ama kimileri için bir iki sayfa okumak, kafayı devirip yatmak için yeterlidir. Neredeyse uyku hapı gibidir kitap, ama belki rüya hapı demek gerek. Kitapların rüyalarından bir yudum yutarsın ve kendi rüyalarına dalarsın.

Gözler ağırlaşır ağırlaşmaz, sanki bu işareti bekliyormuş gibi ışığı kapatıp yatanlar vardır. Kitaba şöyle bir basıp uykunun serin sularına dalmışlardır. Kitabın bir rüya hapı olarak imkânlarından tam yararlanmak bu şekilde zordur halbuki. Daha iyisi direnmektir. Uyumamaya çalışmak, sanki uyku yanaklarımıza, gözkapaklarımıza, hemen bütün bedenimize asılmış gibi bizi çekerken, gözlerimizle cümlelere tutunmaya çalışmaktır. Hiçbir şey anlamadan bir kaç satır aşağı düşersiniz bazen. Neredeyse cümleyi görememişsinizdir bile. Ama dirençle paragraf başlarına basa basa geri tırmanmak ve cümlenin rüyasına asılmak mümkündür. Zorladığınız kapıdan girebilmek için iyice bir hayal etmeniz gerekir anlatılanı. Okuduğunuz rüyaya yakın fluluktaki metin, uyanmadan hemen önce görülen ve kişinin müdahale edebildiğini hissettiği, rüya olduğunu düşünüp gene de rüyaya devam etmeyi yeğlediği rüyalara benzer.

Edebiyattan bahsediyorsak, özellikle André Breton, Sevim Burak veya Clarice Lispector okurken denemeli bunu derim. Hastanın tedaviye cevap vermesi diye çok hoş bir ifade kullanılıyor. Gerçekten de hastanın tedavi sürecinde tam bir edilgenlik içinde tamir edilen bir nesne olmadığını, tedavinin hastaya iyileşmesi yönünde bir çağrı olduğunu ve hastanın bu çağrıya cevap verip vermeyeceğinin önemli olduğunu pat diye anlatıyor. İşte, bazı kitaplar da direnişe daha iyi cevap veriyor sanki. Marguerite Duras, Galeano, Vecdi Çıracıoğlu, Salman Rushdie okurken mesela bunu hissedebiliriz sanıyorum. Hele Henri Michaux’nun Yüzleşmeler’i...

Ama buraya kadar hep gece uykularından söz açtık. Halbuki şimdi yaz aylarındayız, güneş yüzünü esirgemiyor, iş yoğunlukları daha az, tatiller var, gezmeler çok, zaman sanki evde de sokakta da daha bol... Ve kitap okurken sızılan öğle uykularının tam zamanı. (Bolca içtikten sonra uyuyuverme için ‘sızma’ sözcüğünün kullanılması da çok isabetli. Gerçekten sarhoşluğun verdiği kural tanımazlıkla uykunun kapısını çalmak normal protokolleri izlemek gibi bürokrasileri atlayan kişi uyku evrenine çaktırmadan sızar.)

Kitaplı öğle uykusu en çok güneşli havaları sever. Hele bir yatağa ya da bir kanepeye uzanıp kitabınızı okumaya başladığınızda güneş doğrudan dokunuyorsa size –işte bu nefistir. Güneş fazla bindirip, ısıtıp, pişirip, yük olursa sıkabilir elbet, ama sadece kesitinizi alan, gölgelere de müsamaha gösteren bir güneş olsun bu. Ve açık bir pencereden zaman zaman gelen esintilerle de barışık...

Kitabın sayfaları bile ısınır ve sizi kendi sıcak rüyasına davet edecek takati olmayan sayfalar sizinle beraber sessizce uyumak isterler...

Hiç yorum yok: