Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 28, 2005

MERAKLILIK MESLEĞİ - Birgün Yazı 10 / 24 Mayıs 2005

Birgün Yazı 10 – 24 Mayıs 2005 Yazısı


MERAKLILIK MESLEĞİ


Süreyyya Evren


Truffaut’nun Jules et Jim’inin (1962) klasikleşmiş sahnelerinden birinde Jim hocasıyla arasında geçen bir diyalogdan bahseder. Jim hangi mesleği seçeceği konusunda kararsız kaldığını, seçim yapmakta zorlandığını söyleyince hocası “bence meraklı olmayı seç” diye yanıt verir. “Ama bu bir meslek değil ki,” diye itiraz eder Jim. Hocası da “henüz değil” diye yanıtlar.

Düşünüyorum, hepimiz bir yanıyla meraklıların meslektaşlarıyız. Edebiyattan sanata her yerde bu böyle. Ve hem bugüne hem geçmişe dair bir bilgi üretirken de bunu ihmal edemeyiz. 80’lerin ve 90’ların edebiyatlarına dair uzman bakışıyla kategorizasyona gitmek isteyenlerin bile çok kaba bir tekrarın büyütülmesi içinde sıkışmamak için en azından yer yer meraklarının kölesi olmaya, planlamadıkları adımlar atmaya ihtiyaçları var.

Bir söyleşinin sonlarında, Adalet Ağaoğlu “eskiye burun kıvırmıyorlarsa bütün genç meslektaşlarımı seviyorum” diye bitiriyordu lafını. Müge İplikçi ile konuşurlarken, İmge Öyküler’in ilk sayısında (Şubat-Mart 2005). “Eskiye burun kıvırmama” kıstası doğrusu insanı şaşırtıyor, sonuçta bu “genç meslektaşların” yapıtlarından doğan bir değerlendirme değildir. Diyelim, o anda orada Müge olduğu için söylüyorum, Müge İplikçi’nin yapıtı Ağaoğlu’nun edebi beğenisini çarpacak ya da en azından ona başka yolları işaret ederek kışkırtacak has bir yapıt olsa, ama gelgelelim Müge saygısızca eskiye burun kıvırsa Ağaoğlu’nun sevdiği bir yazar olmayacaktır da bir başkası vasat eserlerine karşın burnuna mukayet olursa sevilecektir. Peki bu formül geriye doğru nasıl işletilir, mesela Nazım Hikmet’i Orhan Veli’yi sevmek için kendilerinden öncekilere burun kıvırıp kıvırmadıklarına mı bakılacaktır? Bir sözden yola çıkarak çok ileriye gitmeyelim, bütün bunlar muhtemelen kastedilmemiştir, kastedilmemiş olmalı. Ama böylesi ifadelerin “doğallaşmaması”, burun kıvırmalarla olmasa da kaş kaldırmalarla karşılanması beklenmeli. Ağaoğlu’nun geçtiğimiz yıllarda genç kuşağa bir örnek olarak gördüğünü tahmin ettiğim, Cem Akaş (1968) ile bir sürtüşmesi olmuştu. Acaba buradan yola çıkarak aşırı yoruma mı saptı?

Tekil bir karşılaşma sahnesinden yola çıktığını tahmin ederek ve reel bir dışlama/dahil etme mekanizmasında rol almıyor oluşunu da dikkate alarak Ağaoğlu’nu ayrı tutalım, ama özellikle şiir ve öykü çerçevesinde, önceki kuşaklara saygı kıstası gençlerin karşısına çeşitli formlarla çıkarılır. Bu en ilkel haliyle bizzat kişiye yönelik sınıraşmayacağı garantilenmiş bir saygının aranması şeklinde de tezahür edebilir, belirli bir edebiyat beğenisinin ve iyi edebiyata dair önceden kurulmuş kıstasların ihlal edilmeyeceğine dair bir güvence ile de kurulabilir.

Halbuki edebiyatçı, tüm meraklıların meslektaşıdır. Meraksız bir yazar, meraksız bir şair, dondurulmuş bir yazı masasını hatırlatıyor insana. Neden bu kadar çok önlem almak gerektiğini düşünürler? Saygısız bir genç şair neden tehdittir? Sözgelimi 80’ler şiirine dair hazırlanmış bilgiler yumağına itibar etmek istemeyen ve yeni bir bilgi kurmak isteyenleri düşünelim. Burada bir özgüven eksikliği mi acaba tedirginliğin kaynağı. Koordinatları bilinmeyen yerden kaynaklanan meraklı bakış sanki bazı kariyerli edebiyatçıları görmez veya onların görüntüsünü hiç hesaplamadıkları bir şekilde okursa yapıtları çökecek midir? Bu kadar kolay mıdır yani? Bu kadar kolaysa, kendi kendine de çöker. Bizde garip bir tutum yerleşiktir. Genç edebiyatçının ya da yeni edebiyatçının gerçekten yeni bir kanal açıp açmadığını değerlendirebileceğinden emin insanlar çoktur. Oysa bunu önceden kimse bilemez. Bu ancak merak edilebilir. Peşinden gidilebilir, koklanabilir, yoklanabilir, dinlenebilir...

Bütün bunları neden söylüyorum. Bir süredir www.zinhar.com adresinde çok ilginç işler yapılıyordu. Uzun burunlu yeni şiirler çıkıyordu buradan, burnunu dilediğince şuraya buraya sokan metinler. Zinhar adlı bir de ufak dergi yapıyorlardı. Zinhar’ın üçüncü sayısı www.zinhar.com metinler seçkisi, poetik har sahibi şiir dergisi poetik har(s) olarak çıktı geçenlerde(Mart 2005). Zinhar ve poetik har(s), edebiyatı neden şiirle sevdiğimi hatırlattı bana; çünkü şiirde imkanlar çoktur, kollar uzun, neşeli ve sarılgandır, ellerin parmağı saymakla bitmez ve nicel çabalarla inanmadıkları isimlerini sağlamlaştırmak isteyen burunsuz şairlerden bıkkınlık geldiğinde size tüm meraklıların meslektaşı olduğunuzu hatırlatacak birileri biryerlerden sallanarak çıkabilir...

Hiç yorum yok: