Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 28, 2005

İKTİDARLA ÖZDEŞLİĞİ KIRMAK - Birgün yazı 24 / 30 Ağustos 2005

Birgün yazı 24 -- 30 Ağustos 2005

Süreyyya Evren

İKTİDARLA ÖZDEŞLİĞİ KIRMAK

İktidarla kurgusal özdeşliğini kırmamış, kendini ulus-devlet terimleriyle okuma yanlısı, çok uslu biri olabilir aydın. Kendisine de piramidin orta-üst katmanlarında bir yer biçmenin büyüsüyle ya da daha basit ve genel geçer bir kasılmayla piramid dışını göremeyecek şekilde tıkanabilir edebiyatçı. Birbirlerinin üzerine çıkarak bir 19 Mayıs gösterisi de sergileyebilirler önemli bir gün olduğuna inandırılırlarsa.

Halbuki metinlerin ayaklandırdığı beklenti hep bir inatçılıkla, ısırganlıkla gözünü dikmesi ve harflerin uçuştuğu şehri iyi bilmesidir –ara sokakları ve meydanlarıyla...

Kısaca söylersek, edebiyatçının öne çıkıp siyasi söz almasının kamusal etkileri ve buna yönelik talepler ve temel motivasyonlardan konuşuyorduk. İktidarı veri kabul eden, onunla özdeşleşen ve bu özdeşleşme dahilinde yazınsal bilgisini seferber etmeyi ‘görev sayan’ tutumun kritiğiydi bu. Tam olarak neye karşı söylendi bunlar?

Öncelikle devletle, iktidarla özdeşleşmeye dayanan anlayışı kırmamış bireylerin, sözlerin, bakışların karşısında; devletin siyasi yatırımları, çıkarları ve avantajları perspektifini kendi hayatının üzerine kaplayan anlayışın karşısında söylendi. Özel olarak da kamusal alan arenasına siyasî tavır almak ve önermek üzere çıkan edebiyatçının (‘aydın’ın) konumunu geldiği yere, yani çıplak hayata, edebiyatın da dahil olduğu akışa göre değil, üstdillerin ve temsil stratejilerinin hakim olduğu resmi söylemlere göre belirlemesinin karşısındaydı.

Edebiyatçıların ve ‘aydın’ların devlete danışmanlık yaparcasına bu role ısınmalarını izlemek serbest. Devletle özdeşliğin kırılmaması aslında edebiyatın sayfalarından taşmanın gerekçelerini de edebiyatçının elinden alıyor...

Devletler nasıl “terör örgütünü muhatap kabul etmek” gibi bir sorunsaldan sık sık sözedebiliyorlarsa bireyler/örgütler/gruplar da radikallikleri ve uzlaşmazlıkları ya da reformizm anlayışları çerçevesinde değişen ölçeklerde bir “devleti muhatap kabul etmek” sorunsalına sahiptirler. Bu çerçevede devleti hiç muhatap kabul etmeyen ve her türlü diyaloğu reddedenlerden, bir karşılıklı kapma mücadelesi olarak bu karşılaşmalara bakanlara, ilkeleri belirlenmiş sınırlı ve diplomatik diyaloglara yakın olanlara ve en uçta da dilekçeci anlayışlar dediğimiz imza toplamalara kadar uzanan bir yelpazedir bu. Bu yöntem tartışması oldukça siyaset içi bir tartışma sayılabilir ve edebiyatçı-aydın duruşundan siyasi söz beklentisi bunlarla ölçülemez.

Ama başka bir bağımlılık ilişkisinden sözedebiliyoruz. Devlet tiryakileri, bırakamıyorlar.

Şu anki mevcut hükümetlerin ve rejimin devletini muhatap kabul etmese dahi kendini ilkesel bir milli devletin gönüllü danışmanı gibi gören aydın tiplemesi toplumu piramid olarak algılayan ve devletin toplumu temsil ettiğinden kuşku duymadığı gibi ona bağlı da olan bir aydını işaret ediyor.

İşte tüm cumhuriyet döneminde baskın olmuş bu anlayışın sol içinde de ağırlığı oluşturması durumu edebiyatçının sözünü yolda düşürmesine neden olan noktadır.

Edebiyatçı doğruyu söyleyedebilir söylemeyedebilir. Ama her durumda hayatın içinden konuşması beklenir –idari hesapların içinden değil. Bu köşeye başlarken de altını çizmeye çalıştığım gibi, yeri gelir kendi yalanını da söyler. Devletin doğrusunu söylemeye yeğdir bin kere. Burada lokal piramidinin tepesinde devletin yerini başka bir otoriter zirve de almış olabilir, henüz sadece potansiyel olarak gördüğü veya arka plana itildiğine inandığı bir beklemede-devlet de...

Hiç yorum yok: