Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 28, 2005

OKUR HEP BELASINI ARAR - Birgün Yazı 2 / 29 Mart 2005 Yazısı

Birgün Yazı 2 – 29 Mart 2005 Yazısı

OKUR HEP BELASINI ARAR

Süreyyya Evren


İlkbahara girdiğimiz bu günlerde mevsimsiz bir iş yapmak ve sonbahar ile yazın imgelerine adreslediğim iki farklı okurluk tutumundan sözetmek istiyorum.

Doğrusu, 1990’ların başlarında, ben edebiyata, yazıp çizme dünyasına ve tüm uçarılıkları, kırılganlıkları ve çınlamalarıyla 20’li yaşlara girdiğimde, okumak denilen fiil hem hâlâ politikti hem de o ya da bu ama mutlaka bir arayışın, aramanın, araştırmanın, istisna kişiler için de aralıklarda durmanın fiiliydi.

İşleyişi de basittir aslında böylesi bir okumanın. Okur hep ‘belasını arar’. Bir kitabı okur, oradaki bir dipnottan bir makaleye gider, o makaleden öbürüne sonra hop, tekrar bir kitaba. Makaleler kitaplar birbirine bağlanır, bunlardan bir arkadaşına sözeder, o arkadaşı atlamaması gereken bir başka eseri önerir. Okurumuz bu kez bu tavsiye kitabın peşine düşmüştür. Sahafları dolaşır. Sahaflarla tanışır. Gözü hep raflardan çıkacak bir hoş sürprizdedir. Bir şairden bahsederler, sevdiği bir şairden, o şairi etkilemiş başka bir şairin kitabına el atar. Bir gazetenin kitap ekini eline alır, yeni çıkan kitapları takip eder. Zaten ekseriyetle takiptedir. Meraklı gözle bakmaktadır. Bütün dipnotlar, referanslar onun için şölen sofrası; bütün dergiler, rastlantısal okumalar yeni imkânların, açabileceği yeni kitap ağlarının vaadidir. Bu okuma yaklaşımının öznesine ‘sonbahar okuru’ diyeceğim. Bana öyle geliyor ki bu okurun mevsimi sonbahardır. Yağmurlu bir günde kendi kurgusunu yapar. Sonbahar okuru deyince okumanın en tutkulu faillerinden sevgili Walter Benjamin’i de analım. Benjamin’in “okunacak 1000 kitap” diye bir liste tuttuğu ve sürekli bu listeyle oynadığı söylenir. Mesela bir konuya ilgisi artınca o konunun kitapları diyelim 600’lerden 50’lere geliyordur. Bu hikayedeki rakamlar tabii iyi güzel ama daha güzeli, okurun, okumalarından oluşan ve oluşacak kurgu üzerine düşünmesi, kitaplara yönelik genel sevginin kitapların kendi aralarındaki ilişkilerine ilgiyle ve yeniden yeniden sürekli düzenlemelerle sürdürülmesi.

Bu tabii piyasanın tamtamlarıyla caddelerden geçen günün okurunu ilgilendirmez. Şimdi, artık, başka bir okuma türü yürürlüktedir, ve kendini iktidarda da görmektedir. Gerçi, kolay da değildir onun işi. Son çıkanlar ve en çok satanların baskısı altında zorlu bir hayat sürer, sürekli yeni çıkan ve daha önemlisi ilanı, pompalaması yapılan her kitabı okumak zorundadır, bilmek zorundadır. Tedirgin, defansif de bir pozisyondur bu, üzerine üzerine gelen, ne gelmesi yağan kitaplardan becerebildiklerini yakalar. Ekonomik gücünün elverdiğince bu sağanakla düşen kitaplardan mümkün olduğunca çok sayıda alır. Kaleci antrenmanındaki kaleci gibidir, sağdan solda fırlatılan toplara atlar. Hep yetişebilmek, yakalayabilmek, toplayabilmek, tutabilmek zorunluluğundadır. Yorulur da. Meraklı göz unutulmuştur, hatta tersine dönmüştür. Bu kez, yayıncı ve kitap-projesi-ortağı-yazar hedef kitlelerini merak etmektedirler. Okur projenin bir parçasıdır. Onun ‘tepkileri’ dikkate alınır ve ona hazır gündemler sunulur. Bütün kitap arkası metinleri kahramandır, bütün ilanlar canavar, tanıtımlar cengaverdir. Fakat hepsi aynı anda aynı geçerlilikte ve aynı ilgiyle nasıl karşılanabilir, bütün dinlere birden nasıl inanılır? Merakın gevşediği, son çıkanların ümitsiz avcısı olmaya dayanan bu okumanın öznesine “yaz okuru” diyeceğim. Tutkulu bir okuma tümüyle konudışı kalır yaz okurunda. Hep en yeni kitabın, en yeni yazarın, en yeni romanın beklentisiyle evden çıkmış bu okur ne sahafları tanır ne kütüphanecileri.

Halbuki her zaman en yeni olan şey yeni bir okumadır…


KUTU/

‘Türk Romanı’ Kuramına Giriş

Çeşitli nedenlerle Kitap-lık dergisinden hep şikayet edildiğini duyuyoruz. Sıkılanlar da olabilir sevenler de, dergiler konusu tartışmalı, tansiyonu yükselebilen bir konudur. Erdal Doğan’ın 1997’de Bağlam Yayınları’ndan çıkmış “Edebiyatımızda Dergiler” kitabı bu çeşitliliği örnekleriyle sergiliyordu. Ben tek bir yazıdan bahsedeceğim. Bir yeniden okuma örneği de denebilir. Kitap-lık’ın Mart 2005 sayısında yer alan Murat Belge’nin “Öksüz Turgut’un Zorlu Serüveni” başlıklı yazısı Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin 1910 tarihli Öksüz Turgut romanı üzerinden Türk milliyetçiliğini oluşum halinde yakalıyor. Daha sonra çok tekrarlanan ve halen de milli politikalara kadar uzanan milliyetçi kültür yorumlarının böyle ham haliyle elden geçirildiğini görmek oldukça keyifli. Güle güle okunuyor. Gerçi milliyetçiliğin çirkinlikleri iştah kaçırıcı ve devam eden yansımalarını akla getirmek tatsız, ama yazı, Belge’nin eline sağlık, garip bir şekilde, insana edebiyat keyfi veriyor.

Hiç yorum yok: