Bu Blogda Ara

Pazartesi, Kasım 28, 2005

İSTANBUL’UN FETHİNİN YILDÖNÜMÜ OLABİLİR Mİ? - Birgün Yazı 11 / 31 Mayıs 2005

Birgün Yazı 11 – 31 Mayıs 2005 Yazısı


İSTANBUL’UN FETHİNİN YILDÖNÜMÜ OLABİLİR Mİ?


Süreyyya Evren


İstanbul’da yürüyorduk. Bir semtinde. 29 Mayıs. Kalabalık bir cadde. Bir baktık karşı taraftan ‘İstanbul’un fethi’ geliyor. Tören kalitesi gülünç denecek derecede düşüktü ama bunu eleştirecek değilim, çok başarılı olsaydı da benim için bir ‘kayıp bağlantı’nın habercisiydi. İstanbul’un fethi canlandırması ve kutlaması İstanbul’a ve İstanbulluya ne söyler? 552 yıl geçtiğini ama hâlâ İstanbullu olunmadığını mı gösteriyor acaba? İstanbul’a dışarıdan bakıldığını, biz ve İstanbul diye düşünüldüğünü, böyle bir ayrımla okunduğunu anlatıyor gibidir. İstanbul bizden ayrı birşeydir, biz de onu fetheden cengaverleriz. Kimliklerin dağılımı böyle konuyor. Yine de iş İstanbul’u pazarlamaya geldiğinde, İstanbul’un “bizim İstanbul” olması, İstanbulumuz olması isteniyor.

Arredamento Mimarlık’ın Mayıs 2005 sayısında bir Türkiye’de Milliyetçilik dosyası var. Adından da anlaşılacağı gibi milliyetçiliğin Türkiye’deki hallerine odaklanan bu dosyada yeralan Bülent Tanju’nun Milliyetçilik Üzerine Notlar yazısından bir iki vurguyu devşirelim. Tanju kavramların ‘biz’leştirilerek kavrandıkça araçsallaştırılmasına değiniyor ve bize ait çekirdeği büyüterek işleyen muhafazakarlığın ‘ev’i yeniden ihya ettiği söylüyordu.

İstanbul özü pazarlamasının tahayyül ettiği ev, bir saklama kabı gibi işlev görür, kabuk olarak çalışır. ‘Bizim evimiz’ dokunmaz, temas etmez ve değişmez. Galiba mumyalanmış durumdadır. İstanbul gölleştirilmiş, denizlerle bağlantısı kesilmiştir bu temsil yükü altında. Bir yandan İstanbul’un diğer araçsallaşan fenomenlerimizden biri gibi biz’i kurması isteniyor. İstanbul artık İstanbul değil İstanbulumuz olmalıdır. Öte yandan İstanbul bizim haneye tecavüz ettiğimiz ve bu haneye tecavüzün yıldönümünü kutladığımız haliyle başkasının evidir, mordur, kahpe İstanbuldur.

İstanbul önce bir büyük spor organizasyonuna evsahipliği yaptı. Bu sırada her yerde İstanbulumuzun ve Türkiye’nin ne büyük bir tanıtımının yapıldığı anlatıldı. Şampiyonlar ligi finalinin tanıtımı sürekli bir takım rakamlara tahvil edildi. Şu kadar milyon dolarla yapılamayacak tanıtım, dendi. Baştan sona ekonomik, kese-odaklı bir bakış açısıyla olayı yorumlaması istendi herkesin. Sokaktaki İngilizlere karşı hoşgörülü olalım çünkü şu kadar mangır bırakacaklar. İtalyanlar iyidir bu kadar papel bırakıyorlar. Kimseyi bıçaklamayın biraz sabredin, bakın hesap şöyle, günün sonunda, kasa gülecek. Ayakta sallanan sarhoş eurolar görmeye başladı insanlar sokaklarda. Flu paralar. Çekirge sürüsü gibi gökten inmiş ama tersine bizim talan ettiğimiz bir fanatik müşteriler bulutu.

Halbuki İstanbul şehri için ilginç bir karşılaşma dönemiydi. Şehrin sokakları aslında başka şehirlerle karşılaştı birden. Taksim meydanı Liverpool’un kimi öğeleriyle parça parça değil toplu bir karşılaşma yaşadı mesela. İtalyanları eski kent hatırlamış olmalı. Zengin kulüplerin kontrolündeki şampiyonlar ligi gösterisi bir kutlu olay değildi elbet ama gündelik İstanbul için tatlar alınabilecek, çeşitli öngörülmemiş geçişliliklere yol açabilecek bir sahneydi. Bu, elbette, herşeye rağmen yine de kendi yolunu bulan insan ilişkileriyle orda burda gerçekleşmiş olabilir, olmalı. Fakat genel homojenleştirici anlatıda bizim İstanbulumuza yabancılar gelip yabancı gibi davrandılar ve ceplerini boşalttılar. Bu sayede hem bize bir sürü nakit para bıraktılar hem de İstanbulumuzun tanıtımına büyük katkıda bulundular. ‘Biz’ daha bir sınırlarını çizdi ve büyüdü.

Bir kaç gün sonra da İstanbul’un fetih kutlamaları geldi. İstanbul bizim başkalarına hava atmaya çalışırken kullandığımız fiyakalı evimiz mi? İşgal ettiğimiz, (fethettiğimiz) başkasının evi mi?

Italo Calvino, savaş karşıtı edebiyatın etkili yapıtlarından Savaşa Giriş’in bir yerinde şöyle der: “Fetih askeri için her toprak düşmandır. Kendi toprağı da.”

Her bir fetih kutlaması İstanbul’u ‘biz’den ‘biz’i de İstanbul’dan uzaklaştırıyor. Sıkıştırılmış konsantre ‘biz’ kavrayışı İstanbul’u iten çomak oluyor. İstanbulluların İstanbul’da yaşayan insanlar olduklarını unutmaları isteniyor. İstanbullular sanki İstanbul stratejistleri, İstanbul maliyecileri, İstanbul planlamacılarıdır. Sokakta yaşanan herşey ucu devletimize bağlanan kimi büyük planların aracıdır, özümüze dair politikaların çarpışma sahasıdır.

Sanatçı Şener Özmen bir yazısında geçerken söyleyivermişti: “Sakinleşemiyoruz,” diye.
İstanbul evine kapanıyor. Surat asıyor. Tadı tuzu yok. Ama sakinleşemediğini farkediyor. Sakinleşmek için sokağa çıktığında da sakinleşemiyor...

Hiç yorum yok: